• BATI TRAKYA TÜRK FOLKLORU
• FOLKLOR MÜZESİ ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR... 08-09-2005
• E.Ü.'NÜN BALKAN VE ANADOLU KÜLTÜRÜ ARAŞTIRMASI 28-12-2004
• EÜ'DEN KOSOVA'YA DERLEME EKİBİ GİDECEK
• RUMEN FOLKLORUNDA OSMANLI İZLERİ
• DÜĞÜNLERDE SÖYLENEN MANİLER
BALKANLARIN HALK SANATI
Dünya çapındaki halk dansı yarışmalarında Türk ekipleri birinciliği sadece Yugoslav ekiplerine kaptırırdı! Özellikle Makedon, Arnavut ve boşnak asıllı ekiplere! Hırvatların "kolo"sunu da göz ardı etmemeli. Kaval, zurna, tulum / gayda dansçılaar eşlik eden enstrümanlardır. Balkanların melez halk sanatı Türk etkisinin yerelle birleşmesinden doğdu. Ama Ortodoks, Katolik ve Müslüman adetleri tüm ritüellerde ayrıdır. Düğün, cenaze, sünnet törenleri, bayram kutlamaları çok farklıdır. Tüm Balkanlarda geleneksel giysiler birbirine benzer. Beyaz fistanların ya da poturların üzerine rengarenk nakışlarla bezeli yelek, cepken, zıbın (ya da curdija: kolsuz elbise) giyilir. Beyaz başörtülerin kenarları yine rengarenk iğne oyalıdır. Bulgaristan'daki Pomak kadınların marahma dedikleri geniş başörtüleri omuzların üzerine düşer. Başlıklarda ponponlar, meyveler, çiçekler hemen göze çarpar. Bakır ve gümüş işleme, ahşap oyma, halıcılık Osmanlı mirası el sanatlarıdır.
BATI TRAKYA TÜRK FOLKLORU
Evlilik ve düğün adetleri
Gelenek ve görenekler
Türküler
Maniler
Ninniler
Bilmeceler
Atasözleri
Deyimler
Ağıtlar
Batıl
İnançlar
Efsaneler
Yer Adları
Fıkralar
Çocuk Oyunları
Halk hekimliği
Yemekler
Evler
Halk oyunları
http://www.ogretmeninsesi.org/f_menu.asp
FOLKLOR MÜZESİ ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR... 08-09-2005
- İZMİR'DE FOLKLOR MÜZESİ PROJESİ ÇALIŞMALARI, YRD. DOÇ. DR. CENGİZ AYDIN BAŞKANLIĞINDA SÜRDÜRÜLÜYOR
İZMİR - Ege Üniversitesi (EÜ) Devlet Türk Musikisi Konservatuarı Türk Halk Oyunları Bölümü'nün 2004 yılında başlattığı, Devlet Planlama Teşkilatı destekli " Balkan Ülkeleri Halk Oyunları, Halk Müziği, Geleneksel Giyim-Kuşam Araştırması ve Müze Oluşturulması" projesi, öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Cengiz Aydın başkanlığında devam ediyor. 2004 yılında 6 ülkeye (Makedonya, Bulgaristan, Yunanistan, Bosna-Hersek, Kosova, Romanya) gidilerek ön araştırmaları tamamlanan projenin, 2005 yılında Makedonya ve Kosova ile devam ettiğini açıklayan Yrd. Doç. Dr. Cengiz Aydın, "Makedonya'ya giden araştırma ekibinde Türk Halk Oyunları Bölümü Öğretim Görevlileri Bora Okdan, Barbaros Bozkır, Serdar Kastelli yer aldı. 360 dakikalık kamera ve bin 200 kare fotoğraf çekimi yapılan Makedonya'dan 3 takım geleneksel kostüm, 1 adet düdük, 1 adet tulum ve 1 tane de kaval müze için Türkiye'ye getirildi" dedi.
