Anasayfa   İletişim  
Reklam  
-->
   
 
 
   
Google
   
   
    
 
 
 

 
 
 
 
 

Vefatinin 70. Yildönümünde her veçhesiyle Sair Mehmed Âkif

Vefatinin 70. Yildönümünde her veçhesiyle Sair Mehmed Âkif  14.01.2007 Milli Gazete
   
Hazirlayan: Fahri Gün
Akif ’in yetistigi aile iklimi

“Safahat”in müellifi, “Millî Sair” Mehmed Âkif’in babasi Fatih Medresesi’nin müderrislerinden Ipekli Mehmet Tahir Efendi’dir(1826- 1888). Tahir Efendi Ipek’in Susisa köyündendir. Onun babasi ise Nureddin Aga’dir. Aga ümmidir ve halis bir Arnavut’tur.

Âkif’in annesi Hacce Emine Serife Hanim’dir (1836- 1926). Serife Hanim’in babasi Buharali tüccar Mehmet Efendi annesi de Buharali Serife Hanimdir. Serife Hanim Tokat’ta dogmus, büyümüs hassas bir kadindir. Mehmed Âkif, 1290/1873 Sevval ayinda Istanbul’da Fatih’in Sarigüzel Mahallesi’nde dogar. Âkif’ten sonra Nûriye ismini verdikleri bir kiz kardesi olur.

Memuriyeti ve seyahatleri

Baytar Mektebi’nden birincilikle mezun olur. Âkif için artik kendi kendine çalisma, inceleme ve arastirma dönemi baslar. Mehmed Âkif 1309/1893’te “Umur-u Baytariye ve Islahat-i Hayvaniye Subesi Umumi Müfettis Muavinligine” tayin olunur. Kur’ân’in hifzina çok heves eder. Azmeder, kisa zamanda Kur’ân’i ezberler. Bir taraftan da Baytar Ibrahim Bey’den Fransizca ögrenir. Ibrahim Bey faziletli ve kudretli bir zattir. Âkif’in ona çok hürmet besler. Bu zat Âkif’in üzerinde çok etkili olur. Nitekim Âkif, Ibrahim Bey’le ilgili olarak “Benim sebeb-i feyzim o idi” der, ayrica Ibrahim Bey için Safahat’ta uzun bir siir kaleme alir.

Memuriyetinde Osmanli ülkesinde Rumeli, Anadolu ve Arabistan’in çesitli bölgelerinde dolasir. Bu süreçte Edirne’de Baytar Müfettisi, Adana’da Vilayet Baytari gibi görevlerde bulunur. Yirmi sene bu vazifede bulunduktan sonra baskasina yapilan bir haksizlik yüzünden gücenip istifa eder. Halkali Ziraat Mektebi’nde, hususi mekteplerde, Darü’l-hilafe medreselerinde edebiyat ögretmenligi yapar. Dârülhikme baskâtibi olur. Ankara Büyük Millet Meclisi’ne Burdur Mebusu olarak seçilir. 1914’te bir Misir seyahati yapar. “El-Uksur’da” siiri bu seyahatin bir mahsulüdür. Almanlar, Umumi Harp’te Itilaf Devletleri tarafindan aldiklari esirlere karsi yaptiklari iyi muameleyi bütün Islâm milletlerine göstermek ve duyurmak için muhtelif milletlere mensup Müslüman gazetecileri-yazarlari davet etmesi üzerine, “Harbiye Nezaretine bagli Teskilâti Mahsusa” tarafindan diger bazi zevat ile beraber Berlin’e gönderilir 1330/1915.

O sirada Islâm âlemine hitaben Âkif’in yazdigi beyannameleri Alman denizaltilari tâ Cava’lara kadar götürür. “Berlin Hatiralari” siiri de bu seyahatin mahsulüdür.

