Anasayfa   İletişim  
Reklam  
-->
   
 
 
   
Google
   
   
    
 
 
 

 
 
 
 
 
 ATATÜRK’TE  BALKANLAR

 BALKANLAR

 

BALKAN ÜLKELERİ

 

BALKANLAR

 

BALKAN ANTLAŞMASI:

"Balkan Antlaşması, Balkan devletlerinin, ve birbirlerinin varlıklarına özel saygı beslenilmesini göz önünde tutan bir belgedir."
(1.11.1934, TBMM, Dördüncü Dönem Dördüncü Toplanma Yılını Açarken, ASD, I, s.396.)

Balkan Andlaşması Balkan Devletlerinin birbirlerinin varlığına saygı beslenilmesini göz önünde tutan mutlu bir belgedir.
Bunun, sınırların korunmasında gerçek bir değeri olduğu besbellidir.
Ankara'da toplanmış olan Balkan Andlaşma Divanı'nın verimli, yerinde çalışmasını ulusumuz sevgiyle karşıladı.”
asd: C.1-s.364/1.11.1934/TBMM 4. dönem, 4. toplantı yılını  açış.

Balkan politikamız, Balkan devletlerinin ayrı ayrı ve ortak yararlarının en açık bir belirtisidir. Balkan uluslarından her birinin ayrı ayrı güçlenmesi de barış yolundaki dinamik düşünce biçiminin fiili bir örneğidir.
Burada sevinçle belirtmek istediğim bir olay, Balkan uluslarının birbirleriyle tam anlamı ile yakınlaşmalarına güçlü bir neden olmuştur. Ve yarın için de ümitlerle dolu bir eserdir. Selanik'te Balkan Antlaşması devletleri adına Konsey Başkanı ve Sayın Yunan Başbakanı General Metaksas ile Sayın Bulgar Başbakanı Mösyö Köseivanov arasında imza edilmiş olan anlaşmadan söz etmek istediğim anlaşılmıştır. Bu anlaşma, barış yolundaki sürekli çabalarımızın ve Balkan devletlerinin izlemeyi sürdürdükleri sağlam politikanın iyi bir biçimde ortaya çıkmasıdır. “(Bravo sesleri)
Bu konuşma Atatürk’ün rahatsızlığı nedeniyle Başbakan Celal Bayar tarafından okunmuştur.
(TBMM nin 5.dönem 4.yasama yılını açış nutku, 1 Kasım 1938)

BALKAN BİRLİĞİ:   

Balkan miletlerinin birliğine çalışan kıymetli murahhasların huzurunda bulunmaktan duyduğum bahtiyarlık büyüktür. Balkan milletleri bugün müstakil siyasi mevcudiyetler halinde bulunuyorlar. Bu devletlerin sahibi olan milletler asırlarca beraber yaşamışlardır. Bu itibarla Balkan milletlerinin asırlara şamil müşterek bir tarihi vardır. İşte siz muhterem Balkan milletleri mümessilleri, mazinin karışık his ve hesaplarının üstüne çıkarak derin kardeşlik esasları kuracak ve geniş birlik ufukları açacaksınız; ihmal olunmuş ve unutulmuş büyük hakikatleri ortaya koyacaksınız.

Bu günün hakiki icapları Balkan milletlerinin, devrin hürmet ve riayete mecbur kıldığı, yepyeni şartlar ve kayıtlar ve geniş bir zihniyet altında birleşmelerindeki faydanın büyük olduğunu göstermektedir. Balkan birliğinin temeli ve hedefi, karşılıklı siyasi müstakil mevcudiyete saygı ile dikkat ederek iktisadi sahada, kültür ve medeniyet vadisinde teşriki mesai eylemek olunca, böyle bir eserin bütün medeni beşeriyet tarafından takdirle karşılanacağına şüphe edilemez.

İnsanları mesut edecek yegane vasıta onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. Cihan sulhü içinde beşeriyetin hakiki saadeti, ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve muvaffak olmasiyle mümkün olacaktır.

Teşebbüsünüzün umumi anlaşmayı kolaylaştırıcı mahiyeti itibariyle, cihan sulhüne hizmet edici, insani bir amil meydana getireceğine kaniim.

Milletlerinize, benden , hararetli muhabbetler, samimi dostluklar götürünüz. Sizi ve sizin asil milletlerinizi hürmetle bir daha selamlarım.”

(Mustafa Kemal Atatürk, 1931, Balkan Konferansı Üyeleriyle Konuşma)

Balkan ittifakı bizim öteden beri samimiyetle üzerinde durduğumuz bir idealdir. Bu idealin her gün geniş bir saha üzerinde daha ziyade genişlemesini ve mesaha almasını görmekle bahtiyarım. Bu hususta müttefik Balkan devletlerini sevk ve idare eden zevatın büyük hizmetleri ve muvaffakiyetleri ve ittifaka bağlılıkları şayanı takdirdir. Bugün, bu şekliyle dahi hepimizin memnuniyetini mucip olan Balkan birleşik vaziyetinin, birgün birçok kimselerin hatıralarından bile geçirmedikleri mütekamil şekli alacağına itimadım berkemaldir.

Bu yüksek ideale giderken müttefik devletlerin başında bulunan zevatın himmetlerine, matbuatın dahi büyük hizmetlerinin sebkatetmekte olduğunu müşahade etmekteyiz. Balkan milletleri matbuatının bu yüksek ideali kendi idealleri telakki etmelerini ve bu idealin tahakkuku için bütün imkanlarla çalışmalarını kendilerinden temenni ederim. Matbuatın şimdiye kadar aynı suretle vazifesinin ifa etmiş olduğunu da tekrar etmeliyim.

Dünyada şimdiye kadar, başka başka milletlerin ünyon (birlik) yaptıkları ve asırlarca beraber yaşadıkları, tarihte görülmüştür. Bizim kurmak istediğimiz ünyonun (birliğin) tarihte geçmiş olan ünyonların (birliklerden) çok fevkinde olmasını isteriz.

Tarihi bu kadar yüksek bir idealin esas temel taşı, yalnız geçici politika esaslarında kalmaz. Bunun esas temel taşları lazımdır ki, kültür ve ekonomi cevheriyle dolu olsun. Çünkü kültür ve ekonomi her türlü siyasete istikamet veren bazlardır.

Herhalde beklediğimiz parlak günler, bizlerden dahi uzak değildir. Bizden sonra gelecekler ise tabii o günlerin parlaklığını bahtiyarlıklarla tes'it edeceklerdir. “

(Çankaya köşkünde verilen çay ziyafetinde Balkan gazetecilerinin temennileri üzerine söylenmiştir.)

 “Bir Balkan Birliği'ne lüzum vardır. Beni bırakınız, partinin (CHP) lideri olarak Balkanlar'da bir geziye çıkayım. Balkan devlet adamları ile bir konuşayım ve efkarıumumiyeyi (kamuoyunu) hazırlıyayım. Bir Balkan Birliği kurmalıyız. Dünyanın ufuklarında kara bulutlar görüyorum. Balkan Birliği kurulabilirse, bir Avrupa Birliğine yol açılır. Batı devletlerinin de ergeç birleşmesine zorunluk doğar. Balkan Birliği ekonomik, kültürel, politik ve askeri bir birlik olmalıdır. Hudut olmayacaktır. Her millet, demokrasi esaslarına göre kendi milli varlığını muhafaza edecektir. Bir tek devlet, bir tek ordu. Her milletin mebuslarından kurulu bir Millet Meclisi. Sıra ile iki veya dört senede bir milletten bir Cumhurbaşkanı seçilir.” Mustafa Kemal Atatürk 27 Şubat 1938 (1932 Kaynak:Atatürk Ansiklopedisi, May Yayınları, C.1 S.166-167 )

" ... Bugünün hakiki icabları Balkan devletlerinin, devrin hürmet ve riayete mecbur kıldığı, yepyeni şartlar ve kayıtlar ve geniş bir zihniyet altında birleşmelerindeki faydanın büyük olduğunu göstermektedir. Balkan birliğinin temeli ve hedefi, karşılıklı siyasi müstakil mevcudiyete saygı ve dikkat ederek iktisadi sahada, kültür ve medeniyet alanında ortak çalışma yapmak olunca, böyle bir eserin bütün çağdaş insanlık tarafından takdirle karşılanacağına şüphe edilemez."
(25.10.1931, Balkan Konferansı Üyelerine Konuşma, ASD, II, s.306.)

 “Hanımlar, Efendiler,
Balkan uluslarının birliği için çalışan değerli temsilcilerin huzurunda bulunmaktan ve onları sevgiyle selamlamaktan duyduğum mutluluk çok büyüktür.
Balkan ulusları bugün Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve Türkiye gibi bağımsız siyasi varlıklar halindedir. Tüm bu devletlerin sahipleri olan uluslar yüzyıllarca bir arada yaşamışlardır. Denebilir ki, Türkiye Cumhuriyeti de dahil olmak üzere, son yüzyılda ortaya çıkan bugünkü Balkan devletleri Osmanlı İmparatorluğunun yavaş yavaş parçalanmasının ve sonunda tarihe gömülmesinin tarihi bir sonucudur.
Bu bakımdan Balkan uluslarının yüzyıllara yayılan ortak bir tarihi vardır. Bu tarihin acılı anıları varsa onlar tüm Balkanlılar için ortaktır. Türklerin payı ise daha az acı olmamıştır.
İşte siz, Sayın Balkan ulusları temsilcileri, geçmişin karışık duygu ve hesaplarının üstüne çıkarak derin kardeşlik ilkeleri belirleyecek ve geniş birlik ufukları açacaksınız, savsaklanmış ve unutulmuş gerçekleri ortaya çıkaracaksınız. Sayın uluslar temsilcileri,
Balkan ulusları toplumsal ve siyasi açıdan nasıl görünürlerse görünsünler onların Orta Asya'dan gelmiş, aynı kandan, yakın soylardan, ortak kökleri olduğunu unutmamak gerekir. Karadenizin kuzeyindeki ve güneyindeki yollardan, binlerce yıl önce deniz dalgaları gibi birbiri ardınca gelip Balkanlara yerleşmiş insan toplulukları, başka başka adlar da taşısalar gerçekte bir beşikten çıkan ve damarlarında aynı kan dolaşan kardeş kavimlerden başka bir şey değildir.

Görüyorsunuz ki Balkan ulusları yakın geçmişten çok uzak ve derin geçmişin kırılmaz çelik halkalarıyla pekala birbirine bağlanabilir. Bin bir insancıl hırsla, din ayrılıklarıyla, bazı tarihi olayların bıraktığı dargınlık izleriyle geçmişte gevşetilmiş, hatta unutturulmuş gerçek bağların canlandırılmasının gerekli ve yararlı olduğu yeni bir insancıllık devresine girdik.

Bir an için tüm bu geçmişe gömülmüş anıları bir yana bıraksak bile, bugünün gerçek gerekleri Balkan uluslarının, devrin saygı ve uyum göstermeye zorladığı yepyeni koşullar ve kayıtlar, hoşgörülü bir zihniyet içinde birleşmelerindeki yararın büyük olduğunu göstermektedir. Balkan birliğinin temeli ve amacı, karşılıklı siyasi bağımsız varlıklara saygı ve dikkat göstererek iktisadi alanda, kültür ve uygarlık konularında işbirliği yapmak olunca böyle bir eserin tüm uygar insanlıkça övgüyle karşılanacağına kuşku yoktur.
Yüzyıllar yüzyıllardan beri zavallı insanlığı mutlu etmek için tutulan yolların ve kullanılan araçların ve bunlardan alınan sonuçların ne derece memnunluk verici olduğu incelenmeye değmez mi?
Artık insanlık kavramı vicdanlarımızı temizlemeye ve duygularımızı yüceltmeye yardımcı olacak kadar yükselmiştir.
Durumları ve bunların gereklerini uygar insan fikriyle ve yüksek vicdan aydınlığında gözlemlersek şu sonuçlara varırız:
İnsanları mutlu edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak insanlık dışı ve son derece esef verici bir yöntemdir.
İnsanları mutlu edecek tek yol, onları, birbirine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi gereksinimlerini sağlamaya yarayacak eylem ve enerjidir. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu ancak bu yüce ülkü yolcularının çoğalması ve başarıya ulaşmalarıyla mümkündür.
Size, tuttuğunuz onurlu insanlık yolunda örnek olacak ciddi ve sürekli çalışmanızın başarıyla taçlanmasını dilerim. Temsil ettiğiniz Balkan uluslarına da geniş refah ve mutluluklar dilerim. Ve Balkan uluslarının sayın devlet başkanlarına da sağlık ve mutluluklar dilerim. Girişiminizin genel anlaşmayı kolaylaştırıcı niteliği bakımından dünya barışına yardım edici, insancıl bir ortam yaratacağına inanıyorum. Uluslarınıza benden sıcak sevgiler, candan dostluklar götürünüz. Sizleri ve soylu uluslarınızı bir kez daha selamlarım.”
asd: c.II-s.268-270/25.10.1931/2.Balkan konferansının Ankara'da, TBMM'ndeki son oturumunmda  yaptığı konuşma.

Balkan ittifakı bizim öteden beri içtenlikle üzerinde durduğumuz bir ülküdür. Bu ülkünün her gün geniş bir alanda daha çok yaygınlaşmasını ve genişlik kazanmasını görmekle mutluyum. Bu konuda bağlaşık Balkan devletlerini yönetenlerin büyük hizmetleri ve başarıları ve ittifaka bağlılıkları övgüye değer. Bugün, bu hayali bile hepimize memnunluk veren Balkanların birleşik durumunun bir gün, birçok kimsenin aklından bile geçirmediği bir gelişkinlik kazanacağına güvenim tamdır.

Bu yüce ülküye giderken müttefik devletlerin başında bulunanların çabalarını, basınının da büyük hizmetlerinin geçmekte olduğunu gözlemliyoruz. Balkan ülkeleri basınının bu yüce ülküyü kendi ülküleri sayarak gerçekleşmesi için tüm olanaklarıyla çalışmalarını dilerim. Basının şimdiye kadar görevini böyle yaptığını da yinelemeliyim.

Dünyada şimdiye kadar başka başka ulusların birlik oluşturarak yüzyıllarca beraber yaşadıkları tarihte görülmüştür. Bizim kurmak istediğimiz birliğin tarihte geçen birliklerin çok üstünde olmasını isteriz.

Tarihi böylesine yüce bir ülkünün temel taşı sadece geçici politika ilkelerinde kalmaz. Bunun temel taşlarının ekonomi ve kültür cevherleriyle dolu olması gerekir. Çünkü, kültür ve ekonomi her türlü siyasete yön veren öğelerdir. Beklediğimiz parlak günler herhalde uzak değildir. Bizden sonra gelecekler ise doğal olarak o günlerin parlaklığını mutluluk içinde kutlayacaklardır.“
asd: C.II-s.281-282/27-12.1937/Çankaya Köşkünde bir çay saatinde yapılan konuşma

BALKAN DEVLETLERİ:   “Efendiler, Milli davamızla ilgili olması nedeniyle bugünkü durumumuzla ilgili bulunan Balkan devletlerinden de biraz söz etmek isterim. Bu günkü dünyanın genel politik durumunun etkisi altında, Bulgaristan hükümetinin suskun ve hareketsiz kaldığı görülüyor. Fakat, Bulgar halkının hayati yararlarının Türkiye ile ortak olduğu bilincinde bulunduğundan eminim. Bulgaristan'ın şimdi veya sonra bu yakınlığın gereğini yapacağına inanıyorum. Türkiye dostluğunun kendilerine sağlayacağı büyük yararlardan Bulgarların uzak kalacakları beklenemez.