Kosova'ya yapılan araştırma gezisinde de kendisiyle birlikte Bölüm Başkan Yardımcısı Öğretim Görevlisi Şahin Ünal ve proje yürütücü yardımcısı Ferruh Özdinçer'in yer aldığını açıklayan Aydın, "Çalışma boyunca 300 dakikalık kamera ve bin kare fotoğraf çekildi. Değişik bölgelere ve gruplara ait 8 takım geleneksel kostüm müzeye kazandırılmak üzere Türkiye'ye getirildi" diye konuştu.
Projenin ikinci yılına girdiğini açıklayan Yrd. Doç. Dr. Aydın, "Projemizin son iki gezisi olan 16 günde doğal ortamda çalışma fırsatı bulduk ve çok malzeme görüntüleyerek kayıt altına aldık. Makedonya'da 1, Kosova'da iki ayrı bölgede üç köy düğününe tanık olduk. Sandıklar açılmış, herkes geleneksel giysilerini giymişti. Gelin alma, gelin götürme, gelin ağlatma gibi birçok geleneği, oyunları ve müzikleri kayıt altına aldık. Hızla büyüyen müzemize farklı ve çok değerli giysiler getirdik. Geçen yılın çalışmalarımızı bir kitapta toplamayı düşünüyoruz" şeklinde konuştu.
E.Ü.'NÜN BALKAN VE ANADOLU KÜLTÜRÜ ARAŞTIRMASI 28-12-2004
İZMİR - Ege Üniversitesi (E.Ü.) Devlet Türk Musikisi Konservatuarı Türk Halk Oyunları Bölümü'nün organize ettiği "Anadolu ve Balkanlarda Halk Çalgıları Geleneksel Giyim -Kuşam ve Halk Müziği, Müze ve Arşivi Oluşturulması" projesinin 6.araştırma gezisi, Romanya'da gerçekleştirildi. Devlet Planlama Teşkilatı'nın desteğiyle gerçekleştirilen projenin Romanya etabında, araştırma ekibinde Konservatuar Müdür Yardımcısı ve Türk Halk Oyunları Bölüm Başkanı Dr. Cengiz Aydın, Türk Halk Oyunları Bölümü Anasanat Dalı Başkanı Şahin Ünal ile öğretim görevlileri Bortan Oldaç ve Emir Cenk Aydın yer aldı. Ekip, 8 gün boyunca Romanya'nın Bükreş, Galat, Köstence illeri ile Cudalp, Adam, İshakça ve Tekirgöl kasabalarında araştırmalar yaptı. Bölgenin geleneksel oyun, müzik, çalgı ve giyim -kuşam örneklerinin derlendiği araştırmada, 1500'e yakın fotoğraf çekildi ve yaklaşık 480 dakika kamera kaydı yapıldı. Böylece bölgenin sosyal, ekonomik, kültürel ve etnik yapısı hakkında bilgi edinildi. Yapılan araştırmalar sonucunda ise bölgede halen yaşayan Türk kültürünün eskiye oranla önemli ölçüde yok olduğu tespit edildi. Proje çerçevesinde gittikleri yerlerdeki geleneksel yapıyı inceleyen ve 2007 yılında çalışmayı bir müze oluşturarak tamamlamayı hedefleyen ekip daha once Makedonya, Bulgaristan, Yunanistan, Bosna-Hersek ve Kosova'ya da bir araştırma gezisi düzenlemişti.
EÜ'DEN KOSOVA'YA DERLEME EKİBİ GİDECEK
İZMİR - 09.11.2004 - Ege Üniversitesi (EÜ) Devlet Türk Müziği Konservatuarı'nın Dr. Cengiz Aydın başkanlığındaki derleme ekibi, halkoyunlarını, halk müziğini, geleneksel giyim kuşamı ve halk çalgılarını incelemek üzere Kosova'ya gidecek. EÜ'den yapılan açıklamaya göre, Bosna-Hersek'in Fahri Konsolosu Kemal Baysak'ın destek sağladığı ekip, Kosova Kültür Bakanı ile görüştükten sonra Pirizen'deki Türk Birliği'ni ziyaret edecek. Araştırma sırasında toplanan çeşitli folklorik malzemeler, diğer balkan devletlerinden elde edilen halk bilimsel ürünlerle birlikte değerlendirilecek. Kosova'nın, Makedonya, Bulgaristan, Yunanistan ve Bosna'dan sonra gidilecek olan 5. Balkan devleti olduğu bildirildi. EÜ Devlet Türk Müziği Konservatuvarı Müdür Yardımcısı ve Halk Oyunları Bölüm Başkanı Aydın, derlemelerin ilk ürünlerinin Kampus Kültür Merkezi'nde sergilendiğini, çalışma sonunda bir folklor müzesi oluşturulacağını, ayrıca bir kitap yayınlanacağını belirtti.
