Türk dış politikası ve Gora Türkleri...
Türk dış politikası ve Gora Türkleri...
Milli Gazete 14-12-2007 Ayhan Demir ayhan_demir@hotmail.com
1900-1912 yılları arasında, dönemin süper güçleri olan İngiltere ve Rusya’nın desteğini alan, Sırp, Bulgar ve Yunan çeteleri, Türk köy ve karakollarını basıp terör estiriyorlardı. Özgürlük, hak ve adalet gibi söylemlerin ardına saklanarak, silaha sarılan isyancıları durdurmak mümkün değildi. Dirlik ve düzeni muhafaza etmeye çalışan Osmanlı Devleti ise, verdiği her tavizin peşinden, yeni isteklerle karşı karşıya kalıyordu. Bu kadarı da fazla diyecek olduğu zaman da, büyük devletler devreye giriyordu.
Sırp, Bulgar ve Yunan çetelerinin talepleri dipsiz bir kuyudan farksızdı. İsyancıların talepleri bitmediği gibi, İstanbul’un da direnecek takati kalmamıştı. Sonunda, kaşla göz arasında, kimsenin aklına bile getirmek istemediği oldu; Rumeli topraklarının tamamı elden çıkıverdi. Fakat Batılıların hesap edemedikleri bir şey vardı: Osmanlı, silah ve zabit değil, yürek devletiydi.
Osmanlı savaş meydanında toprakları ve ardından altı asır boyunca da kalpleri fethetti. Bu sebeple Osmanlı, Balkanlardan çekilmek zorunda bırakılmasının üzerinden çeyrek yüzyıl geçtikten sonra bile, bölge halkı için umut olmaya devam etti. Ne var ki, Osmanlı bakiyesi olan, Anadolu toprakları üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticileri bu umudun devamını sağlayamadılar. Bu durumun en somut ve bir o kadar da yürekleri sızlatan örneklerinden biri de, Makedonya Müslüman Direniş hareketi, Yücel Teşkilatı’dır.
1940-1947 yılları arasında Makedonya’da faaliyet gösteren Yücel Teşkilatı mensupları, Yugoslavya Müslümanları ve Makedonya Türk cemaatini ciddi şekilde rahatsız eden olaylarla karşı karşıya kalınca Ankara’ya yardım istemek için bir heyet gönderme kararı alırlar. Heyet, varlıklarını bile kabul etmeyen, İsmet İnönü’den ağır hakaretler işiterek büyük bir hayal kırıklığı içerisinde geri dönmek zorunda kalır. Yücel Teşkilatı mensuplarından Mehmet Ardıcı, heyetin Ankara’da yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: "Kimseden yardım talep edemezdik. Buna rağmen Ankara’ya gönderilen Muhammed Cevahirci, Münir Ekrem Şahin, Salih Müftiç ve Muyaçiç’ten müteşekkil heyet eli boş döndü. Üstelik devrin başvekili İsmet İnönü’den ağır hakaretler görerek. "Misak-ı Milli hudutları dışında Türk ve Müslüman unsuru diye bir şey kabul etmiyorum. Zaman çok vahimdir. Türkiye dışarı ile uğraşmamalıdır. Türkiye’nin başını ağrıtmayın" [Makedonya’da Müslüman Direnişi: Yücelciler 1947, Sayfa 16]
Değişen bir şey yok
Aradan geçen elli yılın esnasında da, rejimin yaklaşımında, değişen bir şey olmadı. 1990’lı yıllar başlangıcında Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer alan, Batum ve Ahıska’ya, soy birliğimizin olduğu Türkî Cumhuriyetlere gerekli ihtimam gösterilemedi. Yalnızca iki milyon nüfusa sahip olan Ermenistan’ın, Azerbaycan topraklarını işgal etmesi karşısında seyirci kalmaktan öte bir tavır ortaya konulamadı. Çin’in, Doğu Türkistan'da Müslüman Uygur Türklerini, toplu infaz etmesine, nükleer denemelerde kobay olarak kullanmasına, Müslüman nüfusun çoğalmasına engel olmak için doğum kontrolü uygulanmasına mani olunmadı.