Arnavutluk hükümetine gelince: Bu İslam hükümeti halkı ile yüzyıllarca beraber yaşadık. Uzun süre kendileriyle hayatlarımızı birleştirdik ve alın yazılarımız bir idi. Aynı dinden olan bu halk ve hükümetin, varlığını koruması ve mutluluğunu sağlaması için bize bağlı olduğu gerçeğini anlaması gereklidir. Bugünkü güç durumlarının doğuracağı acıklı zorunlu hallerden kurtulmaları için önlemler alınacaktır. Bunu kuvvetle ümit ederim.”
(1.3.1922 , TBMM 1.Dönem 3.Yasama Yılını Açış Nutku)

BALKAN DEVLETLERİ İLE İLİŞKİLER

“Yunanistan ile aramızdaki askıya alınmış sorunların sonuca bağlanması için elimizden gelen her türlü kolaylığı gösterdik. Bu konuda açılan görüşmeler ilerlemiştir. Yaklaşan sonucun, bu dönemde yüce kurulunuza arz olunacağını ümit ederim.
Bulgaristanla yapılan ve kabul ettiğiniz barış antlaşması ve yerleşmesi sözleşmesi yürürlüğe girdi. Bir ticaret anlaşması görüşmelerini yapmaktayız.
(Sırp - Hırvat, Sloven), Romanya ve Arnavutluk ile ilişkilerimiz normal ve dostçadır.
(Sırp - Hırvat- Sloven) ile bir ticaret antlaşması görüşmelerini yürütüyoruz.
Balkan komşularımızla iyi ilişkilerimizden söz ederken, şunu da eklemek isterim ki, biz Balkanlardaki huzur ve barış ile çok yakından ilgiliyiz.” (Bravo sesleri) 
(TBMM nin 2.Dönem 4.Yasama Yılını Açış Nutku, 1 Kasım 1926)

Balkanlarda ilişkilerimiz gelişme göstermiştir. Yunanistan'ın seçkin başbakanını ve bakanlarını kabul ettiğimiz sırada dostluk anlaşması paktı imzalandı. Başlıca hükmü, iki ülkenin ortak sınırlarını karşılıklı güvence altına alan bu antlaşma, Yunanistan'la aramızda sürekli artan dostluk ve güven bağlarının bir sonucudur. (Alkışlar) Bu antlaşma, denizde ve karada yüksek yararları ve coğrafi bağları bu kadar birbirine girmiş olan iki ülke için doğal ihtiyacın sonucudur. Bu antlaşma Balkanlarda da barışın ve genel düzenin kuvvetli bir aracı olacaktır. (Alkışlar)
Bulgaristan'la dostluk ve güvenli ilişkilerimizin artırılması için, biz bütün imkanları kullanmaktayız. İki ülke arasındaki tarafsızlık ve hakem antlaşmasının uzatılmasını sağlayan bir protokol bakanlarımızın komşu hükümeti ziyaretleri sırasında imzalanmıştır. Ekonomik ve politik ilişkileri geliştirmek, Cumhuriyet Hükümetinin ciddi isteğidir.
Kendini tanıtmadan seyahat eden haşmetli Yugoslavya hükümdarı ile buluşmamızı mutlu bir olay olarak kabul ederiz. (Alkışlar)
Balkanlarda barış ve huzur dileklerimizi iki ülke arasında iyi ilişkilerin gelişmesini ve bir saldırmazlık antlaşması yapılması kararını belirten konuşmalardan, uluslararası barış ve güvenlik ülküsü yararlanmıştır.
Romanya'nın değerli dışişleri bakanı resmi ziyaretini ve bu sırada iki ülke arasında saldırmazlık ve hakemlik antlaşmasının imzalanmış olduğunu sevinerek söyleyebiliriz. (Alkışlar)

Saldırganın tarifi antlaşması ile saldırmazlık ve saldırıya katılmama ve saldırganı kınama fikirlerini belirten antlaşmaların ülkeler arasında gerçek bir güven havası yaratmakta olduğuna şüphe yoktur.

Macaristan'ın seçkin başbakanı ve dışişleri bakanının ziyaretlerini büyük bir içtenlik ve memnuniyetle karşıladık. (Alkışlar) İki ülke arasındaki tarafsızlık ve hakem antlaşması da uzatılmıştır. Uluslarımız arasındaki kardeşçe duygular bu mutlu nedenlerle coşkulu bir biçimde ortaya konmuştur.” (Alkışlar)
(TBMM nin 4.Dönem 3.Yasama Yılını Açış Nutku, 1 Kasım 1933)

“Sayın Efendiler,
Balkanlarda ve Orta Avrupa'daki devletler arasında Türkiye Cumhuriyeti, ancak politikasının dürüst ve açık niteliği nedeniyle gerçek yerini korumaktadır. (Alkışlar) özen gösterilmesi gereken bu politikanın gereğini dikkatle göz önünde bulundurmaktayız .”
(TBMM nin 4.Dönem 3.Yasama Yılını Açış Nutku, 1 Kasım 1933)

TÜRKİYE'NİN BALKANLAR VE ORTA AVRUPA DEVLETLERİ İLE İLİŞKİLERİ: "Balkanlar ve Orta Avrupa'daki devletler arasında Türkiye Cumhuriyeti ancak politikasının dürüst ve açık mahiyeti sayesinde, samimi mevkiini muhafaza etmektedir. Pek nazik olan bu siyasetin gereklerini dikkatle göz önünde bulundurmalıyız."
(1.11.1933. TBMM, Dördüncü Dönem Üçüncü Toplanma Yılını Açarken, ASD, I, s.393.)

TÜRKİYE'NİN KOMŞULARIYLE MÜNASEBETLERİ:
"Komşularıyle ve bütün dünya devletleriyle iyi geçinmek, Türkiye siyasetinin esasıdır ... Bu ilkenin bütün devletlerce siyaset esası kabul edilmesiyledir ki medeniyet için ve milletin saadet ve refahı için en lazımlı olan sulh istikrar kazanmış olur."
(16.10.1930, Yugoslavya Elçisinin Söylevine Cevap, ASD, II, s.285.)
BALKAN DEVLETLERINİN DOĞUŞU: "Balkan milletleri, bugün Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya ve Türkiye gibi müstakil siyasi mevcudiyetler halinde bulunuyorlar. Bütün bu devletlerin sahibi olan milletler asırlarca beraber yaşamışlardır. Denebilir ki, Türkiye Cumhuriyeti de dahil olduğu halde son asırlarda vücut bulan bugünkü Balkan devletleri, Osmanlı imparatorluğunun yavaş yavaş parçalanmasının ve nihayet tarihe gömülmesinin tarihi neticesidir."
(25.10.1931, Balkan Konferansı Üyelerine Konuşma, ASD, II, s.305.)

BALKAN MİLLETLERİ:

‘'Hanımlar ve Efendiler! ... Balkan milletleri, bugün Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Yugoslavya ve Türkiye gibi müstakil siyasi mevcudiyetler halinde bulunuyorlar. Bütün bu devletlerin sahipleri olan milletler asırlarca beraber yaşamışlardır. Denebilir ki, Türkiye Cumhuriyeti dahil olduğu halde son asırlarda vücut bulan bugünkü Balkan devletleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun yavaş yavaş parçalanmasının ve nihayet tarihe gömülmesinin tarihi neticesidir. Bu itibarla Balkan milletlerinin asırlara şamil müşterek bir tarihi vardır. Bu tarihin elemli hatıraları varsa, onlara sahip olmakla bütün Balkanlılar müşterektir. Türklerin hissesi ise daha az acı olmamıştır. İşte, siz muhterem Balkan milletleri mümessilleri; mazinin karışık his ve hesaplarının üstüne çıkarak derin kardeşlik esasları kuracak ve geniş birlik ufukları açacaksınız; ihmal olunmuş ve unutulmuş büyük hakikatleri ortaya koyacaksınız. Balkan milletleri içtimai ve siyasi ne çehre arz ederlerse etsinler, onların Orta Asya'dan gelmiş aynı kandan, yakın soylardan müşterek cedleri olduğunu unutmamak lazımdır. Görüyorsunuz ki, Balkan milletleri yakın maziden ziyade uzak ve derin mazinin kırılmaz çelik halkalarıyla birbirine pekala bağlanabilir. (Atatürk, 1931'de Ankara'da toplanan 2'nci Balkan Konferansı'nda yapılan konuşmadan.)

BALKAN MİLLETLERİNİN KARDEŞLİGİ: "Balkan milletleri, sosyal ve siyasi ne çehre arzederlerse etsinler, onların Orta-Asya'dan gelmiş aynı kandan, aynı soylardan ortak ataları olduğunu unutmamak lazımdır. Karadeniz'in kuzey ve güney yollarıyle, binlerce seneler deniz dalgaları gibi birbiri ardınca gelip Balkanlarda yerleşmiş olan insan kitleleri başka başka adlar taşımış olmalarına rağmen, hakikatte tek bir beşikten çıkan ve damarlarında aynı kan dolaşan kardeş kavimlerden başka birşey değillerdir."
(25.10.1931, Balkan Konferansı Üyelerine Konuşma, ASD, II, s.305.)

 

BALKAN PAKTI:   “Arkadaslar ! Geçen dört yil içinde bir önemli hâdise de Balkan Pakti'dir. Dört devlet; kendi güvenleri için ve Balkanlarin, karisma ve karistirma konusu olmaktan çikmasi için içten bir kanaatle birbirlerine baglanmislardir. Balkanli baglasiklarimizla gittikçe artan bir beraberlik ve dayanisma siyasasi güdüyoruz. Yükenlerimizin gereklerini, kesin bir bayrilikla gözetiyoruz. Asil dikkate degen, Balkan Pakti'nin, daha bir yil içinde, arsiulusal baris için büyük bir etke oldugunun anlasilmasidir. Balkan Pakti, gittikçe, Avrupa barisinin baslica temel taşlarindan biri olmak yerindedir.” ( ATATÜRK'ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERi 1935 C.H.P. DÖRDÜNCÜ BÜYÜK KURULTAYINI AÇARKEN http://ataturk.turkiye.org/demec/dmcus002.htm )

Arkadaşlar, geçen dört yıl içinde bir önemli olay da Balkan Paktı'dır. Dört devlet, kendi güvenleri için ve Balkanların karışma ve karıştırma konusu olmaktan çıkması için içten bir kanıyla birbirlerine bağlanmışlardır. Balkanlı bağlaşıklarımızla gittikçe artan bir beraberlik ve dayanışma siyaseti güdüyoruz.

Asıl dikkate değer olan Balkan Paktı'nın daha bir yıl içinde uluslararası barış için büyük bir etken olduğunun anlaşılmasıdır. Balkan Paktı giderek Avrupa barışının başlıca temel taşlarından biri olmak durumundadır.
asd: c.I-s-367/9.5.1935/CHP 4. Büyük Kurultayını açış

" ... Dört devlet, kendi güvenleri için ve Balkanların, karışma ve karıştırma konusu olmaktan çıkması için içten bir kanaatle birbirlerine bağlanmışlardır. Balkanlı bağlaşıklarımızla gittikçe artan bir beraberlik ve dayanışma siyasası güdüyoruz."
(9.5.1935, CHP Dördüncü Büyük Kurultayını Açarken, ASD, I, s.400.)

"Balkan ittifakı bizim ötedenberi samimiyetle üzerinde durduğumuz bir idealdir.
Bu idealin her gün geniş bir saha üzerinde daha ziyade genişlemesini ve daha büyük ölçülere varmasını görmekle mutluyum. Bu hususta müttefik Balkan devletlerini sevk ve idare eden kişilerin büyük hizmetleri ve muvaffakiyetleri ve ittifaka bağlılıkları takdire değerdir.. Bugün, bu şekli ile dahi hepimizi memnun eden Balkan birleşik vaziyetinin, bugün birçok kimselerin hatıralarından bile geçirmedikleri en olgun şekli alacağına güvenim tamdır."
(27.2.1938, Balkan Antantı Hakkında Bir Konuşma, ASD, II, s.329-330.)

BALKAN SAVAŞIBalkan Savaşı patladığında ben Trablusgarp'ta bulunuyordum. Eğer o sırada orada değil de Rumeli'nin herhangi bir noktasında bulunsaydım o Balkan faciası olmazdı. Çünkü, Selanik Kolordusunda bulunduğum sırada küçük Balkan devletlerinin birleşerek ortak bir saldırı yapmaları olasılığını düşünüyorduk. Ben, böyle bir olasılık karşısında uygulanacak

ve izlenecek savunma planı üzerinde çalışmıştım. Bir gün o savunma planıyla ilgili haritaları masamın üzerine sererek çalıştığım sırada içeriye Talat Bey (Paşa) ile o zaman İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Sekreteri olan Hacı Adil Bey girdi. Kolordu Komutanını ziyarete gelmişler. Bu münasebetle beni de anımsamışlar. Selamlaşmadan sonra Talat Bey laf olsun gibilerden bana sordu:
- Kemal Bey, çok dalmışsın, neyle meşgulsün? Dedi.
Önümdeki haritaları göstererek bunların Rumeli savunma planı olduğunu söyledim. Bir gün küçük Balkan devletlerinin birleşerek ortak bir saldırı yapmaları olasılığına karşı askeri hazırlıklarımızdır.
Talat Bey, "Ben asker değilim, bu gibi askeri işlerden anlamam. Ama, bu, gösterdiğin savunma planlarını kim uygular?" diye sordu. Ben kendimi göstererek:
- Ben yaparım, dedim.
Talat Bey bu konuda daha fazla konuşmadı, sustu. Zaten sadece hatır sorma, gönül alma gibilerden yanıma uğramışlardı. Veda edip ayrıldılar. Sonradan öğrendim ki benim Rumeli'nin savunmasıyla ilgili planlar hakkında söylediklerim Talat Bey'in pek garibine gitmiş. Odadan çıktıktan sonra yolda Hacı Adil Bey'e: "Gördün mü bizim deliyi!" demiş.”
asd: c,VI-s.12-13/.1913/ Asım Us: Gördüklerimı Duyduklarım Duygularım,

BALKAN SAVAŞI BİR FELAKETTİR
Balkan Savaşına gelince, bu da Türk ordusunun savaşı kaybetmesi değildir, bir felakettir. Ancak, bu, Türk Ordusunun yenilgisi değildir. Türkiye'deki eski zihniyetin çöküşüdür. Türk Ordusunun başında bulunan bilgisiz komutanların geri çekilişidir. O sırada Türkiye'ye egemen olan bilgisiz kişilerin tutumu Balkan devletlerinin askeri sonuç almalarına neden olmuştur. Denebilir ki bu savaş Türkiye için bir sürpriz olmuştur. Ordu, toplanabilmek için yeterli zamanı bulamamış ve bir planı olmamıştır. Sadece sınır birlikleriyle savaş kabul edilmiştir. Asıl gerçek, büyük Türk Ordusu örgütlendirilmemiştir. Öyle anlar olmuştur ki, silahsız ulusa başvurulacak yerde küçük birlikler kurulmaya çalışılmıştır. Tam yetkiyle iktidarda bulunan bazı kişilerin bilgisizliği yüzünden ülkenin en değerli kısımları, ordu kullanılamadan -ki bu ordu büyük cesaretle savunmayı yapabilecek güçteydi- düşmana bırakılmıştır.”
asd: c. VI-s.282-283/14.7.1918/Trablusgarp, Balkan savaşları ve Osmanlı ordusu Üzerine: Tarihten Geleceğe.