Aksiyon Dergisi, Sayı: 563 - 19.09.2005 | Hayri Gül
BÜKREŞ - Romanya farklı kültürlerin asırlarca iç içe yaşadığı bir ülke. Bu ülkedeki Türk köyleri fiziki görünümü ve sosyal yaşantısı ile hâlâ tipik Anadolu köylerini andırıyor. Romenlerin günlük hayatında ise yemeklerinden giyime kadar pek çok Osmanlı izine rastlamak mümkün.
Rumen folklorunda Osmanlı izleri
‘Bir eseri tetkik için göz kâfi değil. Bütün seziş melekelerinin harekete geçirilmesi lâzım. Zira Osmanlı eserlerinin derunî bir hayatiyeti vardır. Binalar cansız değildir. Mimarları kendi manalarını taş hâlinde abideleştirmişlerdir. Ruhlarını ona nefh etmişlerdir. Bu yüzden eser size şahsiyetini ifşa eder, sizinle sohbet eder adeta...' Ekrem Hakkı Ayverdi, bu enfes yorumu yapar Balkanlar'daki Osmanlı eserleri ile ilgili değerlendirmesinde...
Dünyanın en uzun ömürlü imparatorluğunu kuran Osmanlı, adem-i merkeziyetle yönettiği her eyalet, bölge ve şehre zengin medeniyetini de beraberinde götürmüş; bir almışsa on vermiş; farklı dil, din, renk ve ırktan toplumları hoşgörü ile yönetmeyi başarabilmişti. Balkanlar, Osmanlı medeniyetini yüzyıllarca yaşayan önemli bölgeler arasında yer alıyor... Romanya ise bu medeniyetin en yoğun yaşandığı; dilde, kültürde, gelenek-görenekte toplulukların iç içe geçtiği bir ülke...
Bazı dilbilimcilere göre Rumenceye iki bine yakın Türkçe kelime geçmiş. Bugün bin civarındaki kelime küçük değişikliklere uğrasa da Rumenler tarafından kullanılıyor. Bu dile yerleşen kelimeler ağırlıklı olarak, idarî, mimarî, fizikî, coğrafî ve sosyal terimlerden oluşuyor.
Romanyalı Türk tarihçisi Prof. Mustafa Ali Mehmet'e göre, Dobruca'daki Pecineaga (Peçenek) köyünde ve Romanya'nın çeşitli bölgelerinde Coman (Kuman) kökenli birçok yer veya şahıs adı var. Teleorman adı, Peçenek Kumanlarından kalan “Deliorman”, yani “girilemeyen orman” anlamına geliyor. Bucegi Dağları'nın adı da Altın Ordu Hanedanı'na mensup olup, oralardan geçen prenslerden ‘Böcek'in adından kalmış. Karpat dağlarının en yüksek noktası olan ve yaz-kış üzerinden kar kalkmayan Caraiman (Karayman) tepesinin adı da “karı yaman” sözünden geliyormuş. Prof Mehmet'e göre, Baragan Ovası'nın adı da, “fırtına” anlamındaki ‘boragan'dan kalmış.
Hatta, ona göre Rumen ulusunun, tarih boyunca, önemli bir sosyal tabakasını tarif eden “boier” kelimesi dahi, eski Türk dilinde kullanılan'boy- eri', yani “kabilenin başı” anlamını taşıyor. Bu ülkedeki Türk köyleri, fizikî ve sosyal özellikleri bakımından tipik bir Anadolu köyüne benziyor. Mesela Köstence'ye bağlı Başpınar köyü (Fântana Mare), meydanındaki çeşmesi, camisi ve hayvanlar için su yalakları ile tipik Anadolu köyü özelliklerini muhafaza ediyor.. Halkın inancından kaynaklanan iç ve dış temizlik Dobruca kültüründe önemli yer tutuyor. Yörenin her tarafında hem içmeye hem de temizlenmeye yönelik berrak çeşmeler kurulmuş.