Tüm bunların yerine, Türkî Cumhuriyetlere, birtakım uyanık müteşebbisler gönderildi. Bu müteşebbisler oradaki Türklerin hem parasını, hem de nefretini kazanmayı başardılar. Geçen sene, Kazakistan’ın Tengiz bölgesinde çalışan, Türk işçilerin feci şekilde dövülerek sınır dışı edilmelerini hatırlayın. İşte anlatmaya çalıştığımız böyle bir şey.
Ve sene 2007… Maalesef yine değişen hiç bir şey yok. Birleşmiş Milletler üyeleri arasındaki sınırları çizilmemiş, köksüz ve kültürsüz tek topluluğu olan İsrail’in eli kanlı Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuşan ilk İsrailli oldu.
İsrail yönetimi, Nablus Büyükşehir Belediye Başkanı Adli Yasih’in de doğruladığı gibi, Osmanlı dönemine ait hamam, kemer, mescit ve saat kulelerini tank ve roket atışlarıyla tahrip ediyor. Aynı İsrailliler ve İsrail'i savunanlar, Kosova’nın bağımsızlığının gerçekleşmesi durumunda İsrail açısından büyük bir felaket olacağını da ifade ediyorlar. Bu sebeple Kosova ile Belgrat temsilcileri arasında, 1999’dan bu yana devam görüşmeleri yakından takip ediyor.
Peki, bağrında Sultan Murat’ın metfun olduğu, Kosova’nın bağımsızlığı için Türkiye ne yapıyor? Türkiye, Kosova’nın bağımsızlığını açıkça desteklemeyi bir kenara bırakın, Sırbistan Cumhurbaşkanı Boris Tadic’i cumhurbaşkanlığı seviyesinde konuk ederek, bir ilke imza attı. İlk kez bir Sırp Cumhurbaşkanı Türkiye’ye geldi. Sırbistan Cumhurbaşkanı Boris Tadic, görüşme esnasında; "Sırbistan'ın, Türkiye'den Kosova konusunda tutarlı davranmasını istediğini" söyleme cüretini bile gösterebildi. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı Gül, "Türkiye, Kosova’nın bağrında Sultan Murat’ını bırakmıştır. Kosova halkı Osmanlı bakiyesidir. Kosovalılar kardeşlerimizdir. Kosova’nın bağımsızlığını sonuna kadar destekliyoruz. Sizin de Kosova’nın bağımsızlık hakkını en kısa sürede teslim etmenizi temenni ediyoruz" diyemedi.
Kosova’nın Çanakkale Kahramanları
Türkiye için Kosova’nın önemi, elbette sadece, bağrında Sultan Murat’ın metfun olmasından ibaret değildir. Çanakkale Savaşı’nın başladığı esnada Osmanlı toprağı olmayan Kosova, birçok evladını gözü kapalı Çanakkale Cephesinde savaşmaya göndermiştir. Yrd. Doç. Dr. Ebubekir Sofuoğlu’nun hazırladığı ve Yarımada Yayınlarından çıkan Kosova’nın Çanakkale Kahramanları* kitabı, bu gerçeği gün yüzüne çıkaran önemli bir çalışma.