  TRABLUSGARP, BALKAN SAVAŞLARI VE OSMANLI ORDUSU ÜZERİNE YORUM (14.7.1918) 

“İtalya harpleri esnasında Türkiye kendi kuvvetlerini kullanmamıştır.
İtalyanlar bilindiği gibi, harp ilan etmeden bize baskın yapmışlardır. Deniz yolunu kapamışlar, Osmanlı Afrikası ordusuz terk edilmiş duruma düşmüştür. İtalyanlar hiçbir engele rastlamadan Trablusgarb'ı, Bingazi'yi, Defne'yi ve Akdeniz kıyısındaki şehirleri işgal etmişlerdir. İtalyan birlikleri sulh oluncaya kadar bir sene müddetle çarpışmışlarsa da bu, muntazam ordu karşısında bir savaş değildir. Burada Bedevilerin başında birkaç Türk kumandanı bulunması sayesinde bu direnme olabilmiştir. Ben bizzat Sirenaik'te Derne kuvvetlerine kumanda etmişimdir. Bu harpte Türk ordusu kullanılmamıştır.
Balkan Harbine gelince, bu da Türk ordusunun savaşla kaybetmesi değildir, bir felakettir. Ancak, bu, Türk ordusunun hezimeti değildir. Türkiye’deki eski zihniyetin çöküşüdür. Türk ordusunun başında bulunan cahil kumandaların ricatidir. Bu esnada Türkiye'ye hakim olan cahil kişilerin tutumu Balkan devletlerinin askeri netice almasına sebep olmuştur. Denilebilir ki bu savaş Türkiye için bir sürpriz olmuştur. Ordu, toplanabilmek için kafi zamana ve bir plana malik olmamıştır. Sadece sınır askerleriyle (avant-gardes) savaş kabul edilmiştir. Asıl hakiki büyük Türk ordusu teşkilatlandırılamamıştır. Öyle anlar olmuştur ki silahsız millete başvurulacağı yerde ufak birlikler kurmaya çalışmışlardır. Bütün selahiyetle iktidarda bulunan bazı kişilerin cehaleti memleketin en değerli kısımlarını, orduyu kullanmaya muktedir olmadan, ki bu ordu büyük cesaretle müdafaayı yapabilecek kudrette idi, düşmana terketmişlerdir.

Bu son harp patlak verdiği zaman ise Türkiye kendini toplayacak zamana malik olamamıştır. Esasen bu kısa zamanda büyük şeyler yapılamayacağı bellidir. Fakat zaman olaylardan daha kuvvetli olarak tesirini göstermiş, eskiler gençlere yerlerini bırakmışlardır. Türklerin Avrupada'ki arazisinin kaybı neticesinde, genç bir subay Enver bu fırsattan istifade ederek Harbiye Nazırı olarak Osmanlı ordusunun başına geçmiştir. Onun ilk müspet ve büyük işi orduyu gençleştirrnek olmuştur.
Bu suretle ordu genç, bilgili kimselerin eline geçince pek çabuk şekli değişmiş ve Boğazlarda İngilizlere karşı durmuş. Galiçya'da Avusturyalılara yardım etmiş, böylece de Müttefik ordularına Makedonya ve Romanya'daki işbirliği ile yardımda bulunmuştur.
Şu iddiada bulunabilirim ki, eğer Türk ordusu bu Umumi Harp'te kendi hissesine düşeni yapmasaydı Müttefiklerin bugün lehine gibi görünen durum tamamen aksi olabilirdi.
Bulgaristan, Türklerin Boğazlardaki galibiyeti üzerine harbe girmişti. Eğer Avusturyalılar Türklerin yardımı ile Rusların, Galiçya ormanlarına uzanmalarına karşı gelmeseydi Hindenburg, Hindenburg olmazdı. Eğer Türk ordusu Kafkasya'da, Mezopotamya'da, Filistin'de ve bütün sınır boy larında mukavemet etmeseydi ve arazisinden bir kısmını feda etmeseydi, Rusların, İngilizlerin ve Fransızların hücumuna Alman ordusu bu günkü gibi karşı koyabilir miydi?
Hayır, hayır,
Fakat çok can sıkıcı bir durumdur ki, bu hakikatı bir çok Türkler dahi bilmezler. ”
Karlsbad'ta tutulan anılardan aktararak (Tarihten Geleceğe, s. 6, 9).

BALKAN HARBİ’Nİ ENGELLEME PLANI (1913)
“Atatürk, Balkan Harbi ile ilgili anılarını Vakit gazetesi başyazarı Asım Us'a sofra sohbetlerinde anlatmış, Asım Us da bu konuşmaları aynen not etmiştir. Yazar bu konuda şunları yazıyor: Balkan faciası, Osmanlı Devleti için önüne geçilemez bir felaket mi idi? Yahut Bulgarların, Sırpların, Yunanlıların Türkiye aleyhinde ittifak ederek taarruz hareketine girişmelerinden sonra panik şeklinde bir mağlubiyetten kurtulmak çaresi yok mu idi?

Bir gün Atatürk'ün sofrasında bu mesele konuşulmuştu. Atatürk, Garp Trablusu ve Balkan Harplerine ve Rumeli'nin müdafaasına ait hatıralarından bahsederek şöyle demişti:
Balkan Harbi patladığı zaman ben Trablusgarp'ta bulunuyordum.

Eğer ben o sırada orada bulunmayıp da Rumeli'nin herhangi bir noktasında bulunsaydım, o Balkan faciası olmazdı. Çünkü Selanik kolordusunda bulunurken küçük Balkan devletlerinin birleşerek müşterek bir taarruz yapmaları ihtimalini düşünüyorduk. Ben böyle bir ihtimale karşı tatbik ve takip edilecek müdafaa planı üzerinde çalışmıştım. Bir gün bu müdafaa planına ait haritaları masamın üstüne sererek meşgul bulunurken içeriye Talat Bey (Paşa) ile o zaman İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Sekreteri olan Hacı Adil Bey girdiler. Kolordu kumandanını ziyarete gelmişler. Bu münasebetle beni de hatırlamışlar. Selamlaşmalardan sonra Talat Bey söz olsun kabilinden bana sordu:
- Kemal Bey çok dalmışsın, ne ile meşgul oluyorsun?
Dedi. Önümüzdeki haritaları göstererek bunların Rumeli müdafaa planı olduğunu söyledim. Bir gün küçük Balkanlı devletlerin birleşerek müşterek bir taarruz yapmaları ihtimaline karşı askeri hazırlıklarımızdır.

Talat Bey: "Ben asker değilim bu gibi askeri işlerden anlamam.
Fakat bu gösterdiğin müdafaa planlarını kim tatbik eder?" Diye sordu. Ben elim ile kendimi işaret ederek:
- Ben yaparım.
Dedim. Talat Bey bu mevzu üzerinde daha fazla konuşmadı, sustu.
Esasen sadece hatır ve gönül almak kabilinden olarak benim yanıma uğramışlardı. Veda ederek ayrıldılar. Sonradan öğrendim ki benim Rumeli'nin müdafaa planları hakkındaki sözlerim Talat Beyin pek garibine gitmiş. Odadan çıktıktan sonra giderlerken Hacı Adil Beye:
"Gördün mü bizim deliyi?" Demiş.”
(Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, s.168)

1918'DE SİYASİ VE ASKERİ DURUM (16.11.1918)
Mustafa Kemal'le yapılmış olan aşağıdaki röportaj Minber gazetesinde yayımlanmıştır.
Minber gazetesi muhabiri Mustafa Kemal Paşaya soruyor:
"Siyasi vaziyet hakkındaki fikr-i devletlerini öğrenebilir miyim?" Atatürk yanıtlıyor: "Ben siyasetle 329 senesinde (1913) Sofya ve aynı zamanda Belgrad ve çetine ataşemiliterlikleri uhdemde bulunduğu bir sene içinde meşgul oldum. Vazifem de sırf askeri olmayıp askeri-siyasi idi. Bu memuriyetim istisna edilirse bütün hayatım Trablusgarp'ta, Balkan Muharebesinin son safhasında ve şimdiki harpte (Birinci Dünya Harbinde) muharebe meydanlarında askerlikle geçmiştir. Bu itibarla siyasetten bahsetmeyi bu meslek müntesiplerine terketmeyi muvafık bulurum.
Mamafih bu ifademle aziz vatanımızın ve bedbaht milletimizin selamet ve menfaatine taalluku itibariyle devletimizin, benim de içinde bulunduğum devrin muhtelif safhalarında umumi siyaset ahengine iştirakini düşünmemiş olduğumu söylemek istemiyorum. Bu hususta muhtelif zamanlara ait derin düşüncelerimi ve bu düşüncelerin icap ettirdiği tetkikatın hülasasını ve neticesini ifade etmek lazım gelirse diyebilirim ki ben, en iyi siyasetin her türlü manasiyle "en çok kuvvetli olmak"ta bulunduğunu kabul ederim. "En çok kuvvetli olmak" tabirinden maksadım yalnız silah kuvveti olduğunu zannetmeyiniz. Bilakis asker olmama rağmen bu, bence, kuvvet muhassalasını vücuda getiren amillerin sonuncusudur. Benim murat ettiğim manen, ilmen, ahlakan ve fennen kuvvetli olmaktır. Bu saydığım hasletlerden mahrum olan bir milletin bütün efradının en son silahlarla cihazlandırıldığını farzetsek bile kuvvetli olduğunu kabul etmek doğru olamaz. “

BALKAN ÜLKELERİ ŞAİRLERİNİN TOPLUMLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ (1903-1905):

”Bilindiği gibi Atatürk, Harp Akademisi'nde öğrenimini sürdürdüğü dönemde el gazeteleri çıkarmış, bir yandan da Beyoğlu'ndaki bir pansiyonda gizli toplantılara katılmıştır. Bu toplantılarda Avrupa'dan gizlice getirtilen gazete ve dergiler okunup konularına göre kupürler halinde bölümlenerek saklanmış, üzerlerinde yorumlar yapılarak düşünce ve bilgi çevrenlerini genişletmişlerdir. Atatürk'ün sınıf arkadaşlarından Asım Gündüz, bu konuda şöyle demektedir:

"Harp Akademisi'nde her cuma akşamı sınıfta toplanıyor, kapılar kapandıktan sonra Mustafa Kemal kürsüye çıkıyor, tıpkı bir konferansçı gibi (...) öğrendiklerini bize anlatıyordu ... " Mustafa Kemal bu konuşmalarından birinde şunları söylemiştir:

Altı yüz yıl kadar önce Anadolu'da doğan Osmanlı İmparatorluğu 350 yılda Viyana kapılarına kadar ilerledi...İmparatorluğu güçlendiren manevi faktörler zayıfladığı için, yavaş yavaş Viyana, Budapeşte, Belgrad elden çıktı. Artık bir avuç Rumeli toprağına sığındık. Şimdi de elimizde kalan küçük toprak parçasını Ruslar ve Avusturyalılar almak istemekteler. Rusların bütün emelleri, kendi ırklarından saydıkları Bulgarlar ve Sırplara Balkanları peşkeş çekmektir. Avusturyalılar ise Adriyatik'ten Akdeniz'e, Selanik'e uzanmak hevesindedirler. Tarihte inkılaplar, önce aydın kişilerin kafasında fikir halinde doğmuş, zamanla toplumu sarmıştır. Bakınız dünkü vilayetimiz Bulgaristan'ın bir milli şairi vardır. Bu şair, şiirleriyle Bulgarları mütemadiyen kurtuluş hareketine, meskenetten silkinmeye çağırmıştır. Milletine, tarihine aşık olan bu sanatkar, kısa zamanda kitleye hakim olmuş, şiirleri halk arasında dilden dile dolaşmaya başlamış, 500 yıldır biz Türklerin çobanı olan Bulgarlar onun gösterdiği yolla istiklallerine kavuşmuşlardır. Belki de bir süre sonra bizden, başka yurt topraklarımızı isteyecekler ve alacaklardır.

Sırpların da iki gözü görmeyen bir milli şairleri vardı. O da aynı yoldan yürüyerek milletine milli duyguları, istiklal fikrini aşılamıştır. Şiirlerinde Miloş Kaploviç'lerden, Sultan Murat'tan bahsederek toplumun hafızasına milliyet fikrini aşılamıştır. Onun bir şiirinde Sultan Murat'ın' şu sözleri vardır: "Hıristiyanlara zulüm etmeyiniz. Zulüm ve istibdat saltanat ve hakimiyeti parçalar .." O, şiirlerinde istiklal fikrini işler ve savunurken gerçekleri de gizlememek olgunluğunu göstermiştir.
Yunanlıların da böyle bir milli şairleri vardır. O da, yıllar boyu eski Yunan medeniyetini şiirleriyle anlatırken ulusuna güç kazandırmak, hürriyet için birlik ve beraberlik şartını telkin etmek istemiştir.

Bütün milletlerin böylesine çırpınan, milletini uyandırmak isteyen milli şairleri, aydınları vardır. (Asım Gündüz, Hatıralarım, s.14,16)
Başka milletlerin şairleri, aydınları böyle çalışıp milletlerini uyarırlarken nerede bizim mütefekkirlerimiz, nerede bizim şairlerimiz? .. Bizim bir Namık Kemal'imiz var ... O, Türk milletinin yüzyıllardan beri beklediği sesi verdi. Fakat, ne şiirlerini okuyabiliyor, ne konuşmalarını duyabiliyoruz. Bu milletin tarihinin bir yönünü belirten "Vatan Yahut Silistre" piyesini bile temsil ettirmediler.

Arkadaşlar!.. Bizlere büyük görevler düşüyor. Yarın görev alıp gittiğimiz her yerde milletimizi yetiştirmek için subaylarımızın öğretmeni olacağız. Gittiğimiz yerlerde aydın gençlerle arkadaşlık ederek onları bu yola yönelteceğiz. Yurdumuzu ve imparatorluğu büyük tehlikelerin beklediğini hatırdan çıkarmamak durumundayız.”