Mehmed Âkif, Almanya’dan dönüsünden sonra bu kez de yine Teskilat-i Mahsusa tarafindan mühim bir siyasi görevle “Necid”e gönderilir. Kizgin çölleri asarak yapilan bu yolculugun mahsulü de “Necid Çöllerinden Medine’ye” siiridir. Umumi Harp sonralarinda ise Ismail Hakki Izmirli ile birlikte Cebel-i Lübnan’a gider. Millî Mücahede sirasinda ise Konya, Kastamonu Eskisehir, Burdur, Sandikli, Dinar, Antalya, Afyon… gibi vilayetleri dolasarak halki vahdet ve millî harekete davet eder. Istiklâl savasindan sonra Islâmcilarin etkin görevlerden uzaklastirilmasindan sonra Istanbul’a döner. Sonra Misir’a gider. Misir’da hastalanir...

Cebel-i Lübnan’a ve Antakya’ya gider. Endülüs’ü görmek, “El-Hamrâ”yi yazmak için Ispanya seyahatini çok arzu eder. 1341’de Misir’dan Ispanya’ya gitmek üzere iken bazi engeller sebebiyle bu seyahatten geri kalir. Himalaya daglarini, Ganj nehrini görmek, oralar hakkinda siirler yazmak için Hindistan’a gitmek ister. En çok da “Haccet-ül-veda” siirini yazmak için Misir’dan Mekke’ye gitmeyi arzu eder. Hira Dagi’na çikarak Hazreti Peygambere vahyin geldigi Nûr magarasinda kalacak, oralardaki taslari, topraklari oksayip öpecek ve ancak o zaman Peygamberin “son hutbesini” siirlestirecektir. Ne ki, ömrü vefa etmez ve bu ukdesini gerçeklestiremez.

Sporculugu

Mehmed Âkif, okul yillarinda sporla çok mesgul olur; bedenî ustaliklara, maharetlere çok meraklidir. Güçlü, kuvvetli de bir delikanlidir. Âkif, on yedi, on sekiz yaslarinda pehlivanliga merak salar Güres eder; hem de kispet giyerek, zeytinyagi kullanarak... Pehlivanligi kadar insanligina da çok büyük sempati duydugu Kiyici Osman Pehlivanla tanisir. Gerçekten de Osman’in pehlivanligi kadar insanî vasiflari da çok üstündür. Âkif’in dünyada en hürmet ettigi adamlardan biri de Osman Pehlivan’dir. (Osman Pehlivan, Âkif’i, 40 sene sonra, son hasta günlerinde ziyaret eder. Büyük sairin bütün çocukluk hatiralari canlanir, çok duygulanir, gözlerinden yaslar dökülür.)

Hatta Halkali’da Baytar Mektebi’nde iken cuma günleri ve baska tatil günleri etraf köylere gider, dügünlerde güresir. Ayrica yüzmek, atlamak, kosmak gibi bedenî sporlarla da mesgul olur. Âkif, böyle en küçük yastan itibaren imkânsizliklarin her türlüsüyle mücadele eder. Bünyesi de, ruhu da hayatin güçlükleriyle yoksulluklariyla çarpisarak güç ve kudret kazanir. Onda pehlivanlik meraki mutlaka vücudundan ziyade ruhundaki taskin kudreti sarf etmek için meydana gelmis olacak... Herhalde irfan ve ruhu, bünyesinden fazla pehlivan olan Mehmed Âkif, spor gençligine ibret olacak bir timsal!

Okudugu kitaplar- yazarlar

Kendi anlatisina göre, Âkif, ilk siirlerinde örnek aldigi sairlerin basinda Ziya Pasa gelir. Muallim Naci’nin nazmi da çok hosuna gider, adeta onu taklit etmeye çalisir. Namik Kemâl’den, Abdülhak Hamid’den de fikren çok müstefid olur. Eski sairleri, eski edipleri de çok okur. Bütün bunlarin ilk eserlerinde büyük izleri görülür. Yine kendi ifadesine göre, okudugu Sark ve Garp kaynaklari arasinda Sadi’nin eserleri kadar onun üzerinde hiç bir sey etkili olmaz. Sadi’ye karsi derin bir tutkunlugu, bagliligi vardir. Bazi yazilarinin altina, müstear olarak Sadi imzasini atar... Onun kudretine hayran: “Sadi, sarkimizin ruh-i kemâlidir” der. Sadi için Farsçaya büyük emek verir.