Romanya'nın Türkler açısından bir diğer önemi de Dobruca'da bulunan Babadağ'ın Türklerin Avrupa'ya giriş kapısı olması. Ünlü tarihçi Kemal Karpat, Türklerin Avrupa'ya ilk girişinin 13. asırda Babadağ'a ayak basmaları ile başladığına dikkat çekiyor... 14. yüzyılın sonlarından itibaren, asırlar boyunca Anadolu'dan gelerek bu toprakları kendilerine vatan edinen Müslüman topluluklar, Anadolu'daki kültürlerini de beraberlerinde getirmiş. Buralarda kurdukları cami, medrese, tekke ve zaviyelerle, han, hamamlarla bölgeyi adeta bir küçük Anadolu hâline getirmişler. Dobruca, bugün 19 farklı dil, din ve millete mensup azınlıkların bir arada hoşgörü ile yaşadığı bir bölge. Dobruca'yı “kozmopolit” bir bölgeye veya açık hava müzesine benzetenler olduğu gibi, Avrupa'da “azınlıklar arasındaki uyum” konusunda canlı bir örnek olarak gösterenler de var. Bölge tarihçilerine göre bu ahenk, Osmanlı döneminden kalan mirasa dayanıyor.
Ünlü Rumen edebiyatçısı Gala Galaction “Mahmut'un Pabuçları” isimli romanında Türklerle ilgili şu değerlendirmeyi yapar: “Dindar ve sözünde durur adamlardır. Bir Türk sana söz verdiyse bu sözünden hiçbir şekilde dönmez. Çok insaniyetli insanlardır. İyi dostturlar. Eğer bir Türk'ün yüreğini kazandıysan ve kendine dost edindiysen o senin için boğazını kestirmeye hazırdır.” Geçtiğimiz günlerde Köstence'de düzenlenen “Romanya'da Türk Kültürünün İzleri” konulu zengin içerikli bir sempozyumla bu ülkedeki Türk kültür değerleri bir kez daha göz önüne serildi. Prof. Dr. İrfan Ünver Nasrattinoğlu başkanlığındaki Türk Folklor Araştırmaları Kurumu ile Romanya Kültür ve Din İşleri Bakanlığınca düzenlenen sempozyumda ilginç bildiriler ve tebliğler sunuldu. Türk sanatçılar, kültürümüzü yansıtan karma bir sergi açtı. Programa; Türkiye, Romanya ve diğer Türk cumhuriyetlerinden 50'nin üzerinde ilim adamı ve sanatçı katıldı.
Sempozyumda sunulan bazı bildirilerin başlıkları şöyleydi: ‘Başkalarının gözü ile biz', ‘Dobruca'nın soy kütüğü hakkında bazı düşünceler', ‘Türk mutfağının Rumen mutfağına etkisi', ‘Tuna boyunda Türk kültür izleri', ‘Romanya'da Nasrettin Hoca', ‘Romanya Türklerinin örf ve adetleri' vs... Programla ilgili dikkat çeken diğer önemli bir husus ise Türkiye-Romanya arasındaki -tarihten gelen- dostluğun kültürel boyutta da tekrar canlanmaya başlaması. Çünkü iki ülke arasındaki bağlar -bugüne kadar- sadece ekonomik ilişkilerden ibaretmiş gibi bir görünüme sahipti. Bu tür toplantıların başka bir önemi ise müşterek zenginliklerin de ortaya çıkarılması...