(Asım Gündüz, Hatıralarım, s.14, 16)

BALKANLARDA BARIŞ: 

‘'Balkan milletleri arasında sulhu ve anlaşmayı istihdaf eden her millete mensup hususi teşekküllerin faaliyetlerini takdirle yadetmek benim için hususi bir zevktir. Türkiye, coğrafi vaziyeti itibariyle Balkanlarda sulhun muhafaza ve takviyesinde bilhassa alakadardır. Komşularıyla hemen hiçbir davası ve ihtilafı bulunmamak vaziyeti Türkiye'nin temenniyatına hususi bir samimiyet izafe etmek tabiidir.‘' (Atatürk, 1931)

”Biliyorsunuz ki Balkanlar içinde mevcut hükümetlerden biri hariç olmak üzere -Yunanlılar hariç- Yugoslavya ile, Romanya ile ve Bulgaristan ile alışverişimiz yoktur. Bizce temenni olunur ki onlarla dost olalım. Onlar bizim ile dost olsunlar. Türkiye'nin dostluğu onlar için çok faydalıdır. Bu memleketlerde Türkiye'nin dostluğunun kıymetini takdir edenler vardır. Fakat gariptir, her yerde olduğu gibi güzel ve şumullü hakikatler ve kanaatler, biraz müşküller göze alınmadıkça tatbik sahaları bulamıyorlar. Balkan hükümetlerinin fiili olarak düşmanımız olanlarla birleşip aleyhimizde hareketlerde bulunabilmeleri de bazılarının hatırına gelebilir. Bundan da katiyen endişe etmeyiniz. Esasen buna çalışabilenler olsa bile muvaffak olmaları güçtür. Buna muvafakat edenlerin nihayete kadar zararlı olacaklarına hiç şüphe edilmesin. Esasen böyle düşüncenin fiile çıkması bizim üzerimizde olsa bile hiçbir etki yapamaz. Bizim hedefimiz gayet sarihtir. Bizi oraya yetiştireceğine emin olduğumuz istikamet, çok doğru ve haklıdır. Biz ne olursa olsun o istikameti takip edeceğiz. Herhalde o hedefe yetişeceğiz.”
(Türkiye’nin Geleceği Üzerine İzmir’de Halkla Konuşma, 2.2.1923)

BALKANLARI NİÇİN KAYBETTİK?:   “Biz Balkanları niçin kaybettik biliyor musunuz? Bunun tek bir sebebi vardır. Bu da İslâv araştırma cemiyetlerinin kurduğu Dil Kurumlarıdır, bizim içimizdeki insanların millî tarihlerini yazıp millî şuurlarını uyandırdığı zaman biz Balkanlarda Trakya hudutlarına çekildik.” (Enver Behnan Şapolyo, 1951 Olağanüstü Türk Dili Kurultayı, S. 54)   BALKANLILAR:   2 Eylül 1936 günü İstanbul'da yapılan Balkan Folklor Festivali'nden sonra aynı günün gecesinde festivalciler onuruna Beylerbeyi Sarayı'nda bir balo düzenlenmiştir. Atatürk saat 0.2'de baloya gelmiştir. Atatürk, Türk ve Balkan ekiplerinin çeşitli folklor gösterilerini ilgi ile izlemiş, beğenilerini belirtmiş, sanatçıları kutlamıştır.

Bu arada General Kazım Dirik'e orada okunmak üzere söylev metinleri dikte etmiştir. Bu metinlerden aşağıya aldığımız birincisi General Kazım Dirik tarafından, ikinci metin de küçük bir öğrenci tarafından okunmuştur.

         "(       ) Anlatmak ve duymak, anlatabilmek ayrı ayrı maharetler, sanatlardır. Benim anlatmak istediklerim sizin çok sezişli huzurunuzda hiçbir edebi sanata ihtiyaç bırakmayacaktır sanırım. Onun için sözlerim sizin sıcaklık, dostluk saçan havanız içindeki duygularımın ateşi kadar, parlaklığı kadar heyecanlı olmasa da anladığınızı sanırım. Bunlar, -duyurduğum derecede- benim kalbimin ifadesidir.
Huzurunuzda konuştuğum Balkanlılar, Bulgarlar, Helenler, Romanyalılar, Türkler, Yugoslavyalılar! Siz hepiniz ne kadar birbirinizden ayırt edilmez insanlar olduğunuzu, birbirine girmiş candan arkadaşlık ve samimi yaşayışınızla bir defa daha göstermiş, ispat etmiş bulunuyorsunuz.

Biz Türklerin bu temiz insanlık camiasiyle beraber oluşu, beraber olduğumuzu göstermeye yarayan her vaziyetten ne kadar büyük saadet duyduğumuzu söylemeye hacet yoktur.

Beşeriyette saadet, işte böyle insanoğullarının birbirlerine yaklaşması, insanların birbirini sevmesi, hepsinin temiz his ve düşüncelerini birleştirmesiyle olacaktır.
Bu geceki birleşik vaziyetimiz bu idealin yüksek sevincidir. İşte bunun için ev sahibi olarak bütün kıymetli misafirlerimize derin sevinçlerimi beyan ederim.
Türk kardeşlerim! Sizleri Türkiye Cumhuriyetinin Yirminci Asır dünyasına doğduğu insanlar olarak selamlarım.

Siz Balkanlı kardeşlerim!

Memleketime, onu kendi evleri gibi bilerek gelmiş olmanızdan ne kadar çok bahtiyarım. Ben Türk çocuğu siz Balkanlıları seviyorum. Siz de beni seviyorsunuz değil mi? Ben işte kollarımı açıyorum size. Siz de bana göğsünüzü açık bulundurunuz. Biz biriz. Bunu bu temiz jestlerimizle evvela birbirimize, sonra bütün dünyaya gösterelim.

Bayanlar, baylar, dans ediyorsunuz; müzik dinliyorsunuz. Bu oyunlardan ve müzikten hoşlandığınız besbelli. Fakat ne oyunun, ne de musikinin nereden geldiğini, insanlar için ne kadar çok eski ve esasi ehemmiyeti olduğunu bilmem ki düşünmek için bir an zihninizi yormak zahmetinde bulundunuz mu? Ben bu hususta sadece dikkat nazarınızı insanlığın bu büyük hakikati üzerine çekmek istiyorum:

a) Hareket, faaliyet, b) İnsanların egosunu yumuşatan, incelten, tanrılara, tanrıçalara unvan olan müzik ... İşte bu iki şey insanlığın medeni hayatında çok büyük amildirler. Başında dans ve müzik olduğunu inkar etmek mümkün değildir. Dans ve bunu da tahrik eden musiki işte bu medeni insanlığın en büyük damgası.

Bir millet çok şeyde inkılap yapabilir. Fakat musiki inkılabı, milletlerin yüksek tekamülünün beratıdır.” (3.9.1936)

“Ve yine Bulgarları, Sırpları, Yunanlıları misal olarak bize göstermişlerdir. Onlar da vaktiyle Türkiye'nin elinde idi. Fakat bilahare ilan-ı istiklal edebildiler. Biz de onlara misal olarak dedik ki:

Harb-i Umumi'nin başlangıcında bütün memleketi baştan nihayete kadar düşman orduları istila ettiği halde yine istiklalini vermedi, sebat etti, azim gösterdi ve binnetice hakim olan Sırplar memleketin haricine çıkarılmış oldukları halde bile tekrar memleketlerine yine girebildiler. Ve bizim kanaatimize göre Türkiye Büyük Millet Meclisi memleketin bir karış müstakil toprağı kalmış olsa bile onun üzerinde yine istiklal davasını idameye azmetmişlerdir. Binaenaleyh, İstanbul'da tamamen bizimle hem-kanaat olanların mevcudiyetini zannetmek maatteessüf doğru değildir.”
(TBMM Gizli Oturum, 5 Şubat 1921)

RUM PATRİKHANESİ:

Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgeler, İstanbul Rum Patrikliği'nde kurulan Mavri Mira heyetinin illerde çeteler kurmak ve yönetmekle, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla uğraştığını doğruladı. Yunan Kızılhaçı, resmi göçmenler komisyonu, Mavri Mira kurulunun çalışmalarını kolaylaştırmaya yardım ediyor. Mavri Mira kurulunca yönetilen Rum okullarının izci örgütleri, 20 yaşını aşmış gençleri de içine alarak, her yerde geliştiriliyor.

Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira heyetiyle düşünce birliği içinde çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tam Rum hazırlığı gibi ilerliyor.

Belge :1 - Çok gizli tutulacaktır.                                                  Erzurum, 22.8.1919

Genelge
Pek sağlam kaynaklardan edinilen bilgiye göre, İstanbul Rum Patrikhanesi'nde Mavri Mira adında bir heyet oluşturulmuştur. Bunun başkanı Partik Vekili Droteos, üyeleri Atinegora, İnoz metropoliti, Yunan kaymakamı, Giritli Katehakis, Katelopolos, Dipasimas, Ayinpa, Polimipis, Siyari adlı kişilerdir.

Heyet doğrudan doğruya Venizelos'tan talimat alıyor. Rumların ve Yunan hükümetinin para yardımlarıyla pek büyük bir sermayesi vardır.

Görevi, Osmanlı illerinde çeteler kurmak, yönetmek, mitingler ve propaganda yapmaktır. Yunan Kızılhaçı da bu Mavri Mira heyetine bağlıdır. Görevi, dış görünüme göre göçmenlere bakmak gibi insancı1 bir perde arkasında çete örgütü kurmak, ayaklanma düzenlemek için hazırlık yapmaktır. Böylece, hekimlik ve sağlık malzemesi adı altında silah, cephane ve gerekli gereçleri Osmanlı ülkesine sokmaktır. Hatta, resmi göçmen komisyonu da Mavri Mira heyetine bağlıdır.

İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsolosluğu silah ve cephane deposu halini almıştır ve hatta kiliseler ibadet yerinden çok askeri ambar gibi kullanılmaktadır.

Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira heyeti tarafından satın alınmıştır.

Rum okullarının, daha önce bizim yapıp da, tam şimdi sırası iken maalesef bıraktığımız izci örgütleri tamamen Mavri Mira heyeti tarafından yönetilmektedir. İstanbul, Bursa, Bandırma, Kırkkilise, Tekirdağ ve buralar çevresindeki izci örgütü tamamlanmıştır. İzciler yalnız çocuklar değildir. Yirmi yaşını aşkın gençler de bunların içindedir. Anadolu'da Samsun ve Trabzon cephane dağıtım yerleridir. Elverişli bir durumda yelkenli bir Yunan teknesi istasyon olarak cephane ve silahları bu yerlerde bulunduracaktır. Ermeni hazırlığı da, tamamen Rum hazırlığı gibidir.”
(NUTUK, c-I, s,2; c-III, s-l).

“Azınlıklara gelince, bu konuda değiş tokuş ileri sürmüştük. Öbür devletlerin temsilcileri de bu konuda bizim fikrimizi izlemişler ve onaylamışlardı. Ama bir fesat ve hıyanet ocağı olan, ülkede ayrılık ve uyuşmazlık tohumları saçan, Hıristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluk ve felaket simgesi olan Rum Patrikhanesini artık topraklarımızda barındıramayız. Bu tehlikeli örgütü ülkemizde tutmamız için ne gibi vesile ve nedenler ileri sürülebilir? Türkiye'nin Rum Patrikhanesi için topraklarında bir sığınak göstermeye ne zorunluğu vardır? Bu fesat yuvasının gerçek yeri Yunanistan değil midir?” asd:c./II-s·57/25·12.1922/Le Jounıal muhabiri Paul Herriot'a Çankaya' da verilen  demeç.

" ... Fakat bir fesat ve hıyanet ocağı bulunan, memlekette ayrılık ve anlaşmazlık tohumu saçan, Hristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluk ve felaket kaynağı olan Rum Patrikhanelerini artık topraklarımızın üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler gösterilebilir?

Türkiye'nin Rum Patrikhanesi için arazisi üzerinde bir yer göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesat ocağının hakiki yeri Yunanistan' da değil midir?"
(12.12.1922, Vakit Muhabirine Demeç, ASD, III, s.79.)

(...patrikhanenin siyası mes'eleler ile uğraşmamak üzere İstanbul'da kalabileceğini, bu şarta aykırı hareketi görüldüğü takdirde derhal hudut haricine çıkarılabileceğini söyledikten sonra...)
(22.1.1923, Bursa Şark Sinemasında Halkla Konuşma, ASD, II, s.72.)

PATRİKHANELER VE HİLAFETİN AYRICALIKLARI: ”Hilafetle birlikte Türkiye'de bulunan Ortodoks ve Ermeni kiliseleriyle Musevi hahamlığının da ortadan kalkması lazımdır. Hilafet ve bu çeşitli patriklikler yüzyıllardan beri dinsel yetkileri dışında çok büyük ayrıcalıklar topladılar. Halkın oyuna dayanılarak tanınan hukuk dışında ayrıcalıklarla cumhuriyet yönetiminin uygulanması olanaksızdır. Geçmişte, özellikle Abdülhamit'in tahttan indirilmesinden sonra anayasamızı ve meşrutiyet yasalarını batının uygarlık düzenini örnek alarak değiştirmek için çok çalıştık. Ama bu girişimimiz sonuçsuz kaldı. Çünkü her adımda patrikhaneler ve hilafet gibi siyasal ve dinsel kuruluşların hukukuyla karşı karşıya kaldık.

Yüzyıllar önce Türk Müslüman ceddimiz bu ülkede hüküm sürerken siyasal ve dinsel yetkilere sahip liderler tarafından yönetilen cemaatler buldular. O tarihte dinsel inançları buraları fethe gidenlerin inançlarından farklı olan, bu ele geçirilmiş ülkenin insanlarla birlikte yaşama gereği duyulmuştu. O nedeniyle bu ilk fatihler egemenlikleri altındaki çeşitli ulusal toplulukları, alıştıkları kendi dinsel liderleri aracılığıyla yönetmeyi uygun buldular ve bu liderlere büyük yetkiler verdiler.

Halife'nin ve patriklerin bu ayrıcalıkları yasalarımızın esasını oluşturmuştu Bu düzenleme o tarihte gerekli önlemlere dayansaydı bile bir tehdit oluştururdu. Çünkü bu durum gelişmemizi aksattı ve geciktirdi. Bunun sonucu olarak da Türkiye tek başına Avrupalı komşuları olan uluslar arasında geri kaldı. Hükümet işlemiyordu. Patrikhanelerin ve Hilafetin karşı çıkmalarıyla karşılaşmadan hiçbir iyileşme ve ilerleme fikri benimsenemiyordu. Bununla birlikte yöntemlerimizden bazılarının değiştirilmesi zamanı geldi ve o vakit Hilafette tüm değişikliklere karşı şiddetli bir düşmanlık gördük. Patriklerin öfkesini çekmeden eğitim düzenimiz değiştirilemezdi. Bunlar yardım aramak için her zaman yabancı hükümetlere başvuruyorlardı.

Rusya yüzyıllar boyunca İstanbul Rum Patrikhanesi üzerindeki egemenliğine dayanak iç işlerimiz üzerinde zararlı bir nüfuz sahibi oldu. Rum, Ortodoks ve Ermeni patrikhaneleri aracılığıyla yönetimimiz öbür kilise yönetimlerin oluşmasını gerekli gördü. O vakit Rum Katolik Patriğini ve Yahudilerin Hahambaşısını onaylamak zorunda kaldık.

Protestanlık ortaya çıktığında İstanbul'da bir Protestan kilisesi temsilcisinin bulunmasını kabul etmek zorunluğuyla karşılaştık. Ona da Rum Patrikhanesinin ayrıcalıklarını tanıdık. Son zamanlara kadar vergiler kiliseler aracılığıyla toplanırdı. Yani hükümet varlıkları esas alarak vergi koymakla birlikte verginin toplanması her bölgede özel din liderlerine bırakılırdı. Başka bir anlatımla, örneğin 500 Protestan’dan oluşan bir cemaatten toplu halde bir vergi alınır, bunun dağılımı ve toplanışı hakkında hiçbir şey söylenemezdi. Sermaye vergileri de aynı yöntemle toplanırdı.

