Eugenia Popescu-Judetz ile yapıtları, tarih, müzik ve Prens Kantemir üzerine...
Eugenia Popescu-Judetz ile yapıtları, tarih, müzik ve Prens Kantemir üzerine... 29 kasım 2007 cumhuriyet kitap eki
Ufak tefek dev kadın: Eugenia Popescu-Judetz
Tuna Boyunca Anılar ile Ezgiler (Pan Yayınları)... Şehirler ve kişiler ekseninde gelişen film gibi bir hatırat sözün konusu. Dilimize Figen Bingül'ün çevirdiği eser, Eugenia Popescu-Judetz'in yaşamında önemli yer tutan Kantemir'den Sarı Saltık'a, Panait Israti'den Yaşar Nabi'ye kadar birçok kişiye; Bükreş'ten İstanbul'a, Adakale'den Dobruca'ya kadar birçok şehre minnet borcunun ifadesi... Kitapta ayrıca eşi Gheorghe Popescu-Judetz ile yıllar süren derleme çalışmalarının öyküsü, bu müziklerin notaları ve kitabın ekindeki CD'de de bu müziklerin örneklerini bulmak mümkün. Popescu-Judetz'in birazdan sözünü genişçe edeceğimiz, dilimize Selçuk Alimdar'ın yaptığı "Prens Dimitri Kantemir/Türk Musikisi Bestekârı ve Nazariyatçısı" adlı kitabının yanı sıra diğer eserleri ise şöyle sıralanıyor: Adakale; Kevseri Mecmuası, Tanburi Küçük Artin, Türk Musikisi Kültürünün Anlamları, Sources of 18'th Century Music. Eugenia Popescu-Judetz, etnomüzikolog ve sanat tarihçisidir. Beş dili su gibi konuşur. Asıl uzmanlık alanı, Türk musikisi kaynakları ve Osmanlı seyirlik sanatlarıdır. Yıllarca ABD'nin Pennsylvania eyaletindeki Pittsburgh Duquesne Üniversitesi'nde Doğu Avrupa ile Türkiye'nin halk musikisi ve seyirlik sanatları üzerine dersler vermiştir. Türk musikisi kaynakları ile Romen halk sanatları hakkında yayımlanmış inceleme ve makaleleri vardır. Yapıtları ülkemizde Pan Yayıncılık tarafından yayımlanmıştır. Onunla tanışmak başlı başına bir macera gibiydi diyebiliriz. İnanılmaz bir enerjisi var. Neşeli, cana yakın, bir ufak tefek dev kadın. Kitaptan konuşurken gördük ki, en çok vurguladığı noktalar Türk sevgisi, tarih bağları, elbetteki müzik ve en çok da Prens Dimitri Kantemir. Önce Tuna Boyunca Anılarla Ezgiler dedik Eugenia Popescu-Judetz ile...
Gamze AKDEMİR
-Belleğinizdeki ve yüreğinizdeki Türk imgesi... Nasıl yorumlarsınız; kültürlerin bu selamlaşma, sonra değme, hatta kesişme noktalarını? Kitabınız buna güçlü bir örnek...- Tuna bölgesindeki çokuluslu yapı içinde "Türk" imajı etnik çeşitliliğin temel bir öğesiydi. Ben Türk imajını diğerlerinden ayırt edemem. Çünkü Türk imajı uzun yıllar boyunca oradaydı ve hâlâ zihinlerde ve kalplerde yansımalarını sürdürmektedir. Öncelikle Türkler askerdiler ve sınırlarda fiziksel olarak vardılar, sonra da şehirler ve köylerde yerleşik olarak yaşamlarını sürdürdüler. Türklerin varlığı azalmaya başladığında da Türk imajı, halk efsanelerinde, hikâye, destan, halk şiiri ve halk tiyatro eserlerinde yaşamını sürdürdü. O, asker, usta, arkadaş ve düşmandı. Etnik ulusalcılık onu çeşitli şekillerde değerlendirdi. - Doğu'ya özgü doneler etkisi altına alıyor sizi... Anılarınızda en ufak bir ayrıntı bile taptaze... Nasıl bir bağ, sevgi, uyum, nasıl bir ritim, titreşim bu sizi böylesine saran?- O zaman nehir boyunca kalıcı bir kültürel etkileşim vardı. Kültürel öğelerin değişimini üreten eylemlerin ve fikirlerin hareketi vardı. Hayatın sosyal ve kültürel, her cephesindeki değişiminin etkilerini deneyimledim.