Kosova’nın Çanakkale Kahramanları kitabında yer verilen isimlerden bir tanesi de, Çanakkale Zaferinden sonra Mamuşa’ya dönüp 1965’te vefat eden, Çanakkale gazisi Aslan Onbaşı’dır. O yıllarda iki arkadaşıyla birlikte Kosova’da askerlik yapan Aslan Onbaşı, iki arkadaşı ile birlikte, Sırp Ordusundan kaçarak, Alman Ordusuna teslim olmuştur. Birkaç gün esirlikten sonra Türk askerlerini görürler ve gönüllü olarak Türk askerlerine katılmaya karar verirler. Alman askerlerinin "Neden Türklerle beraber savaşmak istiyorsunuz. Kalın burada. Rahatınız yerinde değil mi" sorusuna Aslan Onbaşı şu cevabı verir: "Benim dedem Osmanlı askeri olarak Ruslarla savaşırken şehit düşmüş ve ben dedemin kanını almak istiyorum." [Sayfa 49]
Aslan Onbaşı, Türk askeri olarak savaşın neredeyse her aşamasında Osmanlı safında bulunmuş hatta Batum’a kadar gitmiştir. Birçok cephede savaşan Aslan Onbaşı, en çetin savaşların Türkçe bilen ve Türk üniforması giyerek, Türk askerlerine saldıran Ermenilerle yaşandığını anlatırmış. "Ermeniler tarafından esir alınan kırk Türk askerini, elleri, ayakları ağaçlara bağlı, kulakları ve dilleri kesilmiş şekilde bulduklarını" söylermiş. [Sayfa 50]
Savaş bittikten sonra Kosova’ya Mamuşa’daki köyüne dönen Aslan Onbaşı şu türküyü dilinden düşürmezmiş: Canım feda olsun bu vatana / Patlatayım, mermiler şahlanıp gitsin dağa taşa / Ezan sesi duyulmuyor hâkim çıkmış minbere / Kâfir düşman bayrak asmış camilere her yere / Öyleyse gelin hey din kardeşler gelin ölelim el ele." [Sayfa 51]
Elbette bu noktada üzerinde düşünülmesi gereken en önemli nokta Mamuşa’daki bir köyde yaşayan bir gencin "Canım feda olsun vatana" dediği topraklar İstanbul’unda dâhil olduğu Anadolu topraklarıdır.
Gora Türkleri
Kosova’nın Çanakkale Kahramanları kitabında bahsi geçen bir diğer konu ise Çanakkale Savaşı’na Gora’dan katılanlardır. Kosova’nın, güneyinde yer alan, Prizren iline bağlı Dragaş ilçesi ve yirmi köyden oluşan Gora bölgesi, Çanakkale Savaşı’nda 460 evladını şehit vermiş. [Sayfa 57]
Gora üzerinde özellikle durmamızın sebebi Çanakkale Savaşında verdikleri şehitler kadar, kendilerine Slav oldukları dayatılan Goralıların, aslında kuvvetle muhtemel, Kuman-Peçenekler’inin torunları olmasıdır. Goralıların günlük hayatta kullandıkları Türkçe kelimeler, giyim-kuşamları ve yaşantıları dikkate alındığında bu tezi doğrulayan birçok alametle karşılaşılmaktadır. Goralıların büyük çoğunluğu da zaten kendisini Türk olarak tanımlamaktadır.
Yine kitaptan edindiğimiz bilgilere göre, bugün çoğu Kosova’da olmak üzere; Makedonya’da, Sırbistan’da, Bulgaristan’da, Arnavutluk’ta ve Yunanistan’da Goralılar bulunmaktadır. Goralılar, Yemen dâhil, Osmanlı’nın yapmış olduğu bütün savaşlara katılmıştır. Hatta 1878 Osmanlı-Rus Harbine, "Gora taburu" diye adlandırılan, bir taburla cephede hazır bulunmuşlardır. Çanakkale Savaşı’na, Gora-Dragaş’tan katılanların anlattıklarına göre, biri Gora’dan olmak üzere, Kosova’dan sekiz tabur katılmıştı. Bunlar; Yeni Pazar, Yeni Varoş, İpek, Gora, Prizren, Priştine, Üsküp ve Kalkandelen taburları idi.