Patrikhanelerin ve hilafetin ayrıcalıkları gereği hükümet eğitim düzenini iyileştiremezdi. Türkiye'de yerleşik her cemaat resmen yetkisi olsun, olmasın kendi dinsel okullarına ve liselerine sahipti. İmparatorluk sınırları içinde de her ulusal topluluk kendi dilini konuşur, kendi dininin gereklerini yerine getirirdi. Ne var ki bu okullar ihanet projelerine hizmet etti. Ermeniler Türk egemenliği altında açıkça bağımsız bir krallık için çalışıyor, yabancıların eylemli yardımlarıyla hayallerini gerçekleştirmek için sürekli entrikalar çeviriyorlardı.

Bizimle 400 yıl bir arada yaşamış olan Rumlar günün birinde kendilerini boyunduruk altında sayarak Türklerin egemenliğinden kurtulacakları günü düşünmeye başladılar. Okullarında kendi dillerini ve dinlerini öğretip egemenliğinde yaşadıkları hükümeti yabancı saydılar.

Öbür uluslarla da aynı şey oldu. Türkiye'de kiliseler ve okullar kışkırtma odağı idi. Müslüman olmayanlar, hatta imparatorluk sınırları içindeki Müslüman Araplar aynı amaçla okullarında Türkçenin öğrenilmesini bir yana bıraktılar. Böyle bir duruma İngiltere'nin, Fransa'nın, Amerika ya da başka bir ülkenin ne kadar süreyle katlanacağını sormak isteriz.”
asd:c. V-s..I04-106/4.4.1924(The  New York Herald muhabirine demeç

RUMELİ

 

RUMELİ’NİN KAYBI (1905) : “Arkadaşlarım, sizlere üzülerek ifade etmek zorundayım ki Osmanlı İmparatorluğunun temelleri Avrupa yakasında iyice sarsılmıştır. Rumeli'de Sırp, Yunan ve Bulgar komitacılarını besleyen Ruslar, dedelerimizin kanları pahasına aldıkları bu Türk yurdunu bizden koparmak gayretindedirler. Bu bölgede orduların başında bulunan kumandanlar acz içindedirler. Avrupalıların "Kızıl Sultan" adını verdikleri Padişah Abdülhamit ise, orduya bakmamaktadır. Aylardan beri maaş alamayan subayların bulunduğunu öğrendim. Orduda talim ve terbiye yoktur. Padişah, sarayında keyf ve alemler içindedir. Bu asırda böyle hükümdarı bulunan bir devleti kolay yaşatmazlar.

Nerede Fatih, Yıldırım, Kanuni, Selim III gibi hükümdarlar. Son devir Osmanlı padişahları hep cahil ve zavallı kimseler. Kendileri cahil oldukları için de, memlekete düzen verebilecek, millete hizmet edebilecek vezirlere asla tahammül edememişler, memleketi bu hale sürüklemişlerdir. Abdülmecit; Mustafa Reşit Paşa'dan, Abdülaziz; Ali ve Fuat paşalardan, Abdülhamit; Mithat Paşa'dan, Hüseyin Avni Paşa'dan, Süleyman Paşa'dan daima korkmuştu. Sıkışık zamanlarda onları sadarete layık görmüşler, tehlikeyi atlattıktan sonra Mahmut Nedim gibi dalkavukları, hırsız ve uğursuzları iş başına getirmişlerdir. Şunu iyi bilelim ki Mithat Paşa sağ olsaydı, Hüseyin Avni Paşa öldürtü1meseydi ne ordumuz, ne donanmamız bu hale düşecekti. Akdeniz'de ikinci durumda bulunan donanmamız, Karadeniz'de Ruslara herhalde dersini verecek, 1877-1878 seferinde Tuna boylarından Yeşilköy'e kadar çekilmeyecektik. Türk-Yunan savaşında bu donanmayı Haliç'ten çıkamayacak hale getirmek suç değil midir? Millet, padişahından neden hesap soramamalıdır? Bir hiyanet olan bu davranışlarda bulunan bir insanı Fatih'lerin, Yavuz'ların torunu olarak kabul etmek mümkün müdür?” Harp Akademisi'nde yapılan gizli söyleşi toplantılarında söylenmiştir.
(Asım Gündüz, Hatıralarım, s.17, 18)

TRAKYA:

TRAKYA CEPHESİ: “İzin verirseniz, yeniden İstanbul'a dönmek üzere, birazda, Edirne dolaylarındaki duruma göz atalım. Şimdiye kadar genel olarak söylediklerim arasında yeri geldikçe Trakya'yı da hiçbir zaman örgütlerimizin dışında tutmadığımızı anlatmış olduğumu umarım. Edirne ile ilişkimiz ve haberleşmemiz, memleketin her yeriyle olduğu gibi sürdürülmekteydi.

Yaptığımız yazışmalardaki dikkate değer bazı noktaları yüksek heyetinize açıklayarak bildirmek uygun olur.

1.Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey, 31 Aralık 1919 günlü, çok ayrıntılı, bir raporunda Trakya'da ve özellikle Batı Trakya'da Yunanlıların yaptıkları girişimleri ve çalışmaları eksiksiz açıklıyordu. Kendisinin bu olağanüstü çalışmalara karşı gereği gibi tertibat alamadığından şikayeti vardı.

 Kolordusunun bu durum ve gelecekte çıkabilecek olaylar karşısında görevini yapabilecek bir konum almasına General Milne'nin olmaz dediğinin yazışma sonunda anlaşıldığını bildiriyordu.

General Milne'nin, teribat almamıza razı olmayacağına elbet kuşku yoktu. Bu açık gerçeği yazışma yoluyla sorup anlamaya, bilmem nasıl bir fikir ve muhakemeyle, kalkışılmıştı.
Cafer Tayyar Bey'e, 3 Ocak 1920'de verdiğim talimatta, gönderdiğimiz gizli yönetmeliğe göre silahlı birlikler kurulmasını yeniden hatırlattım. «Askeri durumu değiştirmekle elde edilemeyen yararların bu şekilde karşılanması gereklidir» dedim.
Harbiye Nazırı bulunan Cemal Paşa'ya da yine o gün durumu bildirerek Yunanlıların Doğu Trakya'da olsun, hazırlıklarına engel olunmasını yazdım.
Trakya-Paşaeli Cemiyeti'nin gönderdiği raporlarda, gereği gibi örgütler kurulamadığından söz ediliyor ve bazı yüksek görevlilerden yakınılıyordu. Bu gibi görevlilere öteden beri bazı uyarmalarda bulunuyordum.
Yakınmanın önemlisi Cafer Tayyar Bey'den gelmeye başladı. Örneğin, bu konuyla ilgili olarak okuyacağım şu mektup bir fikir verebilir sanırım.
Muhterem Paşam: 26 Ocak 19.20 Arif Bey'in Trakyalılarla ilgili söylediklerini doğrularım.Trakya Cemiyeti, silah gücüyle desteklenmemiştir. Ne yazık ki, Cafer Tayyar hepimizi aldatmış, hiçbir örgüt kurmamış, bir tek tüfekle olsun, silahlandırma işine girişmemiştir. Cafer'i, yalnız kendisini düşünmekle suçlarım. Bulgaristan durumundan da büsbütün habersiz, bir aymazlık içindedir.

Son günlerde Cafer'in tümenlerine yazdığı bir emir, rastlantıyla elimize geçti. Yunanlıların yaptıklarından ve düşüncelerinden söz ettikten sonra, bu durum karşısında artık Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nin talimatına göre milli örgütler kurmaya başlamak gerekirse, bu işte subaylar aracılığıyla halka yardım edip etmemek konusunda ne düşündüklerini komutanlardan soruyor. Artık, düşününüz…Allah, milli işlerde aldatanları kahretsin. Ama, yazık aldanmış olanlara.

Sonuç: Bulgar askerleri Batı Trakya'yı boşaltarak gittikleri ve beş on memurla 150-200 jandarmadan başka kuvveti bulunmadığı halde bile, ayaklanarak ve savaşarak, vatanı savunacağını beklediğimiz Trakya, bir şey yapamadı. Cafer bu durumda bir acı duydu mu, bilmem. Bunun için, artık Topçu İhsan'ı, Veteriner Rasim'i (zeki, canlı, ılımlı, pek güvenilir bir arkadaş) örgüt kurmak üzere Trakya'ya göndereceğiz. Buradan silah da göndereceğiz. Körolası Cafer, yalnız bunları serbest bıraksın. Gölge etmesin başka ihsan istemeyiz.
Edirne hattını, İngilizler katıksız İngiliz olan erler1e teslim alıyorlar.

Yunanlılar; Hadımköy, Çorlu, Lüleburgaz'da toplanıyorlar. Bulgaristan kaynaşıyor. Yunan haydutluğu çok. Halkın sızlanması karşısında Vali elini oğuşturmakta. Cafer güçsüzlüğünü göstermekte. Trakya'nın bolşevikliğe karşı yabancı kuvvetlerin yığınak yeri olacağı, Bulgarların harekatına uğrayacağı umulur. Orada kuvvetli bir pençe ve kafa gerek. Ne Cafer, ne Vali bu işe yeterli ve özverili değiller. İşte gidiş ve durum budur. Ben bunlarla çok uğraşıyorum. Geçen gün bir şifrenizi almış, çok üzülmüş ve şifreyle açıklama isteğinde bulunmuştum. Cevap alamadım. Paşam, kişisel bir siyaset güttüğümü mü sanıyorsunuz. Yoksa, amacı kavramayacak, durumu anlamayacak şaşkınlardan olduğumu mu tahmin ediyorsunuz? Her iki hali de protesto ederim. İman ve inancım birdir. Hiç sapmadan yürüyorum. Yalnız, başka bir şey düşünüyor ve bana söylemek istemiyorsanız ona bir şey demem. Açıkça bildirmenizi rica ederim. Sert ve azarlayıcı sözlere pek çok üzülürüm. Bu, beni çalışmaktan alıkoymaz. Beni muhalefete sürüklemez. Ama, arada senlik, benlik işini ortaya çıkarması elbette beklenebilir. Buna göre dikkatinizi çeker ve gerçek iyice belirmeden ve benim neler çektiğimi anlamadan girişimlerde bulunmamanızın, sizden beklenen ve hiç ihmal olunamayacak olan incelik ve soğukkanlılık gereği olduğunu şuracıkta söylememe izin veriniz. Saygılarımla, başarı dileklerimi sunarım Paşam.

Efendiler, Edirne'den gelen yazılardan raporlardan bence yanlış bir siyasi görüş üzerinde durulduğu anlaşılıyordu. Şimdi okunan mektupta da bu yanlış görüşün uygun bulunduğunu gösteren cümleler vardır. Bu yanlış ilkeyi düzeltmek için öteden beri ileri sürdüğümüz düşüncemizi 3 Şubat 1920 günü bir kez daha Cafer Tayyar Paşa'ya ve İstanbul'da Rauf Bey 'e bildirdim.

Yinelediğim düşünce şuydu:

Doğu ve Batı Trakya'nın milli bir bütün olarak tasarlanması ve söylenmesi doğru bir siyaset değildir. Doğu Trakya'nın yurdumuzun bir parçası olduğuna karşı gelinemez ve tartışılamaz. Batı Trakya ise bir anlaşmayla daha önce bırakılmış bir topraktır.
Olsa olsa Doğu Trakya Batı Trakya'yı kurtarmaya çalışanların bir toplanma ve yönetim yeri olabilir.

Doğu ve Batı Trakya'nın birliğini üsteleyerek ileri sürmek, Doğu Trakya 'da da bazı isteklerin ileri sürülmesine yol açabilir.
Bulgarların Ege denizinde iktisadi bir çıkış yeri istemeleri ayrıca üzerinde durmayı gerektirir. Bulgaristan'da bu bakımdan çalışılmalıdır.

Cafer Tayyar Paşa da görevlilerden, ileri gelen kişilerden, halktan yakınıyordu. 7/8 Mart 1920 tarihli bir şifresinde, ”Bizde halk her işi Hükümetten beklemekte, yüksek sivil görevlilerin tarafsız bir durum ta1kınmaları yüzünden milli örgütler istekleriniz üzere kurulamamaktadır. İl içinde sık sık yapmakta olduğum denetlemelerde özellikle köylülerle sıkı ilişki kuruyorum. Ama, her köye gidemiyorum. İşin köklü ve yaygın olması hepimizce istenilmekte olup bunun da belirtilen sakıncaların ortadan kaldırılmasına çalışılmakla gerçekleştirilebileceğini bilginize sunarım.” diyordu.

Efendiler, General Milne, Cafer Tayyar Paşa'ya askeri konumunu değiştirtmiyor. Vali ve Mutasarrıflar tarafsız kalıyor ve her işi hükümetten bekleyen halka milli örgüt kurmada önderlik ve kılavuzluk etmiyorlar. Bu sakıncalar kalkmadıkça, işin köklü ve yaygın olamayacağı kanısında bulunuluyor.

Efendiler, o günlerdeki, Şubat 1921, Trakya durumuna hep birlikte göz gezdirelim:
Doğu Trakya'da, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti, Trakya-Paşaeli Merkez Heyeti bir kongre yaptı ve bu kongre, Trakya'nın yönetimini, Trakya-Paşaeli Merkez Heyetine verdi. Trakya'da Kolordu Komutanı bulunan Cafer Tayyar Bey bu Merkez heyetinin üyesi olmakla birlikte Edirne Milletvekili olarak da Meclisimize üye seçilmişti. Trakya Merkez Heyetine ve Kolordu Komutanı'na verdiğimiz talimat, Trakya'nın kaderinin bütün memleketin kaderine ve talihine bağlı olduğu ve onunla birlikte düşünülebileceği ilkesine dayanıyordu. Savaş durumu bakımından da verdiğimiz direktif şuydu: Üstün kuvvetlerin saldırısına uğranılırsa sonuna kadar dayanılacak ve Trakya bütünüyle işgal edilse bile ileri sürülecek herhangi bir çözüm yolu, tek başına kabul olunamayacaktır. Öteden beri Trakya'daki komutanın da kararının böyle olduğu söylenmekteydi. Ama son zamanlarda Komutan Cafer Tayyar Bey yabancıların verdiği güvence üzerine, yapılan çağrıyı kabul ederek İstanbul'a gitmiş, bizi ancak dönüşünden sonra durumdan haberdar etmişti. Anlaşıldığına göre, Doğu Trakya'nın yalnız başına varlığını koruyamayacağı, ancak Batı Trakya ile birleşerek bir yabancı yönetimle yaşayabileceği yolunda düşünceler aşılanmış…Herhalde maneviyatını kıracak birtakım propagandalar yapılmış.

Cafer Tayyar Bey İstanbul'dayken tümen komutanlarından Muhittin Bey, İstanbul'dan Kolordu Komutanlığı'na atanmış, Cafer Tayyar Bey'in Trakya'ya dönmesine izin verilmiş. Cafer Tayyar Bey, İstanbul'daki ilgililerle görüştükten sonra Muhittin Bey önermişse de, artık Kolordu'nun Komutanlığı'nı üzerine almamış, Muhittin Bey'in üzerinde bırakmış. Böylece Trakya'nın talihi İstanbul siyasi çevrelerinin etkisine bırakılmış.
Efendiler, Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman Trakya'da 1. Kolordu'nun konumu şöyleydi:
Kolordu karargahı Edirne'de; 60.Tümen Keşan, Edirne, Uzunköprü bölgesinde; 55.Tümen Tekirdağ bölgesinde; 49.Tümen Kırkkilise bölgesinde.