Bilindiği gibi, Osmanlının Balkanlar'dan çekilmesi ile bölgede 9 civarında devlet kuruldu. Türk Tarih Kurumu yetkilileri yıllardır bu ülkelerdeki Osmanlı eserlerinin dökümünü çıkarmaya çalışıyor. Fakat farklılıkları zenginlik olarak gören Romanya dışında Türk yetkililere kolaylık gösteren başka bir ülke yok. Mesela Yunanistan, bu konuda araştırma izni bile vermiş değil. Romanya Kültür Bakanlığının sempozyumun düzenleyicileri arasında yer alması ise en az sempozyumun içeriği kadar önemli bir gelişmeydi. Sempozyumun açılış oturumunda konuşan Köstence Vali Yardımcısı Adrian Nicolescu'nun “2007 yılında Romanya AB'ye girecek. Biz de Dobruca olarak bütün zengin kültürümüzle AB'ye gireceğiz. Bu sempozyumda Türk kültürünün zenginliği ortaya çıkacak ve biz bunu Romanya'nın zenginliği olarak değerlendiriyoruz.” sözleri Romanya demokrasisinin geldiği önemli noktayı gösteriyordu.
Osmanlı'nın Rumen beylikleri üzerindeki hâkimiyeti 1393'te başlamış ve Romanya devletinin ortaya çıkmasına kadar (1878) devam etmiş. Dobruca'da 1900'lü yıllara kadar Türk nüfusu, Rumen ve diğer Hıristiyan unsurların nüfusundan daha fazlaydı. 1940'ta komünizmin bölgeye hâkim olması, Güney Dobruca'nın Bulgaristan'a verilmesi ve Türkiye'ye göç gibi çeşitli nedenlerle bu nüfus epey azaldı. Nüfusun azalması bölgedeki tarihî ve kültürel eserlerin sayısının da azalmasına yol açmış. Özellikle Çavuşesku döneminde, Osmanlıdan kalan birçok tarihî eser yok edilmiş. Bugün Macar ve Romanlardan sonra Romanya'nın üçüncü büyük azınlık nüfusunu teşkil eden Türk toplumu (yaklaşık 80 bin kişi), Çavuşesku döneminde çok sıkıntılar çekse de 1989 yılında gerçekleşen ihtilalden sonra demokrasiye geçilmesi ile diğer azınlıklar gibi rahat bir nefes almış. 1944 yılından itibaren kapatılan okullar tekrar açılmış. İbadetlerini rahat bir şekilde yapabilmeleri için 80 kadar cami ve mescit faal durumda. 60 civarında resmî imam görev yapıyor. Camilerin bakımı ve onarımı ile din görevlilerinin giderleri devlet tarafından karşılanıyor.
Rumen Parlamentosunda Türk azınlığın iki milletvekili kontenjanı bulunuyor. Bir partiden seçilen başka bir milletvekili ile birlikte Türk-Tatar azınlığını parlamentoda üç milletvekili temsil ediyor. Romanya'da çıkan ilk Türkçe gazete, 1 Eylül 1888 yılından 10 Nisan 1894'e kadar yayınını sürdüren Dobruca. Komünizm döneminde Türkçe gazete de çıkarılamadı. Oysa şimdi Romanya'nın sağladığı fonlarla Türkler yerel gazetelerini, dergilerini rahatlıkla çıkarabiliyor, kitaplarını yayınlayabiliyor ve kültürel faaliyetlerini gerçekleştirebiliyor. Dobruca'da sözlü Türk edebiyatında, tolerans, hoşgörü önemli yer tutar. Bu konuda bölge dili ve kültürüne yansıyan pek çok deyim ve atasözü var: “ Sana taş atana sen ekmek at”, “Ev sahibinden önce evin avlusuna girme”, “Attığın okun nereye düşeceğini hesapla...” Romanya'da öncülüğünü Mehmet Niyazi'nin (1878-1931) yaptığı ve İsmail Ziyaeddin, Cevat Raşit, Hacı Emin Baubek, Nevzat Yusuf Sarıgöl, Emel Emin, Fatma Sadık, İsmail Davut, Hacı Ahmet Cemal gibi şair ve yazarların verdiği eserlerle geliştirdiği bir Türk edebiyatı teşekkül etmiş.
Romanya'ya ilk seyahatini 2 Eylül 1977'de yaptığını söyleyen Türk Folklor Araştırmaları Kurumu Başkanı Prof. Dr. İrfan Ünver Nasrattinoğlu, o günden bu yana tam 36 kez Romanya'ya geldiğini, bu sürede ülkenin geçirdiği önemli aşamaları gözlemleme imkânı bulduğunu ifade ediyor. Nasrattinoğlu, bu tür sempozyumlarla iki ülke arasında kültürel ilişkilerde önemli gelişme kaydedildiğine dikkat çekiyor.