GÖRDÜKLERİNİ YANSITAN BİR SEYYAH...
- Sınırsızlığa, evrenselliğe alegori diyebilir miyiz Tuna Boyunca Anılarla Ezgiler için? - Hayır. Bunu evrensellik olarak niteleyemeyiz. Çünkü evrensellik soyut bir kavramdır. Çeşitliliğin olduğu yerde evrensel bir kesinlik ve mutlaklık olamaz. Yaratıcılık ancak motiflerin ve imajların dağıtılıp tekrar bir araya (deconstruction and reconstruction) getirilmesiyle mümkündür. Kendini tekrar tekrar yeniden keşfetmek Tuna medeniyetine has bir özelliktir. Nehir jeopolitik bir sınırdı, imajları yeniden üreten (reproduction) bir prizmaydı.Tuna'yı Osmanlı medeniyetinin ileri karakolu olarak görüyorum. - Müzik, ezgilerin tıpkı insanlar, kültürler, anılar gibi özleşmesi mi aynı zamanda..- Bana göre müzikte özleşmeden söz edemeyiz. Ancak değişimden söz edilebilir ki, bu da kendini varyantlar ve değişik formlar olarak gösterir. Melodiler ve motifler yeniden yaratılmak üzere kendi yollarını bulurlar. Ancak hatıralar onları seçmek ve süzmek konusunda gücü elinde tutar ve sürprizler yapar. Bazı durumlarda, yalnız kırıntılar ve kıvılcımlar hatırlanır, ancak neden bunların bâki kaldığını kimse bilemez. - Bir duygu seyyahının dili söz konusu... Ama günce değil...- Evet günce değil, gördüklerimi yansıtan bir seyyahın yolu olarak nitelendirebilirim.-Küçük Eugenia'nın yaşamından kimi biyografik kesitler de var..- Asla ana kahraman olduğumu düşünmedim. Kitabımdaki ana karakter Tuna nehridir.
EUGENIA'NIN PRENSİ: DİMİTRİ KANTEMİR
Bükreş'ten İstanbul'a, cebinde 10 dolarla, 1968'te trenle geldi Eugenia Popescu-Judetz. Sirkeci'de bir otele yerleşti, Beyazıt'ta kütüphanede aldı soluğu. 200 küsur yıllık bir elyazmasını çıkarttırdı, iyice inceledi. Elyazması, 17. asırda yaşamış Romen prensi, Dimitri Kantemir'in eseriydi. O dönem Türk Müziği'nin belki de en önemli kaynağı: "Kitabu'l-Musiki Alâ Vechi'l Hurufat"... Yazmanın mikrofilmi için çok para gerekti. Bir dolu çeviri yaptı bu nedenle, otelin ve mikrofilmin masrafını ödeyip memleketine döndü.. Son sayfaya parası yetmemişti, onu kopya etmekle yetinecekti. 1973'te Bükreş'te yaptığı yayınla Kantemir'i dilden dile dolaştırdı. Eugenia Popescu-Judetz, Prens Dimitri Kantemir (1673-1723) hakkında 1973'te Romence olarak yazdığı kapsamlı monografisinden sonra, aynı konuda yazdığı ikinci kitabı "Prens Dimitri Kantemir-Türk Musıkisi Bestekârı ve Nazariyatçısı" adlı kitabında yeni bulguları değerlendiriyor. Kitabın amacı Kantemiroğlu'nun sadece edvarını incelemekle sınırlı değil. Bu kitap aynı konudaki ikinci eseri olsa da konu üzerindeki değerlendirmeleri ile, getirdiği yeni açılımlarla yeni bir eser olarak değerlendirilmeli. Kitapta, Kantemiroğlu'nun olaylarla dolu, dramatik hayatının