Yunan ordusu, Anadolu' da, Garp Cephesi'nde yaptığı genel saldırıda başarı elde ettikten sonra, 20 Temmuz 1920'de Tekirdağ'a bir tümen çıkardı. Tekirdağ bölgesinde çok dağınık bir durumda bulunan 55.Tümen toplanmaya vakit bulamadan Yunan tümeni Edirne doğrultusunda yürümeye başladı.

Batı Trakya'dan, Meriç'i geçerek saldırmak isteyen Yunan kuvvetleri, o bölgedeki 60. Tümene komuta eden Cemil Bey'in (İçişleri Bakanı Cemil Bey) ve 15 Hazirandan başlayarak kuvvetleriyle Edirne'ye gelmiş bulunan ve Edirne-Karaağaç istasyonu arasında çetin savaşlar yapmış olan Şükrü Naili Bey'in (Şükrü Naili Paşa) uyanık davranmaları ve direnmeleri üzerine durduruldu ve ilerlemesi önlendi.

Edirne doğrultusunda serbestçe ilerlemekte bulunan düşman tümenine karşı, bütün ı. Kolordu kuvvetlerini toplayıp önlem alacak komutanın, Kolordu Komutanı Muhittin Bey'in ne yaptığını bilmiyorum. Yalnız elde ettiğim bilgiye göre, Cafer Tayyar Bey kendi kuvvetleriyle ilişki kurmayarak Havza yakınlarında atla dolaşırken düşmana esir olmuştur. Ondan sonra komuta ve yönetimden yoksun kalan ı. Kolordu'muz büsbütün dağıldı. Birliklerin bir kısmı esir oldu ve bir kısmı da Bulgaristan'a sığındı. Sonuç olarak Trakya baştan başa Yunanlıların eline geçti. Ne yazık ki, ı. Kolordu Komutanından milletin istediği ve beklediği sağduyunun, uyanıklığın ve özverinin belirtisini göremedik.

Efendiler, Trakya'nın özel ve güç durum ve koşullar içinde bulunduğu kuşkusuzdu. Ama bu özellik ve güçlükler hiçbir zaman Trakya'daki Kolordu'nun, askerliğin gereklerini ve vatanseverlik ödevini yapmasına engel olamazdı. Eğer bu yapılmamışsa; millet ve tarih karşısında bundan tek sorumlu Cafer Tayyar Paşa'dır. Tarihte bütün bir vatanı, çok üstün düşman kuvvetleri karşısında son avuç toprağına kadar karış karış yiğitçesine ve namuslucasına savunmuş ve yine varlığını koruyabilmiş ordular görülmüştür. Türk ordusu o nitelikte bir ordudur. Yeter ki, ona komuta edenlerde, komuta edebilmek niteliği bulunsun.

Efendiler, komutanlar, askerlik görev ve gereklerini düşünürken ve uygularken, kafalarını siyasi düşüncelerin etkisi altında bulundurmaktan sakınmalıdırlar. Siyasi durumun gereklerini düşünen başka görevliler bulunduğunu unutmamalıdırlar.
Komutanların, emirlerine verilen millet çocuklarını, memleket araçlarını düşmana, ölüme sürerken düşünecekleri tek nokta milletin kendilerinden beklediği vatan görevini ateşle, süngüyle ve ölümle yapmak ve sonuçlandırmaktır. Askerlik görevi ancak bu anlayış ve inançla yapılabilir. Lafla, siyasetle, düşmanın aldatıcı sözlerine kulak vermekle askerlik görevi yapılamaz. Komutanlık görev ve sorumluluğunu yüklenecek kadar omuzlarında ve kafasında güç bulunmayanların acı sonuçlarla karşılaşmalarından kaçınılamaz.

Efendiler, bir komutanın esir olması da özürlü görülebilir. Ancak, askerlik görev ve gereklerini yapıp uygulamakta elindeki kuvveti sonuna kadar kullandıktan sonra kanını akıtmak fırsatını bulamaksızın düşman eline düşerse ...

Efendiler, bütün ordusu üstün düşman ordusu karşısında yenilip kendiliğinden geri çekilirken, kılıcını çekip tek başına atını düşman başkomutanının çadırına sürerek ölüm arayan Türk komutanları görülmüştür.

Bir Türk komutanının ordusunu kullanmaksızın, herhangi bir kötü rastlantı ve mutsuzluk sonucu da olsa, düşmana esir olmasını biz mazur görsek de, tarih bunu hiç bağışlamaz ve bağışlamamalıdır. Türk inkılap tarihinin gelecek kuşaklara ileteceği sözler ve uyarmalar işte budur.”
(NUTUK c-I, s-289/291; c-II, s-41/44).

“Mustafa Kemal Paşa- çoktan beri Edirne'den resmi bir bilgi almadık. O konuda bilgi veremeyeceğim. Çünkü, ilişkilerimiz birkaç gündür kesilmiş durumda. Söyleyebileceğim şeyler şuradan, buradan öğrendiğim, İstanbul ya da Rum gazetelerinin yayın özetlerinden ibaret kalır. Doğal olarak o özetler de bizim aleyhimizdedir.

Elimizde belgeli bir bilgi yoktur. Yalnız bu münasebetle şunu arz edeyim: Bildiğiniz gibi Trakya, Bulgaristan'la üç deniz arasında kalmış bir toprak parçasıdır ve bu küçük toprak parçasında bulunan kuvvetlerimiz de her taraftan düşman kuvvetleriyle çevirilmiş bir haldedir. Ancak, Trakya için en zararlı, en etkili, zehirden de etkili bir husus vardır ve o da İstanbul ile temas halinde olmasıdır. İstanbul ile temasta ve ilişkide bulunanlar zehirlenirler ve ölüme mahkum olurlar. Eğer Trakya’nın başına bir felaket gelmişse biliniz ki ve sizi temin ederim ki, zehirleyici olan İstanbul'un aldatmalarına kapıldığı içindir.
( ... )

Mustafa Kemal Paşa - .... O nedenle Trakyalılar İstanbul ile çok temasta bulundu. Çok politika yaptılar. Fransızlarla birçok münasebetlerde bulundular ve sandılar ki Fransızlarla İstanbul'dakiler kendilerini korur, esirger ve kurtarır. Gerek İstanbul'dakiler, gerek Fransızlar Trakyalıları Yunanlılara kolaylıkla ezdirebilmek için gerekli önlemleri almakla meşguldüler. O nedenle bu durum felaketle sonuçlanmışsa hata bunu görüp anlayamamış olanlarındır. Bununla birlikte ne olursa olsun bugün Trakya’yı Yunanlılar, İngilizler işgal edebilirler. Kim isterse işgal edebilir. Madem ki bu ulusun akıbeti bu Mecliste kararlaştırılacaktır ve bu Meclis de büyük ulusa ve Anadolu’ya dayanıyor, sonuç olarak İstanbul'u olduğu gibi Trakya’yı da yine burası kurtaracaktır.
asd:c.I-s.99-100/14.8.1920/Trakya ve Düzce olayları hakkında TBMM'ne.

“Tunalı Hilmi Bey (Bolu): Trakya hakkında malumatınız var mı?

Mustafa Kemal Paşa (Ankara): Şarki Trakya mı, Garbi Trakya mı?)

Tunalı Hilmi Bey: Her ikisi hakkında.

Mustafa Kemal Paşa: Efendim, Şarki Trakya'da en son vaziyet, orada bir heyet-i merkeziye vardır. Trakya-Paşaeli Heyet-i Merkeziyesi. Onlar bir kongre yaptılar ve kongre neticesi, Heyet-i Merkeziye'ye Trakya'nın idaresini tevdi ettiler. Bu heyet-i merkeziye, heyet-i umumiyesi itibariyle buraya olan merbutiyetini muhafaza etmekle beraber kendi mukadderatını, tabii, İstanbul'a müracaat etmeksizin deruhte (ve ifa etmektedir.) Orada Kolordu Kumandanı (Cafer Tayyar Paşa) tamamen bu heyete dahil ve Meclisimizce de yine oranın azası olarak intihap edilmiştir. Yani, bütün kuva-yi askerisini oradaki heyet-i merkeziye ile beraber temin-i mukadderat için tahsis etmiş bulunuyor. Takip ettikleri program tamamen bizim takip ettiğimiz programdır.

Zaten öteden beri Fransızların Trakya'yı kazanmak için bazı teşebbüslerde bulundukları anlaşılıyor. Hatta, son zamanlarda Cafer Tayyar Beyi Franchet d'Esperey ile görüşmek üzere teminat verdikten sonra davet ettiler. Cafer Tayyar Bey de İstanbul'a azimet ve avdetinde mufassal malumat verdi. Orada görüşmüşler. Herhalde onların kuvve-i maneviyesini düşürecek tarzda bazı telkinatta bulundukları anlaşılıyor.

"Siz, yalnız başınıza muhafaza-i mevcudiyet ederseniz belki. Garbi Trakya ile beraber olmak üzere harici bir idareyi başarabilirsiniz" gibi bazı telkinatta bulundukları hissolunuyor. Fakat bunlara mukabil oradaki heyet-i merkeziye kumandanı'nın da daima kararı son zamana kadar mukavemet etmektir. Bizim de kendilerine verdiğimiz talimat:
"Size faik kuvvetlerle taarruz edilse ve Trakya bütün zaptedilse (bile) yine onların mukarreratını kabul etmeye mezun değilsiniz. Büyük Millet Meclisi'nin vereceği mukarrerat dahilinde bütün memleketin mukadderat ve talii halledileceğini ve herhalde bütün memleket mukadderatının kurtarılacağını veyahut kendilerinin de yalnız başına bir şey yapabileceklerini" söyledik. Bu suretle hareket ediyorlar.

Garbi Trakya'da yine bir İslam Meclisi Kongresi içtima etti. Onlar da bir heyet-i icraiye vücuda getirdiler. Nev'ama Garbi Trakya'da bir İslam idaresi mevcuttur. Fransızlar da bunu daima tesahübe ça1ışmaktadır. (TBMM Gizli Oturumu, 9 Mayıs 1920)

Trakya'dan geçenlerde bahsetmiştik. En son heyet-i aliyelerine arzettiğim vaziyet şuydu zannederim:
Evvela Şarki Trakya'nın vaziyet-i coğrafiyesi itibariyle müşkülatla hareket etmek mülahazatı dermeyan ediliyordu ve bütün bu mülahazatta bir de Fransız iğfalatı vardı. Herhalde yalnız başlarına muhafaza-i mevcudiyet edilemeyecektir.
"Fransız mandası kabul edelim, muvafık olur mu?"

Diye düşünülüyor. Fransız mandasına girmek, yine neticesi Yunan'lılara verilmek olacağından, o muhabereden sonra Edirne'de 240 kişiden ibaret olmak üzere bir kongre yapıldı. Bu kongrenin verdiği en son mukarreratta suret-i katiyede muhafaza-i mevcudiyet etmek ve Yunan'lılara karşı müdafaayı kabul etmekten ibaretti.
Gerek bu heyetten, gerek kumandanlarından aldığımız en son telgraf ta bu kararın pek katı olduğunu ve bütün Trakya'da bulunan Kolorduca esbab-ı müdafaaya tevessül edildiğini yazıyordu.
Sonra, San Remo müzakeratının hitam bulduğu tabii mesmu-i alinizdir. Türkiye sulhu hakkındaki şartnamenin İstanbul'dan gönderilen heyete tebliğ edildiğini ve bir aya kadar cevap verilmek üzere mezuniyet verildiğini işitmiş olacaksınız. Bizim de malumatımız vardır. Mukarrerat henüz neşrolunmadı. Yalnız bize suret-i hususiyede gelen malumatta bir defa Trakya’nın Çatalca hattına kadar  Yunanlılara itası vardı.(TBMM Gizli Oturum, 17 Mayıs 1920)

“Tam İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal olduğu gün idi ki, ben İstanbul'dan ayrılabilecek sebepleri temin etmiş bulunuyordum. Hakikaten ertesi gün İstanbul'dan dümeni kırık, pusulası yok bir vapura girdik ve uzaklaştık. O zaman benim gördüğüm durum şu idi: Trakya'da, Batı Trakya'da faaliyette bulunan cemiyetler vardı. Doğu Trakya, Batı Trakya cemiyetleri vardı. Burada "Reddi İlhak Cemiyeti" kurulmuştu. Erzurum’da "Müdafaa-i Hukuk" namı ile bir cemiyet kurulmuştu. Trakya'da Diyarbekir diyarlarında başka başka cemiyetler kurulmuştu. Bazı yerlerde adsız kuruluşlar vardı.”
(Türkiye’nin Geleceği Üzerine İzmir’de Halkla Konuşma, 2.2.1923) 

BÜYÜK ZAFER VE TRAKYA.  Mustafa Kemal Paşa, kuvay-ı müttefika oralardan çekilmek ve Türk metalibi ve Trakya, Meriç hududuna müteallik olanlar da dahil olduğu halde tamamen tanınm ak şartiyle bitaraf mıntakaya riayete hazır bulunduğunu beyan etmiştir. (25.9.1922 Reuter muhabirine Demeç-Hakimiyet-i Milliye)

TRAKYA-PAŞAELİ CEMİYETİ: “Edirne ve havalisinde Trakya-Paşaeli ünvanıyla bir cemiyet vardı. Trakya-Paşaeli Cemiyeti'nin ileri gelenlerinden bazılarıyla daha İstanbul'dayken görüşmüştük. Osmanlı Devleti'nin çökeceğini çok kuvvetli bir ihtimal olarak görüyorlardı. Osmanlı vatanının paylaşılacağı korkusu karşısında Trakya'yı, olabilirse Batı Trakya'yı da birleştirerek, bir bütün halinde İslam ve Türk topluluğu olarak kurtarmayı düşünüyorlardı. Bu amaca ulaşmak için, o zaman akıllarına gelen tek çıkar yol, İngiltere'nin, olmazsa Fransa'nın, yardımını sağlamaktı. Bu düşünceyle bazı yabancı devlet adamlarıyla ilişki kurmak ve konuşmak yollarını aramışlardı. Amaçlarının bir Trakya Cumhuriyeti kurmak olduğu anlaşılıyordu.
(NUTUK, c-I, 5-2/3).

TRAKYA VE TRAKYA'NIN DURUMU: " ... Doğu Trakya, hinterlandımızın koparılamaz bir kısmını teşkil etmekte ve Türk ekseriyetini haiz bulunmaktadır. Trakya'nın diğer kısımları için biz memnuniyetle genel oya müracaat olunmasını kabul edeceğiz .... " (Ağustos 1921, Associated Press Muhabirine Demeç, ASD, III, s.38.)
" ... Trakyalılarla İstanbul çok ilişkilerde bulundular. Çok politika yaptılar. Fransızlarla birçok ilişkilerde bulundular ve zannettiler ki, Fransızlarla İstanbul’dakiler, kendilerini himaye eder, korur ve kurtarır. Gerek İstanbul’dakiler gerek Fransızlar, Trakya’yı ve Trakyalıları kolaylıkla Yunanlılara ezdirebilmek için icab eden tedbirleri almak ile meşgul idiler. Dolayısıyle, bu, felaketi getirmiş ise de, görüp takdir edemeyenlerin hatalarının eseridir. Bununla beraber her ne olursa olsun, Trakya'yı bugün Yunanlılar, İngilizler işgal edebilirler. Kim isterse işgal edebilir. Madem ki, bu milletin geleceği bu mecliste kararlaştırılacaktır ve bu meclis de koca Anadolu'ya ve büyük millete dayanıyor, sonuçta İstanbul'u olduğu gibi, Trakya'yı da yine burası kurtaracaktır."
(14.8.1920, TBMM, ASD, I, s.104.)