Türk mutfağının Rumen mutfağına etkileri
1956 yılında Rumen mutfağı ve yemekleri konusunda bir kitap yazan Sanda Marin'in Carte de Bucate (Yemek Kitabı) isimli eserinde çok sayıda Türkçe yemek ismine de rastlanır. Bunların tarifleri de Türk yemeklerinin tariflerine yakındır. Bazıları şöyle: Ciorba (çorbalar) -28 çeşit çorba gösterilir; sermale (yani sarmalar), ciulama (çullama), imamabaildi (imam bayıldı), iahnie (yahni), iofça (yufka), musaka (musakka), pilav (pilav)- 12 çeşit pilav tarif edilmektedir; baclava (baklava), helva turceasca (Türk helvası) vs... Hattâ, bazı işyerlerinde Simigerie (Simitçi) ve Covrigarie (Gevrekçi) gibi Türkçe isimler de görülüyor.
Romen mutfağında kullanılan bazı araç-gereçler de Türkçe isimler altında tanımlanmaktadır.
DÜĞÜNLERDE SÖYLENEN MANİLER
Pazi pitesi yollayaciz stroynigi pazaritesi
Stroynigin ayagi hayirli, Açan gürmüş gelin hanimi bayildi.
Çık Osmanaga çık, nerde fırun?
Gelecektir babalığın, deyesin buyrun
Ne bakaysın mori kuçka (küçük çocuk) delikten,
Osmanaga olacaktır enişten
Mutfakta trupçe, mutfakta trupçe (Kütük)
İnanasın Osman Aga, gelinın gugufçe (Kumru)
Mutfakta lamba, mutfakta lamba
İnanasın Osman Aga, gelinın alafranga
Ateşe koydum igneleri, mori igneleri
Patlasın Osman Aga’nın yengeleri
Gelinin odasi yaygili,
Neymişsın mori gelin bu kadar saygili
Saygina diyeceğiz maşaallah
Dügününde oynayaciz inşallah
Makinanın burmaları, suları akar
Osman Aga’nın pantollari levanta kokar
Elımızde elımızde, altın kalem
Biz aldık gelini çatlasın alem
Elimde dayre, belimde dayre
Evlensin Osman Aga, bitsin bu gayle
Karşıdan aldım bir kitka (tutam) nane
Hanımannenin hatırı için yerden aldım temane (temenna)
Elimizde elımızde altından saat
Alalım gelin hanımı oturalım rahat
Giy Osman Aga, ayakkabıların gırslasın
Hep ayaktaşların kıskansın
Alın kızlar postekiyi oturalım, bagdaş
Nasıl ayrılaciz Ramize kızkardeş
Not: Rumeli Türkleri K. ve D. Derneğinden Üsküplü Murteza Doğan tarafından nakledilmiştir. (7/5/2005)
1910-1950 YILLARINDA ÜSKÜP’TE YAŞANMIŞ DÜĞÜNLER
Hidayet İlimsever
Düğünler için genelde yaz mevsimi tercih edilirdi. Düğün mutlaka Çarşamba gecesi olur, yaz gecelerinde büyük bahçelerde düğün yapılır. Kız tarafında iki ev, erkek tarafında iki ev olmak üzere dört ev düğün için hazırlanır. Kadınlar ayrı evde, erkekler ayrı evde eğlenir. Bahçelerde oturma yerleri hazırlanır, sokak kapısından itibaren bahçenin her tarafına kül dökülür (Odun kömürünün külü). Küllerin içinde gaz yakılır. Bunlar meşale gibi evin her tarafını aydınlatır. Düğünler gün ağarana kadar sürer. Erkek evinde mutlaka küçekler tutulur, küçekler müslüman çingenelerdir. Küçekler iki çalgıcı kadından oluşur. Biri kemane (keman), biri dayre (def) çalar. Kız evinde çalgı olmaz. Çünkü kız evi hep mahsundur. Düğünlerde çok şık giyinilir. Evin büyükleri hiçbir zaman açık, canlı renkler giymez. Klokeler, jorjetler, tüller giyilir.