Sarf ve nahvini, çok kuvvetli olarak, babasindan ögrendigi Arapçayi ilerletmeye çalisir. Daha sonralari merhum Sevket ve Ahmet Naîm Beylerle senelerce Arapça okurlar, müteakiben birbirlerinden istifade ederler. Âkif, Hersekli Ali Fehmi Efendi’den Allame Müberrid’in “Kitabü’l-Kamil”ini okur. Arap edebiyati ile istigali, gerek Araplarin, gerek diger Islâm ulemasinin Arapçaya verdikleri kiymet ve ehemmiyet onda anlatilir. Bu tesirle, Âkif nazarinda dil, din gibi mukaddes olur. Ona göre, “Dil ve dili teskil eden kelimeler, kudsi duygularin ve düsüncelerin mümkün oldugu kadar teblig vasitasidir.” Arapçayi çok ilerletir. Kur’ân’i çok okur. O belagat ona tesir eder. O ilâhî hitaplar ona baska ufuklar açar. Matbuatta ise ilk nesrettigi siir, “Kur’ân’a Hitap”tir.

Irfanina meftun oldugu Emrullah Efendi de onun egitiminde çok etkili olur. Nitekim Âkif, Emrullah Efendi’den doya doya istifade için piliyi pirtiyi toplar ve onun oturdugu Bakirköy’e tasinir. Arap ve Fars edebiyatindaki engin bilgisine hayran oldugu meshur Hicri Hoca’dan da ders alir. Onun sohbetinden, fazlindan faydalanmak için bazi arkadaslariyla beraber Istanbul’un en ücra kösesinden kalkarak Üsküdar’da ta Nuhkuyusu’na kadar zahmetli ve mesakkatli yolculuklar yapar.

Mehmed Âkif, Fransizcayi da kendi kendine ilerletir. Genellikle cebinde Fransizca bir eser bulunur. Birçok Fransizca siirleri de ezberler. Fransiz sairlerinden Victor Hugo ve Lamartin ile, klasiklerle çok ugrasir. Dandet ile Emile Zola’yi fazlaca okur. Bilhassa Lamartin’i çok sever, ona büyük bir hürmet besler. Onun siirlerinden mest olur. Sadî gibi ufak konulardan büyük neticeler çikaran Dumafis’in kudretine hayran olur. Ingilizlerin Shakespeare’ini, Milton’unu, Byron’unu, daha baska büyük simalarini, Fransizlarin Anatole France kadar bütün sanatkârlarin eserlerini okur. Kendisine tavsiye olunan her eseri inceden inceye tetkik eder.

Kisacasi, dört lisanin -Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransizca- edebiyatini iyice süzer; en güzel parçalarini ezberler. Ezberindeki beyit sayisi on binden fazladir. Darbimesellere de çok merakli olan Mehmed Âkif’in hemen hepsi ezberindedir. Divan edebiyatini, onu takip eden edebi gelismeleri tetkik eder, çagdas edibleri okur. Nerde bir üstad isitirse kosar, dersinden, sohbetinden istifade eder.

Memuriyeti sebebiyle Rumeli’nin ve Anadolu’nun birçok yerlerinde köylülerle temas ettigi için onlarin ihtiyaçlarina, dertlerine vakif olur. Çocuklarini okutmak vesilesiyle ileri gelen tabaka ile de temasa geçer. Direklerarasindaki toplanti merkezinde memleketin hamiyetli ve faziletli evlatlariyla tanisir.

Tahsil yillari

Âkif, ilk tahsiline Fatih civarinda Emir Buharî mahalle mektebine baslar. 1879 yilinin sonlarinda Fatih Ibtidâsi’ne geçer. Bu okulda Abdülhamid devrinin hürriyetperver sahsiyetlerinden, Misir’da “Kanun-i Esasî” gazetesini çikaran, daha sonra Paris’e giden, meshur Hoca Kadri Efendi de vardir. Âkif’in ifadesine göre, bu zat bilhassa lisan itibariyle onun üzerinde çok etkili olur.