TRAKYA'YA GEÇMEK HUSUSU: "Trakya'ya gitmek için, Üsküdar ve Karadeniz'den geçeceğim. Bu yolda belirli anlaşmalar imzalamışımdır. Yirmidört saatte en iyi birliklerimi Trakya'ya geçirmeye yetecek nakliye gemilerim de mevcuttur. Bu askerler bir işaretimi bekliyorlar." (13.10.1922, İzmir, Amerikalı Gazeteci Richard Danin'e verilen Demeç, ASD, III, s.68.)

İZMİR VE TRAKYA MES'ELELERİ: "İzmir gibi Trakya dahi, Türkiye'nin Türk çoğunluğun oturduğu tarihi başkentlerdir. Milli eserler ve hatıralarını taşıyan ayrılmaz bir parçasıdır. Vatanımızın bu iki büyük kısmında sözkonusu olan bu mesele, haksız işgal ve tecavüzün derhal kaldırılmasından ibarettir. Rum azınlığı hukukunun Saint-Germain anlaşmasında azınlıklar için söz konusu edilen hukuk derecesinde saklı kalacağı tabiidir. Ezici bir Türk çoğunluğuna sahip olan olan Batı Trakya'ya gelince, bu kıt'anın geleceğinin belirlenmesi için genel oya başvurulmasını kabul ederiz."
07.1.1921, United Telgraph Muhabirine Demeç, ASD, III, s.22.)

 

BALKAN ÜLKELERİ

  ARNAVUTLUK

 
TÜRK-ARNAVUTLUK İLİŞKİLERİ: " ... Bu iki İslam hükümeti halkı ile asırlarca beraber yaşadık. Uzun zamanlar kendileriyle hayat ve kader birliği yaptık. Bu dindaş halk ve hükümeti dahi varlığını muhafaza ve saadetini temin etmenin bağlı olduğu gerçek noktayı takdir edecektir. Bugünkü sıkıntılı vaziyetlerin doğurduğu elim mecburiyetlerden kurtulmak tedbirlerine baş vuracaklardır .... "
(1.3.1922, TBMM, Üçüncü Toplanma Yılını Açarken, ASD, I, s.253.)

"Tarihin hayli uzun senelerinde birçok sahalarda kader birliği yapmış olan iki millet arasındaki dostluk bağlarını kuvvetlendirmek suretiyle iki memleket menfaatlerine hizmet ve iki dost millet arasında gerçek bir işbirliği devresi başlatmak hususunda vaki olacak mesainin benim ve cumhuriyet hükümetinin yardımlarına mazhar olacağına emin olabilirsiniz. Arnavutluğun ilk mümessili olacak zatıalilerinin tayinini memnuniyetle karşılarım."
(13.3.1926, Arnavutluk Elçisinin Söylevine Cevap, ASD, II, s.255-256.)

" ... Birbirine asırlık samimi bağlarla bağlı iki milletin karşılıklı dostluk gelenekleri çok kuvvetlidir. Bu gelenekler, milletlerimizin menfaatleri kadar sulh maksadına da uygun düşen her gayreti kolaylaştıracak mahiyettedir .... "
(14.5.1933, Arnavutluk Elçisinin Söylevine Cevap, ASD, II, s.311.)

 “...Arnavutluk hükümetine gelince: Bu İslam hükümeti halkı ile yüzyıllarca beraber yaşadık. Uzun süre kendileriyle hayatlarımızı birleştirdik ve alın yazılarımız bir idi. Aynı dinden olan bu halk ve hükümetin, varlığını koruması ve mutluluğunu sağlaması için bize bağlı olduğu gerçeğini anlaması gereklidir. Bugünkü güç durumlarının doğuracağı acıklı zorunlu hallerden kurtulmaları için önlemler alınacaktır. Bunu kuvvetle ümit ederim.”
(1.3.1922 , TBMM 1.Dönem 3.Yasama Yılını Açış Nutku)

ARNAVUTLAR: Faik Reşit Unat, Atatürk'ün 14 Eylül 1931 gününde Dolmabahçe Sarayı'nın balkonunda Türklük bilinci üzerine bir söyleşide bulunduğunu aşağıda kaynağı gösterilen makalesinde açıklamış ve bu konuşmanın metnini vermiştir. Bu konuşmayı olduğu gibi aktarıyoruz:

“Bizim neslin gençlik yıllarına Osmanlılık telkin ve etkileri hakimdi. İmparatorluk halkını meydana getiren Türk'ten başka uluslara, bu arada yanlış bir din anlayışiyle Araplara, sarayın, ordu ve devlet ileri gelenleri arasında bulunan ırktaşlarının etkisiyle Arnavutlara özel bir değer veriliyor, onlardan söz edilirken kavm-i necip deyimi ile sıfatlandırılarak bu duygunun belirtilmesine çalışılıyor, memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan biz Türkler, ikinci planda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyordu.” (Faik Reşit Unat, Türk Dili, sayı 146, Kasım 1968, s.76-78)

  BULGARİSTAN

TÜRK-BULGAR İLİŞKİLERİ: " ... Bugünkü genel dünya politikasının etkileri altında Bulgaristan hükümetinin suskun ve hareketsiz kaldığı görülüyor. Fakat, Bulgar halkının hayati menfaatlerinin Türkiye ile müşterek olduğunu takdir ettiğine eminim. Bulgaristan'ın eninde sonunda bu alakanın gereklerini yerine getireceğine kanaatim vardır.... "
(1.3.1922, TBMM, Üçüncü Toplanma Yılını Açarken, AS D, I, s.253.)

TÜRK-BULGAR KÖK BİRLİĞİ: “Efendiler, ben Balkan Savaşından sonra Sofya'ya askeri ataşe olarak gitmiştim. Orada en aşağı bir yıl kaldım. Bulgarlarla çok ve ailevi denecek kadar yakından temasta bulundum. Bu temaslar bende dikkate değer izlenimler bıraktı. Bunu, bu noktayı ayrıca incelemeye ve çözümlemeye gerek gördüm. Anladım ki bu duygularda Türk ile Bulgar'ın aynı kökenden gelmiş olmasının etkisi vardır. Türk-Bulgar aynı kök olan Orta Asya yaylasından gelmiş, aynı kanı korumuştur. Daha o zaman en koyu Bulgarlara söylemişimdir. Bunlardan tarih akımlarını izlemiş ve anlamış olanlar beni doğrulamışlardır. Bulgaristan'da yaşadıkça onlara dostluğum arttı. Çok doğal olarak benim Bulgarlar'a gösterdiğim bu yakınlık ve bağlılık onlar tarafından da aynı duygularla karşılandı. O günden bugüne bu ciddi, candan kardeş yakınlığının nedeni ve anlamı da büyük bir açıklık kazanmıştır. Kuşkusuz Türklerde, belki Bulgarlarda dil ve din ayrılıklarını yaratan etkenler olmuştur.
Ama, artık bugün, 1930 yılında bu etkenlere masallardan, boş inançlardan, adi politika akımlarından ibaret olan bu etkenlere ne Türklerin, ne de Türklerle aynı kandan olan Bulgarların hala önem vereceğini sanmıyorum.
S- Çok güzel buyurdunuz Paşam, ama Bulgarların bu düşüncelere katılacağını zan ve farz ediyor musunuz?
C- Zanlar ve varsayımlar üzerinde konuşmuyoruz. Konuştuğumuz gerçeklerdir. Bulgar gazetecilerinin daveti üzerine oraya gidecek arkadaşlar arasında senin de bulunmanı isterim. Bulgarlarla görüştükten, aranızda duygu alışverişi oluştuktan sonra dönüşte duygularını izlenimlerini söylerken benim şimdi size dediklerimi benden çok daha ateşli biçimde doğrulayacağınızdan kuşkum yok.” asd: c. VI-s.214-21S/22.7.1920/Sofya Gazeteciler Cemiyeti'nin gazetecilerini davet haberini kendisine ileten Hakkı Tarık Us'a Yalova’da söyledikleri.
SOFYA ATAŞELİĞİM: “İttihat ve Terakki Cemiyeti, hükümeti eline almıştı. Fethi Bey'i Sofya'ya elçi yapmışlar, beni de ataşe olarak 27 Ekim 1913'te Sofya'ya tayin etmişlerdi. Sofya'ya geldiğim ilk günlerde Bulgarya otelinde kalıyordum. Bulgar Milli Meclisi'nde Türk mebuslarla tanışıp muhit edinince yeni yapılmış, cidden konforlu bir otel olan Splendid Palas'a taşındım. Bu otelde uzun bir müddet kaldıktan sonra iki katlı, güzel, zarif bir ev bularak oraya taşındım. Zira otelde ataşelik görevimi tam yapamıyordum.

Sofya'da iken 1 Mart 1914'te yarbaylığa yükseldiğim bildirildi. Bu sırada Bulgarların çok kıymet verdiği kıyafet balosuna ben de çağrılmıştım. Bu baloda giyeceğim kıyafeti düşündüm ve bir yeniçeri kıyafeti ile gitmeye karar verdim. İstanbul' dan getirttiğim yeniçeri kıyafeti baloda bir hayli ilgi çekmiş, kıyafet birincisi seçilmiştim. Sofya ataşeliğim sırasında 28 Temmuz 1914'te Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Savaşı yakından izliyor ve şöyle düşünüyordum, "Bu savaş Almanların hesapladıkları gibi çabuk bitmeyecektir. Ne Manş'a ulaşmak ne de Fransız ordusunu yok ederek Paris'i almak savaşı bitirmeye yeterli değildir. İngiliz donanması yenilse bile Moskova'ya uzanan geniş topraklar Napolyon savaşlarında olduğu gibi Almanya'yı yoracaktı. Bu yönden bu savaşa katılmakta bizim için acele etmeye bir sebep yoktur". Bu düşüncelerimi yetkililere anlatıyor fakat dinletemiyordum.
Çok geçmeden biz de Almanların yanında savaşa girmiştik. Bütün yurdun bence belli bir felakete atılmış olduğunu gördükten ve bütün Türk Ordusunun bir muhakkak felakete ne olursa olsun engel olmak için kanını dökmeye hazırlanmasından başka çare kalmadığını anladıktan sonra, benim hala Sofya' da kordiplomatik içinde rahat salon yaşamı geçirmekliğim imkanı olabilir miydi? Başkomutanlık vekaletine bir yazı ile başvurdum, ordu içinde rütbeme uygun herhangi bir görevin bana verilmesini rica ettim. Başkomutan vekili tarafından bana çok nazik bir cevap verildi.
"Sizin için orduda daima bir görev mevcuttur. Fakat Sofya ataşemiliterliğinde kalmanız daha önemli telakki edildiği içindir ki sizi orada bırakıyoruz".
Ben bu cevaba karşı şöyle karşılık verdim.
"Vatanın müdafaasına ait fiili görevlerden daha önemli bir görev olamaz. Arkadaşlarım savaş cephelerinde, ateş hatlarında bulunurken ben Sofya'da ataşemiliterlik yapamam. Eğer birinci sınıf subay olmak yeteneğinden yoksun isem, düşünceniz bu ise, lütfen açık söyleyiniz. " Uzun süre cevap gelmedi.”

SOFYA'DAKİ ATAŞELİK BİNASININ ELVERİŞSİZ DURUMU HAKKINDA : Mustafa Kemal'in Sofya'dan Harbiye Nezareti'ne gönderdiği aşağıdaki yazı Tahsin Ünal tarafından saptanmıştır. Ünal bu belgeyi, Mustafa Kemal'in görevini devralan Yahya Kerim Bey'den sağlamış ve "Türk Kültürü” dergisinde yayımlamıştır.

M. Kemal'in çalışma odası olmamasından yakındığı bu belgeyi aynı kaynaktan aktarıyoruz.'

“Harbiye Nezaret-i Celilesine

Bugüne kadar otelde ikamet etmekte ve sefarethanede çalışmaktayım.
Sefarethanede miktar-ı kafi oda mevcut olmadığından bendeniz için münasip bir oda da tefrikı kabilolmamaktadır. Elyevm sıkıştığım gayet küçük bir odada bizzarure çalışmakta isem de vazife-i memurem yazı yazmaktan ziyade yazılacak kıymetli ve mevsuk malumat edinmek olup bu ise, meslekdaşlarım, heyet-i süfera, muhtelif rütbe ve sınıfta zabitan vesair ile hüsn-i münasebette bulunmaya ve (üzeri çizildiğinden okunamadı) bulunanlarla suret-i mahremanede temasa geçebilmeye mütevakkıftır.

Sefarethanedeki odamın hiçbir misafir kabulüne tahammülü olmadıktan sarf-ı nazar, Sofya küçük bir yer olduğundan ecnebi ateşemiliterler bile bendenizle sık sık görüşmekte olduklarının bir kimsece görüleceğini ve bunu mahzurlu telakki edeceklerini ima eylemişlerdir.

Bulgar zabitanından hariçteki temaslarla dost olduklarım ise bittabi sefarethanenin semtine bile uğramaktan hazer etmektedirler. Sofyada mevcut olanlar ise bu nokta-i nazardan, daha ziyade mehaziri camidir. Burada bir ataşemiliterin şeref-i memuriyetiyle mütenasip apartman veyahut bina dahi yoktur.

Bir çare kalıyor ki o da burada mevcut tekmil ataşemiliterlerin yaptıkları gibi şahsan bir ev isticar eylemektir. Sofya'da bendenizin oturabileceğim en küçük bir evin aylık icarı 250-300 franktan aşağı olmadığı gibi hiçolmazsa bir seneliğine kontrat yapmak ve altı aylığı peşinen tesviye eylemek zaruridir. Böyle bir evin aylık icarını muhassesatımdan vermeye hazırım. Ancak, evimin kabil-i iskan bir halde tefrişi için en zaruri olan eşyayı tedarik eylemek üzere birden hiç olmazsa 5.000 frank kadar bir paraya ihtiyaç vardır. İşte hem bu parayı ve hem ilk altı aylık, bedel-i icari tesviye eylemeye bendenizce hiçbir zaman imkan bulunamayacaktır.

Sofya'da bir ataşemiliterin vazife-i memuresini, şayan-ı arzu bir halde ifa eylemesi balada arzettiğim şerait dahilinde mümkün olamayacağını, zatıali-nezaretpenahilerinin herkesten daha iyi takdir buyuracakları bi iştibahtır.