Düğün evinin bir önceki gelini, evin evli kızı, bir iki senelik evli bile olsalar gelinlik giyerler. Misafirleri ev sahipleri ile karşılama havaları çalan küçekler karşılar. Misafirler kalabalıklaştıkça eğlence artar. Gelinlik giyenler başta olmak üzere bütün genç gelinler horo oynar. Kayınvalide horonun ortasına girer. İki su bardağını diplerinden birbirine vurarak tempo tutar. Ortada oynayarak bardakları kırar. Küçekler oynayarak ev halkından para toplar. Ev halkının gençlerinde mutlaka beyaz yapıştırma- vardır. Yapıştırma: Amerikan bezi üzerinde pul, boncuk ve tırtır ile çalışılarak çeşitli boylarda çiçek yaprak şekilleri verilerek işlenir. Alt kısmına şekerli bir madde sürülür. Yapıştırmayı, takacak olan genç hanımlar alt kısmını diliyle ıslatarak, büyüğünü alnına, orta boyda olanları yanaklarına, küçüğünü de çenesine yapıştırır. Yüzünde yapıştırma olanlar mutlaka Koçi halkı (Gelin Alıcı) gidecek olanlardır. Dört tane yapıştırma kullanır. Kayınvalide kaç yaşında olursa olsun yapıştırma kullanmaz.
Koçi halkı seçilmiş misafirlerden oluşur. Kayınvalide, kayınpeder ve damat asla gelin alıcı gitmez. Koçi halkından iki yada üç aile yakını Ulice olur. Koçi halkı hiçbir zaman aşırı kalabalık olmaz. Gelin paytonuna landon denir. Ailenin en yakın bir iki genç kızı dışında genç kızlar gelin alıcı gitmez. Koçi halkı olarak davet edilmek büyük bir onur, gurur ve mutluluktur. Kadınların en büyük eğlencesi düğünlerdir. Koçi halkını paytonlara bindiren kayınvalide küçekleri kız evine gönderir. Arkalarından bir tas su dökerek su gibi gidip gelmeleri için dua eder, erkek evine de çalgi tutulduysa onlarda çalgı çalarak yürüyerek gelin almaya giderler.
Düğün evinde kalan misafirler yanlarında getirdikleri çerezleri yiyerek sohbet eder, gelinin gelmesini beklerler. Kız evi Koçi halkını büyük bir heyecanla bekler. Koçi halkının oturacağı bir bölüm ya da oda ayrılmıştır. Oraya hiçbir kimse oturmaz. Kızın annesi ailenin uliceleri ile birlikte misafirleri sokak kapısından karşılayarak oturacakları yere buyur ederler. Her zaman olduğu gibi ayakta hatır sorarlar. Kız evinden genç bir gelin misafirler ile lokum ikram eder. Hemen arkadan şerbet gelir. Bir tepsiye beş altı çay bardağına kırmızı şerbet doldurulur. Şerbetin içine gelin hanımın tükürdüğü söylenir. Şerbet ilk önce koçi halkının ulicesine daha sonra da diğer misafirlere ikram edilir. Kimse şerbeti içmez. Bardağı ağzına götürüp dudağına götürür, şerbet bardağını eline alan mutlaka tepsiye para bırakır. Koçi halkıyla gelen küçekler sürekli neşeli parçalar çalar.