Yine savaşa katılanların anlattıklarına göre, Debre’den Halife’nin çağrısı üzerine, Kosova’daki camilerde verilen vaazlarda Türk topraklarında gözü olan düşmana karşı verilen mücadeleye katılma çağrısı yapılmıştı. Halife’nin çağrısı üzerine bir köy imamının beklemeye tahammül etmeden gece yola çıktığı, köylülerce, sabah ezanı okunmayınca anlaşılmıştı.[Sayfa 75]
Çanakkale Savaşına katılmış Goralı bir gazi olan Akif Tane, Leştane Köyü’ndendir. 74 yaşındaki oğlu Seyfi Memiş’in anlattığına göre: Akif Tane savaş boyunca 17 yerinden yara almış ve Fransızlara esir düşmüştür. Savaş esnasında neredeyse hiç yemek yememişler ve karınlarını hoşafla doyurmaya çalışmışlardır. Savaşta o kadar çok şehit vermişlerdir ki, zaman zaman şehitlerin üzerinden atlamak ya da onları siper olarak kullanmak zorunda kalmışlardır. Savaş bitip Kosova’ya dönerlerken üzerindeki Osmanlı üniformasını gören bazı Sırplar, Türkler geri dönüyor kaygısıyla silaha sarılmışlardır. Akif Tane, üniformalarını bir çobanla değiştirerek canını kurtarmış. [Sayfa 77-78]
Çanakkale Savaşına sadece Goralı erkekler değil, kadınlarda koşa koşa katılmışlardı. Zeynep Mido Çavuş’ta savaşa bekâr olarak katılan ve şehit düşen Dragaşlıdır. Zeynep Çavuş’un akrabalarından İsmet Dırda, Dragaş ve Gora’da geçmişte ve günümüzde ne zaman ve nerede olursa olsun, bir düğünde bile olsa, Çanakkale türküsü söylendiğinde, her işlerini bırakıp ayağa kalkarak, Çanakkale Şehitleri anısına saygı duruşunda bulunduklarını anlatıyor. [Sayfa 80]
Yörede Çanakkale Savaşına katılanlar için yakılan olan şu türkü bile Türkiye-Kosova arasındaki bağın ne denli derin ve koparılamaz olduğunun açık göstergesidir: "Türklerin gemisi kırmızı delikli / İçindeki askerler aslan yürekli / Düşmanların gemisi yeşil direkli / İçindeki askerler tavşan yürekli / Kaçma düşman kaçma tutuklanırsın / Çanakkale boğazında teslim olursun" [Sayfa 94]
Şimdi sıra Türkiye’de
Osmanlı’nın 1912’de Balkanlardan çekilmeye mecbur bırakılmasından üç yıl sonra gruplar halinde Çanakkale Savaşına katılmaları ve birçok gencin Çanakkale Cephesinde şehit düşmesi Goralıların bu topraklara verdikleri önemin; bu toprakları vatan bilmelerinin en somut ifadesidir. Goralılar, Osmanlı’ya olan sevgi ve vefalarından dolayı Osmanlı ordusunda savaşmaktan çekinmezken, geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gelen ve cumhurbaşkanlığı seviyesinde konuk edilen, Sırp Cumhurbaşkanı Boris Tadic’in dedeleri ise, Osmanlı ordusunda savaşmak için yollara düşen gönüllü akınını önlemek için çabalıyordu. Ancak bu baskı ve engellemeler bile Kosovalı Müslümanların, Halife’nin çağrısı uyarak cepheye gelmelerine mani olamadı.
Goralılar, Sırp engeline aldırmadan, elverişsiz şartlarda, aç ve susuz kalma pahasına Osmanlı saflarında savaşmış ve şehit düşmüşlerdi. Bugün sıra, Osmanlı bakiyesi, Türklere gelmiş bulunuyor. Aynı zamanda Türkiye’nin önündeki Avrupa kilidini açacak olan, "Balkanların anahtarı" Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmeye hazırlandığı şu günlerde Türkiye kardeşlik vazifesini yeri getirmelidir. Kosova’nın bağımsızlığına gerekli açık desteği verilmeli ve bağımsızlık ilanından sonra ilk tanıyan ülke olma şerefi Türkiye’nin olmalıdır. Aksi halde, tarih yeniden tekerrür edecek, Orta Asya ve Kafkaslarda yaşanan hayal kırıklığı, bu defa Balkanlarda yaşanacaktır.
(*) Kosova’nın Çanakkale Kahramanları, Yrd. Doç. Dr. Ebubekir Sofuoğlu, Yarımada Yayınları, 0212 631 77 05.
|