Bir taraftan da evde babasindan Arapça dersi okur. Âkif, babasi için “O benim, hem babam, hem hocamdir; ne biliyorsam onlari babamdan ögrendim” der. Gezerken bile babasindan çok seyler ögrenir. Okuldan çikinca da bos durmaz. Fatih Camii’nde “Hafiz”, “Gülistan”, “Mesnevî” gibi Farsça eserler okutan Esad Dede’nin derslerine devam eder. Ortaokul siralarinda daha çok lisan derslerine temayül gösterir. Siiri de çok sever. Ilk okudugu manzum eser, Fuzuli’nin “Leyla ve Mecnun”udur. Siire karsi meftuniyeti onu nazma özendirir. Orta mektepte iken, vezinsiz, kafiyesiz uzun nazim parçalari yazmaya baslar.

Âkif’in dinî terbiyesinde bilhassa evin tesiri büyüktür. Annesi çok abid ve zahid bir kadindir. Babasi da annesinden geri kalmaz. Her ikisinin de dinî metanet ve sebatlari oldukça gelismistir. Ibadetin vecdini, zevkini, heyecanini tatmis kimselerdir. Bu açidan Âkif’in dinî heyecaninda süphesiz büyük tesirleri vardir. Babasi Tahir Efendi Naksî tarikatina mensuptur. Fakat ogluna tasavvufu telkin etmez. Münevver bir zat olan Tahir Efendi, babalik nüfuzunu çocugunun serbest inkisafina engel olacak derecede ileri götürmez. Bu yüzden Âkif’in siirlerinde mutasavvifane eda, sofiyane nesve pek seyrektir. Onun yazilarinin, siirlerinin mevzuu, daha fazla is, hareket ve faaliyettir. Âkif, hayatinda farzlari ifaya çok itina eder, fakat dervisçe bir züht sahibi degildir. Ancak Misir’da inziva hayatinin son senelerinde kendisini bütünüyle ibadete verir. Mesnevî’ye çok dalar...

Üç yillik ilkokulu bitiren Âkif Fatih Merkez Rüstiyesine devam eder. Rüstiyeyi de bitirdikten sonra mektep ve meslek tercihini babasi Âkif’e birakir. O da Mülkiye Mektebi’ni tercih eder. Mülkiye’nin üç yillik lise kismini bitirir, diplomasini alir ve Mülkiye’nin yüksek kismina baslar.

Âkif Mülkiye’ye basladigi sirada (1888) babasi vefat eder. Çok geçmeden evleri de yanar(1889). Aile zaruret içinde kalir, geçim derdi Âkif’in omuzlarina çöker, bu nedenle Âkif bir an evvel mektebi bitirip maasa geçmeyi düsünür. O sirada Mülkiye Baytar Mektebi açilir. Bu mektep yenidir; mezun olanlara hemen memuriyet verilir, diye bir kaç arkadasiyla birlikte Mülkiye’den ayrilarak Baytar Mektebine girer. Iki senelik gündüz kismini bitirince Halkali’daki gece bölümüne devam eder.

Lisede, Mülkiye’de ve Baytar Mektebi’nde yine en çok lisan derslerine önem verir. Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransizca derslerinde en basarili ögrencidir. Bu derslerin yani sira diger derslerde de okul birincisidir. Siirle hasir nesir olmasi Baytar Mektebi’nin son iki senesinde hizlanir. Birçok manzum parçalar yazar ve sonra da bunlarin hepsini imha eder. Siirle alakasini artirmak için orta ve yüksek tahsilde yeni bir müessir çikmaz, eski temayülü inkisaf eder. Baytar Mektebi’nde hocalarinin çogunlugu doktordur. Bunlar hem mesleklerinde yüksek sahsiyetler, hem dini baglamda metanet ve sebatli ehil kimselerdir. Bunlarin telkinleri de Âkif’in ahlâki ve dini terbiyesi üzerinde oldukça etkili olur.




 

 
Nutuk (Sesli ve Görsel)
 
Etkinlik Takvimi
Kasım , 2024
PzrPztSalÇrşPrşCumCts
1 2
3 4 5 6 7 8 9
10 11 12 13 14 15 16
17 18 19 20 21 22 23
24 25 26 27 28 29 30
 
 
 
 
 
Copyright Aralık 2002 © balkanpazar.org
tasarım ve uygulama Artgrafi.net