Rusya'da geçen yıllarını da kapsayan hikâyesi veriliyor, onun çok yönlü çalışmaları, faaliyetleri anlatılıyor. Bu bölümde Kantemiroğlu'nun sadece Osmanlı tarihiyle ilgili kitabından değil, öteki kitapları ile konuya ilişkin Romence kaynaklardan da yararlanıyor. Ulaşılması zor kaynaklardan yararlanılan yerler ve aktarılan paragraflarla bezeli sayfaları kaynak niteliğini perçinliyor. Başta da belirtmiştik, Peopescu-Judetz, "Tuna Boyunca Anılarla Ezgiler"in yanı sıra Prens Kantemir'i de genişçe anlattı diye. Onun Türkiye'deki evinin müze olması için gösterdiği çabaları, bu uğurda film gibi yaşadıklarını mutlaka duymalısınız. Bunu okursanız yapıtını daha keyifli ve değer vererek okuyacağınıza kuşku yok. Bakın neler anlattı Popescu-Judetz...
DİMİTRİ KANTEMİR'İN EVİ
- 1968'de İstanbul'a Kantemir'i ve onun izini aramaya geldim. Daha önce ABD'de büyükelçilik görevinde bulunmuş olan Necati Dolunay Arkeoloji Müzesi'nin müdürüydü. Çok yardımcı oldu ve arkeologlarından Ergon Ataçeri'yi beni şehri gezdirmekle görevlendirdi. İkimiz Fener'de, Kantemir'in planlarını çizdiği evi aramak üzere yola koyulduk. Kantemir "Osmanlı Tarihi" kitabında evin yerini tarif ediyordu. Fatih Sultan Mehmed'in kuşatması sırasında, son Bizans imparatorunun öldüğü yerdi burası. Kitabında burayı Sancaktar Yokuşu olarak anıyordu.Ergon Beyle beraber önce telefon rehberindeki Kantemir, Kandemir, Kantimir maddelerini aradık ve ailelerince kendilerine Prens Kantemir'in akrabası olduğu söylenip söylenmediğini sorduk. Kimse olumlu cevap vermedi. Biz de Sancaktar Yokuşu'na gittik. Bir yokuşun sonunda bir büyük kapı, yıkılmış bir yapıyı çevreleyen bir duvar vardı. Duvar Haliç'e uzanan bir yolu takip ediyordu, duvarda depolardan kalan kalıntıların içinde evsiz insanlar yaşıyordu. Romanya Konsolosluğu'na gittim ve o zamanki konsolos Miron Sava'ya durumu anlattım. Konsolos duyarlı bir insandı ve kültüre yaptığı katkılarla anılmak istiyordu.Romanya hükümetine konuyla ilgiyi bilgiyi verdi ve aynı zamanda müzikolog Etem Ruhi Üngör'den daha büyük bir planı uygulamak üzere yardım istedi. 22 Şubat 1976'da dış duvara kapının yanına Kantemir ile ilgili bir mermer levha asılmıştı. Levhada Kantemir'in bronzdan yapılmış portresi vardı, iki dilde bir açıklama da yazılıydı:"Pe aceste locuri s-a aflat palatul rezidit şi înfrumusetat de Principele moldovean Dimitrie Kantemir, savant enciclopedist de renume european, autor al unei monumentale Istorii a Imperiului otoman, care a träit la Istanbul între 1688-1710."