Kız evinde gelinden başka kimse gelinlik giymez. Uzun şık kıyafetler giyen iki genç evli hanım gelin hanımın kollarına girerek, duvaklı olarak koçi halkına çıkarırlar. Gelin hanım duvağı kapalı bir şekilde ulicenin elini öperek geri çekilir. Gelin hanımın iki eli birbirinin üzerinde göğsünün altında belinin üzerinde de duvağıyla birlikte saçına takılan gelin teli uzun olduğu için bileğine bir iki kere sarılmıştır. Gelin tapınmış vaziyette, gözleri kapalı durur. İki genç hanım duvağın ucundan tutarak, gelinin yüzünü görülecek kadar açar. Gelinin başına leblebi ve şeker atılır. Hemen duvak örtülür. Gelin geri geri çekilerek bulunduğu yerden uzaklaşır. Koçi halkı hemen kalkar, erkek tarafından gelen erkekler evin yakınında horolar oynar. Gelin paytonu kapıya yaklaşır. Etrafı çarşaflarla sarılır. Gelin önce babası kardeşi ve yakın akrabalarıyla görüşür. En son annesiyle vedalaşır. Çok ağlanır. Arkadan su dökülmez. Gelin alındıktan sonra erkekler horo oynarken mendil yakıyor. Çalgı çalarak yürüyerek gelini getiriyor. Herkes paytonlardan indikten sonra, gelin paytonu kapıya yaklaştırılır. Yine çarşaflarla örtülür. Kayınvalide paytonun üstüne çerez atar. Kolkola girmiş gelin ve damadın birbirlerini görmeleri ve ömürlerinin aydınlık olması için büyükçe bir ayna tutulur. Gelin hanım başını kaldırıp bakamaz. Gelin hanımın sağ koltuğuna kuran-ı kerim konulur. Bir parmağıyla kapının üst eşiğine önce bal (hayatları tatlı olsun diye) sonra un sürülür. (Bereket olsun diye)
Kapıdan sağ ayakla içeri girerler. Çeyiz serili olan gelin odasına gelince damat alkışlarla gelinin duvağını açıp yüzünü görür. Damat erkeklerin arkasına katılarak horolar oynar. Gelin hanımı yüksek yere oturturlar. Herkes gelini görür. Son horolar oynanır. Şamiler, mendiller yakılır. Ey gaziler çalınca düğün biter. Gün ağarmıştır. Perşembe günü olmuştur.
Ey gaziler yol göründi aman aman.
Ver selam eyle, kümür güzlim gine garip sineme
Altım çamur, üstüm yağmur aman aman.
GERÇEK YAŞANMIŞ OLAYLAR
PELTE
Yeni evli bir hanımdan kocası pelte yapmasını ister. O dönem için bilmiyorum demek ayıp. Peki diyor. Kış gecelerinde sık sık pelte yapılırmış. Zavallı gelin kime nasıl soracağını bahçede dolaşarak düşünüyor. Bu arada soğuktan titremeye başlıyor. Gelinin bu halini gören kayınbabası “Ne titreysin be kızım, Tuzsuz pelte gibi” diyor. Bu sözü duyan gelin hanım çok mutlu oluyor. Demek ki diyor pelte tuzsuz olurmuş. Oysa şekerlidir.
BİLİRIM
Yine bir hanım tatlı yapmasını bilmiyormuş. Komşusuna sormaya gider. Komşusu anlatmaya başlar.
-Komşı: Yag koyarsın.
-Hanım: Bilirım.
-Komşu: Yumurta koyarsın.
-Hanım: Bilirım.
-Komşu: Şeker koyarsın.
-Hanım: Bilirım.
-Komşu: Un koyarsın.
-Hanım: Bilirım.
Tatlı tarifi sorulan komşu kızıyor.
-Komşu: Tatlı piştikten sonra üzerine bir avuç kül atarsın.
-Hanım: Oni da bilirım.
Hanım büyük bir hevesle yaptığı küllü tatlıyı sofraya getirir. Bunu gören eşi şaşırır.
-“Bu ne” der.
-“Komşi büle ügretti” der. Evin beyi buna çok kızar. Komşiya sormaya gider.
-“Niye böyle bir şey yaptın” der.
-Komşu: “Süledigim her şeye bilirım dedi. Her şeyi bilen insan üle bir şey olmayacağını bilirdı” der.
KARIŞIK PİTE
Bir hanım eşine sorar.
-“Neli pite yapam bu gece” der.
-“Lana, pırasa, et, herangi birini yap” gibilerden der. Hanım da bir tepsi pitenin içine üç harçtan da koyuyor. Harçların birbirine karışmaması için de bir parça hamuru eliyle yuvarlayarak şerit haline getirir ve harçların arasına sınır yapar. Saçta pişirir. Eşi gelince sofra hazırdır. Pite pişmiştir. Eşi sorar,
-Neli yaptın piteyi?
-Senin istediğin gibi.
-Nasıl?