Balkanlar kendini yeniliyor
Balkanlar kendini yeniliyor 27/11/2007 BERAL MADRA
Saraybosna'daki metruk Skenderija Spor Kompleksi, Renzo Piano'nun projesiyle bir gençlik merkezine dönüsüyor. Merkezin sanat koleksiyonu için periyodik uluslararasi toplantilar yapiliyor. Saraybosna, Lubliyana, Belgrat, Zagreb çagdas müze ve merkezlerini Avrupa standartlarinda yeniden olusturma yolunda. Türkiye'nin merkezindeki AKM de yikilmamali, ama içerigi ve yönetimi tamamen ortadan kaldirilmali
9-10 Kasim günlerinde Saraybosna'da 1984'teki Olimpiyat Oyunlari için yapilmis olan Skenderija spor ve kültür kompleksinde Ars Aevi, Çagdas Sanat Merkezi'nin düzenledigi bir foruma katildim. Saraybosna kusatmasinda yandiktan sonra bir gençlik merkezi olarak planlanan Skenderija'nin bir bölümü onarilmis durumda. Renzo Piano tarafindan tasarlanan bina henüz yapim asamasinda oldugu için Ars Aevi'nin 200 yapitlik çagdas sanat koleksiyonu binanin onarilan bir kanadina yerlestirildi. Mart 2007'de IBB destegiyle Feshane-i Amire'de gerçeklestirdigimiz 'Komsularla Konusmalar' sergisinin yapitlari da bu depo müzede. Agustos 2008'de düzenlenecek bir sergiyle Saraybosna halkina gösterilmeyi bekliyor. Böylece uluslararasi bir çagdas sanat koleksiyonuna sahip ol(a)mayan Istanbul, Saraybosna'daki bu müzenin kuruculari arasinda yerini alacak. Skenderija'nin ana salonu bugün pop konserleri yapilmasi için tasarlanmis. 1930'lari animsatan dekorasyonu ve eski Yugoslavya'nin ve Bosna Hersek'in pop yildizlarinin fotograflariyla stereotip gösteri toplumuna hizmet veriyor. Skenderija'nin fuarlara tahsis edilmis bölümünde de Türkiye'den bir sanayi fuari vardi. Foruma Bosna Hersek kültür kuramcilari, küratörleri ve müze müdürleri ev sahipligi yapti ve savastan sonra ilk kez Balkanlar'in diger ülkelerinden (Sirbistan, Makedonya, Kosova, Hirvatistan, Slovenya, Karadag) meslektaslarini birlikte düsünmeye, sorgulamaya ve ortak projeler üretmeye davet ettiler. Bir zamanlar bir ülkenin kentleri olan baskentlerinden yüklü bir gündemle gelen bu kültür uzmanlari, konusmalarinin sonunda kanli yakin geçmise söyle bir deginip, bu bulusmanin ne denli anlamli ve iyilestirici oldugunun altini çizdiler. Sonuçta bu forum, geçmiste bir bütün olan kültür kurumlarinin yeniden iliskiye girmesini saglayacak bir girisimdi; siyasal geçmise karsin bu böyle olacak anlasilan... Gündemde Belgrat, Lubliyana, Zagreb modern ve çagdas sanat müze ve merkezlerinin yipranmis ve köhnemis binalarinin yikimi ve yapimi önemli bir yer tutuyordu; Saraybosna'nin da derdi Ars Aevi müzesinin yapimiydi. Konusmalari izlerken Istanbul'daki 'kültür binalari hastalik tablosu'nu ve Istanbul ile Anadolu arasindaki derin yarigi düsünmeden edemedim. Istanbul'un ve Türkiye'nin merkezindeki kültür binasi AKM ise yapildigi dönemin kosullarina göre de olaganüstü bir mimarlik örnegi sayilmayan ve bu cografi bölgede varligini hâlâ sürdürebilen 'en ideolojik modernist kültür kompleksi'.