/ "Bu yerde 1688-1710 tarihleri arasında İstanbul'da yaşamış olan ve gerek geniş ansiklopedik bilgisi, gerek yazdığı Osmanlı İmparatorluğu adlı tarihi eseri ile Avrupa'da ün yapmış bulunan Moldovya Prensi Dimitri Kantemir'in yeniden inşa ve güzelleştirdiği saray bulunuyor."Levhanın yerleştirilmesi Romanya Konsolosluğu'nda bir konser ve kokteyl ile kutlanmıştı. Müzikolog Üngör'ün temin ettiği Kantemir'in eserleri ile İstanbul Belediye Konservatuvarı Nişaburek beste ve ağır semai ve Pençgâh peşrevi ve saz semaisini seslendirmişlerdi. Yıllar sonra, 1991'de döndüğümde Ergon Bey bana levhanın artık yerinde olmadığını söyledi. Hemen Fener'e gittik. Levha ortadan kaybolmuştu. Fatih Mahallesi'nin muhtarı Halit Nihat Cebeciler, 3 yıl önce birilerinin levhayı kırıp, mermeri ve bronz portreyi çöpe attığını söyledi. Birkaç gün sonra bir sarhoş, levhayı çöpte bulup getirmişti. Muhtar mermerin parçalarını ve bronz parçayı Kantemir'in evindeki kalıntılarının yanına bahçeye koymuş, duvara dayamıştı. Muhtar, Kantemir'in evinden iki odayı yaşanılır hale getirmiş, yazları orada yaşıyordu. Muhtarın levhayı bir torbaya koyup saklamasına rağmen birileri yeniden gelmiş, mermeri ve bronz portreyi alıp tekrar çöpe atmışlardı. Muhtar tekrar levhayı içeri almış ve tekrar duvara yaslamıştı. Muhtarı ofisinde bulduk, çok nazikti ve levhayı göstermek istedi. Dış kapıyı büyük bir anahtarla açtı, sonunda bahçeye girebilmiştik. Sonra merdivenlerden çıkıp yaşadığı yere gittik.Ergon Ataçeri, duvarların ve pencerelerin 16. yüzyıldan kalma özellikler gösterdiğini söyledi. Tarihçiler, Kantemir'in evini, kayınpederi, Eflak voyvodası Şerban Cantacuzino'nun binasının üzerine inşa ettiğini söylüyorlar.Levhanın çalınma hikâyesini, muhtar ve civarda bisiklet garajı olan komşusu detaylarıyla anlattı. Muhtar durumu çözmek için, Romanya diplomatlarını ve İstanbul Belediyesini haberdar ettiğini söyledi. Biz gelmeden bir ay önce o zamanki Romanya Büyükelçisi Alexandru Margaritescu ziyaret etmiş, ancak bir gelişme olmamıştı. Bükreş'e döndüğümde, Romanya Cumhurbaşkanı Ion İliescu, Cotroceni sarayında beni kabul etti. Protokol müdürü büyükelçi Manciur çok nazikti ve konuyla yakından ilgilendi.Konuyu anlatan bir rapor yazdım ve onunla tekrar görüştüm ve sonra ABD'ye döndüm. Bu arada Kantemir'e hayran olan gazeteci Murat Bardakçı, Kantemir'in levhasıyla ilgili bir yazı yayımladı. O sıralarda Romanya ile diplomatik ilişkiler düzelmişti. Bunun sonucu olarak üzerinde aynı metinle yeni bir levha duvara kondu. Ve bugüne kadar oradadır. Bütün bu çabalar sonucu evin restore edilmesine başlandı. Romanya hükümeti, Fatih Belediyesi, Avrupa Birliği birlikte evi restore edip müze olarak açtı. 1968'de Kantemiroğlu'nun evini yeniden keşfederek başlattığım bu çabanın tarihi-kültürel bir sonuca erdiğini görmekten büyük bir memnuniyet ve gurur duyuyorum.
DİĞER YAPITLARI ÜZERİNE KISA NOTLAR...