Bu bapta varid-i hatır-ı acizanem olan suret ise şudur: isticar olunacak haneyi tefriş için bir defaya mahsus olmak üzere canib-i nezaretpenahilerinden verilecek meblağ ile sefaretin nezareti tahtında alınacak eşyayı, müfredatı ile bir defterde mazbut ve seferethanece musaddık olarak ataşemiliterlik demirbaş eşyasını teşkileder. Ataşemiliter değiştikçe devir ve teslim edilir.
Maruzatım nezd-i nezaretpenahilerince tasvip buyurulduğu takdirde tahliye edilmek üzere bulunan münasip bir evin kontratosunu imza eylemek üzere, keşfinin emr-ü işar ve icap eden eşyayı sipariş eylemek üzere 5.000 Frangın irsal buyurulmasını istirham eylerim. “(27.3.1914)
M. Kemal (Türk Kültürü, sayı 90, Nisan 1970, s. 362-363)

KIBRIS:  

Atatürk, yaşamının son askeri manevrasına Antalya'da katılmıştı. Orada ufka bakarak Kıbrıs için şöyle der: Şu karşıda tüller arkasındaki ada, Türkiye savunması için çok önemlidir. Çünkü... Türkiye'nin batısındaki Ege Denizi, Yunanistan ve İtalya (12 ada henüz İtalya'daydı) denetimindedir. Güvenli şekilde deniz ulaşımını, sadece buradan, Akdeniz limanlarından yapabiliriz. O nedenle tam karşıdaki Kıbrıs Adası, bize hasmane duygular besleyenlerde olmamalı."

MAKEDONYA:   “Anadolu’da ikinci bir Makedonya yarat ılmasına izin vermeyeceğiz.” ASD c.IV-s.148-149/07.01.1920

 

MAKEDONYALI: Fahri hemşehrisi bulunduğu Diyarbakır'da çıkan "Diyarıbekir" gazetesinin sahibine Dolmabahçe Sarayı'nda demeç:
“Diyarıbekırli, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.“
(Cumhuriyet, 5.10,1932, s. 1)

ROMANYA

 

ANTONESCU HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ: "Müttefikimiz  Romanya'nın bize gönderdiği misafirimizi çok sevdik. Bugünkü görüşmemizden sonra, B. Antonescu hakkında bende kalan izlenim, Romanya Dışişleri Bakanının milletine karşı sorumluluğunun farkında olan, derin görüşlü, hükümlerinde isabetli ve olgun bir devlet adamı olduğudur. Kendisi gösteriş sever bir insan değildir. Milletinin duygularına riayetkardır. Vazifesini yapmakta azmi kuvvetlidir."
(17.3.1937,Romanya Dışişleri Bakanı Antoneseu ile Konuşma, ASD, II,s.324.)
“Kudreti her gün giderek artan bir Romanya'yı tüm kalbimizle isteriz. Dostluğumuz öylesine sıkı ve güven vericidir ki, Romanya daha kuvvetli oldukça biz de kendimizi daha kuvvetli sayarız.
Müttefikimiz Romanya'nın bize gönderdiği konuğumuzu çok sevdik Bugünkü görüşmemizden sonra B. Antonescu hakkındaki izlenimim, Romanya Dışişleri Bakanının ulusuna karşı sorumluluğunun bilincinde, derin görüşlü, hükümlerinde isabetli ve olgun bir devlet adamı olduğudur. Kendisi gösterişsever bir insan değildir. Ulusunun duygularına saygılıdır. Görevini yerine getirmede azimlidir. Sizi tanıdığıma çok memnunum. Ulusları anlaşmalardan çok duygular bağlar. Romanya kalbimizde kardeşçe yer tutmuştur. Ruhlarımızın yakınlığı birleşikliği için kadehimi kaldırıyorum.”
Asd.c.II-s.277-279/17.3.1937 Romanya Dışişleri Bakanı Antonescu için Ankara Palas’ta verilen yemekte.

YUGOSLAVYA   TÜRK-YUGOSLAV BAĞLILIĞI: ”Dost ve müttefik Yugoslavya'nın sayın başbakanı ve dışişleri bakanının milli bayramımızda aramızda bulunması bize ayrı bir sevinç verdi. (Alkışlar)

Balkanlar arasındaki kardeşliğin sağlamlaştırılması, bizim öteden beri başlıca amacımızdır.
Türk - Yugoslav bağlılığı bunun önemli belirtisidir. (Alkışlar) Diğer müttefiklerimiz ve dostlarımız ile de ilişkilerimiz iyi ve içtendir. Balkanlarda, Batı Asya'da ve Doğu Akdeniz'de sağlanan barışın devamı, eski dünyanın diğer birçok yerlerine oranla, daha sağlam görünmektedir. (Alkışlar) Türkiye'nin bütün devletlerle i1işkilerinin iyi olduğunu, sevinerek belirtmek isterim.” (Alkışlar)
(TBMM’nin 5.Dönem 2.Yasama Yılını Açış Nutku 1 Kasım 1936)

YUGOSLAYYA 'NIN TEŞEKKÜLÜ: "Yugoslavya, Balkanlarda kuvvetli bir hükümet olmuştur. Sırpların böyle bir devlet teşkil etmeye hakları vardır. Bunu da fiilen ispat etmişlerdir. Bilinmektedir ki Avusturya ve Macaristan Sırbistan'a tecavüz ve Sırp nüfusuna denk olan ordularını Sırbistan'a sevketti. O kuvvetli ordular karşısında bu küçük kavim mertçe bir vaziyet aldı, çarpıştı ve kuvvet ve kudretinin eşit olduğu noktalarda düşmanlarını daima mağlup ve rezil etti. Mukavemetin mümkün olmadığı düşman hücumları karşısında kademe kademe çekilerek bütün vatanı düşman işgaline terketmek mecburiyetinde kaldı. Sırp milletinin evlatlarından mürekkep olan bu ordu ve milletin mukadderatını idare eden rical, bundan kat'iyyen ümitsizliğe kapılmadı ve ellerinde hiçbir da noktası kalmadığı halde mutlaka namuslu bir millet olacağız dediler. İşte bu azmin neticesidir, bugün eski Sırbistan yerine büyük bir Yugoslavya hükümeti teşekkül etmiş oldu." (22.1.1923,Bursa Şark Sinemasmda Halkla Konuşma. ASD, II, s.73-74.)

TÜRK-YUGOSLAV DOSTLUĞU: ”Görüyorsunuz ki ve gözlemlemişsinizdir ki Türk devlet adamları ve Türk ulusu Yugoslav ulusuna, Yugoslav Devletine ve Yugoslav Hükümetine karşı en samimi duygular beslemektedir.

Bu dostluk belirtisinin tüm Türkiye tarafından Yugoslavya hakkında beslenen gerçek duygulara tercüman olduğuna eminim. Gerçekleştirdiğimiz ortak dostluk sürecektir. Bu dostluğun devamına ve giderek daha da güçlenmesine çalışacağım. Bu dostluk tüm barış dostları için simge oluşturur. Böyle bir dostluk ancak insancıl ve kardeşlik duygularıyla kararlı hale gelebilir.

Ülkelerimiz arasında dostluk, ifadesini sadece sözlerde bulmuyor. Bu söylediklerim kuvvetine inananların bir ifadesi olarak alınmalıdır. Türkiye ile Yugoslavya arasında var olan sağlam ilişkiler tüm Balkan ulusları arasında olması gereken ilişkilerdendir. Balkanlar bu ideale doğru ne kadar fazla yükselirse mutlulukları ve ilerlemeleri o oranda artar.
( ... )

Türk basınına da her zaman tekrarladığım gibi, bu dostluk duygularını önemle kaydetmek Yugoslav basını için de kutsal bir görevdir. Bu sadece kutsal bir görev değil, aynı zamanda bir vatan borcudur.
asd:c.III-s.98/29.10.1936/Yııgoslav basın heyetinin ziyareti vesilesiyle ve son paragraf Politika gazetesinden Yossimoviç' e cevap olarak.

"Türkiye ile Yugoslavya arasında mevcut sağlam ilişkiler, bütün Balkan milletleri arasında mevcut olması gereken ilişkilerdendir. Balkanlar, bu ideale doğru ne kadar fazla yükselirlerse, saadet ve ilerlemeleri o nisbette artar."
(29.10.1936, Yugoslav Gazetecilerine Ankara'da Verilen Demeç, ASD, III, s.141.)

YUGOSLAVYA’DAKİ İSLAM ÇOĞUNLUĞU: “1. Dünya Savaşından sonra Yugoslavya devleti şekline dönüşen eski Sırbistan'da önemli bir İslam çoğunluğu bulunmaktadır. Bundan başka, bu devletin hayatı yararları ile ilgili hedefler vardır ki, bu hedefler, bu gün bize saldıran düşmanın elindedir. İşte bu noktalar incelenmesi gerekli bir durum yaratmaktadır. Bu hükümet içinde bulunan dindaşlarımızın bu günkü durumumuza ilgisiz ve seyirci gibi kalmakta devam edecekleri beklenemez. (1.3.1922 , TBMM 1.Dönem 3.Yasama Yılını Açış Nutku)

 

YUNANİSTAN

 

TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ ÜZERİNE (30.10.1930) Venizelos'la Ankara'ya gelen Yunan gazetecilerine Türkçe olarak söylenen bu demeç Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey tarafından Yunanca'ya çevrilmiştir.

“Yunan gazetecilerini görmekle bahtiyarım. Matbuat, hükümetlerin siyaseti üzerinde vasi mikyasla icray-i tesir eden büyük bir kuvvettir. Atina'da Balkan Konferansı'na giden Türk murahhasları avdetlerinde Yunan ahalisi ve matbuatı tarafından ne kadar hararetli bir istikbale mazhar olduklarını bana söylediler. Memleketinize avdet ettiğiniz zaman burada gördüğünüz Türk Milletinin hissiyatı ve Türk Milleti tarafından Yunan murahhaslarına yapılan hüsn-i kabul ve hüsn-i istikbal hakkındaki intibalarınızı yazmanızı rica ederim.
B.H. İki millet arasında vasi bir teşrik-i mesai sahası vardır. Ben şahsen bu iki millet arasında teşrik-i mesaiye tamamen taraftarım. Nasıl ki siz de bizzat buna şahit oldunuz. Türk Milleti de aynı arzu ve telakkiye iştirak etmektedir.
(Cumhuriyet, 31.10.1930, s. 1)

"Yunanlılar'ın Türkiye'yi ilgilendiren emperyalist emellerine son vermeleri şartıyle, tarafımızdan takip edilecek siyasetin en hakiki dostluk esasına dayanacağına şüphe etmeyiniz."
(17.1.1921, United Telgraph Muhabirine Demeç, ASD, III, s.23.)

"Yunan Cumhurbaşkanı hazretlerinin sizi nezdime memur ettiğini gösteren güven mektubunu memnuniyetle alıyorum. Türkiye ile Yunanistan arasında iyi ilişkilerin kuvvetlendirilmesi hususundaki beyanatınızdan memnun oldum. Türkiye hükümeti dahi bu girişimlerini gittikçe daha iyileşmesini ve karşılıklı bir güvene dayandırarak iki memleketin böylece sulh nimetlerinden istifade etmesini arzu etmektedir. İki memleket ilişkilerinin gelişmesi konusundaki yardımına ve cumhuriyet hükümetinin yardımına mazhar olacağınıza şüphe yoktur .... "
(6.8.1925, İtimatnamesini Sunan Yunan Sefirine Cevap, ASD, II, s.215.)

"İki millet arasında geniş bir işbirliği sahası vardır. Ben şahsen bu iki millet arasında işbirliğine tamamen taraftarım .... "
(30.10.1930, Yunan Gazetecilerine Demeç, ASD, III, s.129.)

TÜRK-YUNAN DOSTLUK ANDLAŞMASI NEDENİYLE YUNAN CUMHURBAŞKANINA TEBRİK TELGRAFI
(15.9.1933)
Aleksandr Zaimis
Yunan Cumhurbaşkanı
Yalova, 15 Eylül 1933_
Memleketlerimiz arasında yeni bir "d'Entente Cordial"e yeni bir inkişaf vermek suretiyle Yakın Şark'ta sulh davasına hizmet edecek olan bu tarihi hadisenin bütün ehemmiyetini müdrik olan zatıalilerine en hararetli tebriklerimi arzederim. Bu münasebetle gerek zatıdevletlerine ve kahraman Elen milletine takdiratımı ve derin muhabbetlerimi izhar edebildiğimden dolayı bahtiyarım.
Gazi M. Kemal (Cumhuriyet, 19.9.1933, s. 3)

TÜRK-YUNAN PAKTI NEDENİYLE KONDİLİS'İN KUTLAMA TELGRAFININ YANITLANMASI : “Başvekalet Vekili M. Kondilis Hazretlerine

Atina
Telgrafınızın ihtiva ettiği çok dokunaklı ve duygulu sözler beni derin bir surette mütehassis etti. Bundan dolayı zatıalilerine ve Elen Vükela Meclisi'nin diğer mümtaz azasına teşekkür ederim.

Türk-Yunan "Paete d'entente cordial"i, çok doğru olarak işaret buyurduğunuz gibi, Yakın Şark için bir sulh ve sükun vasıtasıdır. Bu suretle yalnız memleketimiz kendi ihtiyaçlarına tekabül etmekle kalmayacak;
aynı zamanda vazifelerini müdrik her devlet adamı tarafından en ziyade takdis ve anudane müdafaası lazım gelen ve davaların en yükseği olan sulh davasına hizmet etmek suretiyle bu mıntakadaki bütün milletlerin menfaatlerine de faydalı olacaktır. Binaenaleyh hükümetlerimiz bu misakı müzakereye hüsn-i suretle intaç etmekle iyi bir surette mülhem olmuşlardır. Kendilerini hararetle tebrik etmek isterim.

Mamafih bu misak, ehemmiyeti ne kadar büyük olursa olsun, terakkiden bir an hali kalmayacak -buna eminim- ve kendisine mukadder hedefe doğru yürüyecek olan Türk - Yunan tekamülünde bence ancak bir merhale teşkil eder.

Yüksek takdiratımın ve muhabbet hislerimin kabulünü arkadaşlarınıza iblağını zatıalilerinden rica ederim.“(15.9.1933)
Gazi M. Kemal (Cumhuriyet, 16.9.1933)

TÜRK-YUNAN DOSTLUĞU: " ...Türk-Yunan dostluğunun dün için olduğu kadar bugün için de bir gerçek ve bu siyasetin Yunanistan'daki bütün partilerin siyaseti olduğu ve bunun Yunan milletinin duygularına dayandığı hakkındaki beyanatınızdan da çok duygulandım. Cumhuriyet hükümetiyle bütün Türk milletinin bu dostluk hakkındaki hissiyatı tamamıyle böyledir .. "
(14.1.1933, Yunan Elçisinin Söylevine Cevap, ASD, II, s.309-310.)

YUNANİSTAN  BAŞBAKANI VE DIŞİŞLERİ BAKANININ ANKARA ZİYARETİ: “... Komşumuz ve dostumuz Yunanistan'ın Başbakanı ve Dışişleri Bakanının Ankara’yı resmen ziyaretlerini hususi bir memnuniyetle zikrederim. Türkiye ile Yunanistan'ın  yüksek menfaatleri birbirine zıt olmaktan tamamen çıkmıştır. Bu iki memleketin samimi bir dostlukta kendileri için emniyet ve kuvvet görmelerinde isabet vardır."
(1.11.1930, TBMM, Üçüncü Dönem Dördüncü Toplanma Yılını Açarken, ASD, I, s.383.)

 

.....
sayfa başına dön
 
Nutuk (Sesli ve Görsel)
 
Etkinlik Takvimi
, 2024
PzrPztSalÇrşPrşCumCts
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31
 
 
 
 
 
Copyright Aralık 2002 © balkanpazar.org
tasarım ve uygulama Artgrafi.net