Bir ütopya tapinagi AKM'nin en olumlanacak yönü binasi ile içeriginin birbirine tam ve eksiksiz uyum saglamasidir. AKM kara bir küptür (bkz. Malevitch) ve ayni zamanda ütopyaci ulus-devlet ideolojisinin tapinagidir. Söz konusu ütopya-bina içinde devletin destekledigi/denetledigi ve kitleye 'yüksek sanat' olarak sunuldugu sanat ve kültür üretilir. AKM bu özellikleriyle 70'li yillarda islevini kazasiz belasiz doldururken, 80'li ve 90'li yillarda o restorandan bozma sergi salonlarinda Postmodern sanatin muhalif sergileri birbiri ardina dizildi ve düzeni bozdu (burada merhum meslektasim Nilgün Özayten'in müdürlügü dönemindeki sessiz ama kararli çabalarini anmak isterim). Ancak, 90'larin sonunda Postmodern sanat ortami bu binada varlik göstermenin anlamsizligini fark etti ve alani üçüncül ve dördüncül gösterilere ve AKM'yi yasam boyu mesken edinmis memur kadrolarina terk etti. Opera ve konser bölümleri ise yarim yüzyildir, Istanbul gibi 'uluslararasi' bir megapolün Carnegie Hall, Covent Garden ya da Opera Bastille ayarinda saygin ve taninmis bir kültür kurumu olamadi. Taksim meydaninin tuhaf melezligine büyük katkida bulunan AKM; yikilmamali. Ancak AKM'nin içerigi ve yönetimi ortadan kaldirilmali; onunla birlikte Türkiye'nin kültür politikalari ve Istanbul'un Türkiye kültürü baglamindaki islevi bastan sona gözden geçirilmeli ve degistirilmeli. Son olarak herkesin üstünde konustugu Atatürk'lü post-medya sanat yapitlarina ve 'o' reklâma deginmek istiyorum. Atatürk'ü konu eden post-medya sanat yapitlari, gerçekte ulus-devlet dokunulmazliklari ve putlastirma döneminde ya da piyasa ve gösteri odakli sanat ortaminda sanatin elestiri, kiskirtma ve muhalefet özelliklerini iyice zorlamaktan baska çareleri kalmamis sanatçilarin basvurduklari bir yöntem. Bu tür hafif karikatür, hafif reklam, hafif poster havasi içeren isler 1970'lerde Sovyetler'de resmi sanat disinda sanat yapmaya çalisan ve sistemi ancak yeralti üretimlerle sorgulayan sanatçilar tarafindan yapildi ve yayginlastirildi (bkz. Sots Art, Komar&Melamid, Alexander Kosolapov). Daha gerideki örnekler ise Konstrüktivizm ve Berlin Dada. Andy Warholda Maolarla, Stalinlerle bu isin, deyim yerindeyse, suyunu çikarmisti. Bu post-medya isler simdilerde Istanbul'da sanatin özgür düsünce, siyasal-toplumsal elestiri kanadini ayakta tutuyor ve kuskusuz toplumun muhalif bir kesimi tarafindan kabul görüyor. Atatürk'lü post-medya isler tembel ve ruhsuz kamuoyunu biraz dürtükleme islevi görüyor. Bu biraz da bunlara karsi yapilan saldirilar dolayisiyla oluyor; yani saldirilar olmasa bu isler görünür olacak mi, orasi kuskulu!
Atatürk'lü reklam Atatürk'lü banka reklâmin ise Türkiye'nin zaten son derece çelimsiz ve hasta olan görsel algilama ve yorumlama yetenegi ve gücüne agir bir yumruk indirdigini düsünüyorum. Reklâmcilar her zaman çagdas sanattan çalarlar; hatta sanatçilara yakin durular ki, onlarin esin kaynaklarindan üstlerine kivilcim siçrasin (hem sanatçi hem reklâmci olanlar da cabasi)... Çagdas sanatta Atatürk var ya, neden reklâmda da olmasin? Bir bankanin sayginligini ve ulus-devlet geçmisini vurgulamak, yükselen ulusçu duygulardan yararlanmak gibi siradan amaçlarla Atatürk'ü nihayet bir oyuncuya oynatarak bir tabuyu kirmaya yelteniyorlar, Makyaj ve kameranin basmakalip sahteligi, kurgunun kitsch ve patetik hali, stereotip'ligin bu denli dayatilmasi Türkiye'deki her çesit ve siniftan izleyicinin küçümsenmesi ve alçaltilmasi gibi. Burada görsel etkilerin bir ulusun içinden çikamadigi ideolojik bir sorunun daha da çarpitilmasi için kullanilmasinin sorumsuz bir örnegiyle karsi karsiyayiz. Dönüp bu reklâmcilari egiten, yetistiren kurumlara bakmamiz gerekiyor; yani yine isin temelindeki soruna egilmemiz. Burada günümüzün küresel kapitalizmine yaraticiliklarini kuralsiz kosulsuz sunan tüketim ve hizmet sektörü isçileri gibi davranan imge üreticilerine sunu sormak gerekir: Postmodernizm ve onun uzantisi olan küreselligin özgürlük ve görecelik ilkelerini bu denli sinirli ve biçimci bütüncüllükle (mutlakiyetle), bu denli basmakalip ve kullanma tarihleri geçmis imgelerle mi uygulamak gerekiyor?
|