Adakale: Tuna nehri üzerinde, Romanya tarafına 300, Sırbistan tarafına ise 400 metre mesafede, uzunluğu 1800, genişliği 400 metre olan Adakale, beş yüzyıl boyunca Osmanlı devletinin karakolu oldu ve gümrük görevi gördü. Türkleri Adakale'ye 15. yüzyılda, Rumeli'nin fethiyle birlikte yerleştiler ve 1967'de, Çavuşesku ile Tito, Tuna'ya bir baraj yapmak için anlaşıncaya kadar ada nüfusunun çoğunluğunu oluşturdular. Baraj yapıldı, Adakale sular altında kaldı. Bugüne kadar Türk müziğinin kaynakları üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Popescu-Judetz'in bu incelemesi 1970'te yok olan Adakale adasının halk kültürü üstüne yetkin bir araştırma.Kevseri Mecmuası:Yapıt, kısaca Kevseri diye anılan Mevlevi dervişi Nayi Ali Mustafa Kevseri Efendinin Türk musikisi tarihindeki önemini, katkılarını ortaya koyan karşılaştırmalı bir inceleme. Kitaptan: "Kevseri Mecmuası adıyla anılan tek nüshalı el yazması on sekizinci yüzyılın ilk yarısına ait geniş bir saz eserleri derlemesinde toplanan ezgilerin harflerle yazılmış notalarını kapsar. Mustafa Kevseri, tam adıyla Nayi Ali Mustafa Kevseri Efendi o dönemde yaşamış olan çok bilgili bir mevlevi musıkiciydi; neyzen olarak tanınmış ve tahminlere göre 1770 dolaylarında ölmüştür. (Öztuna 1974: 50) Geleneğin ona mal ettiği birkaç saz eseri de vardır."Tanburi Küçük Artin: Kitap, Dimitri Kantemir ile Abdülbaki Dede'nin devirleri arasında, Türk müziği tarihinde yazar, müzisyen ve tanbur hocası olarak özel bir yeri olan Tanburi Küçük Artin'in, Ermeni harfleriyle Türkçe olarak 18. yüzyıl Osmanlı sanat müziğinin icra kuramı üzerine kaleme aldığı çalışma üzerine titiz bir inceleme. Hem Sultan I. Mahmut'un hem de İran'ın Nadir Şah'ının saraylarında müzisyen olarak bulunan Tanburi Artin, İstanbul'dan Hindistan'a yaptığı seyahatte bu bölgelerin müziğine ilişkin bilgiler derlemiş, pek çok renkli anektodu bir araya getirmiş. Kitap, Artin'in orijinal metnini, nota örneklerini, geniş bir yorum ve analiz ile karşılaştırmalı tabloları içeriyor.Türk Musikisi Kültürünün Anlamları (1900): Yazar, bu kitabında Osmanlı-Türk musiki kültürünün "anlamları"na üç yönde ışık tutuyor: notanın anlamı, mehterin anlamı, musıki kaynakları arasındaki ilişkilerin anlamı...Sources of 18th Century Music: Popescu Judetz, bu kez Paris'te yaşayan Bizans müziği uzmanı Adriana Ababi Sirli ile birlikte Türk müziği tarihi açısından çok önemli iki yazmayı incelemiş. Panayiotes Halatzoğlu ile Kirilos Marmarinos'un 18. yüzyılın ilk yarısında kaleme aldıkları Rumca yazmaların orijinal metinleri İngilizce çevirileriyle birlikte sunuluyor. İki metin, diğer Osmanlı müzik yazıları ile de karşılaştırılıyor. gamzeakdemircumhuriyet.com.trTuna Boyunca Anılarla Ezgiler/ Eugenia Popescu Judetz/ Pan Yayıncılık/ 414 s.Prens Dimitri Kantemir-Türk Musıkisi Bestekarı ve Nazariyatçısı/ Eugenia Popescu Judetz/ 216 s.
|