Necati Cumalı'dan 'Viran Dağlar' /Türk edebiyatında Balkanlar ve Viran Dağlar
13 Aralık 2007 Cumhuriyet KİTAP eki Necati Cumalı'dan 'Viran Dağlar' /Türk edebiyatında Balkanlar ve Viran Dağlar
Necati Cumalı'nın yazarlığı; çocukken yaşadıklarının anlatılması, ailesinden ve çevresinden dinledikleri, unutulmayan ses ve yüzler, aile ortamı gelişiminin mihenk taşı olduğu gibi 'Viran Dağlar' romanının yazılmasının da özüdür. Balkanlar'ın kendine özgü doğasını; köyleri, kasaba ve şehirleri, evlerini büyülü bir güzellikte yazar. O büyü aynı zamanda alabildiğine sade ve yalındır. Geleneksel roman kalıpları içinde yazılmış, kasaba gerçeğini iyi tanımış ve anlatmıştır.
Hâle SEVAL
Necati Cumalı'nın Türk edebiyatındaki konumuna dair söylenecek, yazılacak çalışmaların gerekliliğine hep inanmışımdır. Şair, öykücü, romancı, oyun yazarı kısaca edebiyat insanı Necati Cumalı'nın roman ve oyun yazarı olarak hafızalarda daha çok kalsa da, şair olarak duruş yerinin edebiyatımızda yeterince değerlendirilmediğini düşünürüm. Sabahattin Ali'nin desteğiyle öykü yazmaya başlayan Cumalı'nın, aklımızda kalan, dilimizin ucuna gelen öykü adlarından da kitaplarına adını veren, Metin Erksan tarafından 1963 yılında beyazperdeye aktarılan Susuz Yaz ve babasının ağzından Florina ve çevresini anlattığı Makedonya 1900 gelir hemen. Yazarın dünyasına bakarken yazdığı romanlarında yer alan kişilerin, bölgelerin, zamanın bize anlattıkları açısından ele almak ve Balkanları solumak Necati Cumalı'yı tanımanın en doğru yolu olarak bize ışık tutar.Cumalı, edebiyat dünyasına 1939 yılında yayımlanan ilk şiirleriyle girer, İkinci Dünya Savaşı yıllarıdır. Yeni edebiyat anlayışını savunur. Garip hareketinin tam olarak içinde olmasa da, etkilendiği kesindir. Bu dönemde yazdığı şiirlerinde vezin ve kafiyeden uzaktadır. Bu da Garip hareketinden değişik ölçülerde etkilendiğini gösterir. Şiirdeki biçim ( vezin - kafiyenin olmayışı ) anlayışı bunun en güzel örneğidir. Günlük hayat şiirin içindedir. Tıpkı romanlarında olduğu gibi şiirlerinde de yalınlıktan ayrılmadığından onu; hiçbir akıma, hiçbir harekete mal etmeden düşünmek belki daha doğrudur. 1943 yılında yazdığı " Kızılçullu Yolunda " adlı şiirinde şöyledir dizeleri:"Ben Fitnat hanımın oğlu Zayıf bir kızı severdim Gözlerinin içi gülerdi" Orhan Veli'yi anımsatan dizelerdir. Kısaca "hayatı", "hayatın içinden" olanı özlemi, sevgiyi, duyguyu anlatır dizeleri.Bir diğer şiirinde:"Her dilden türkülerin meramı bir Sıla, iki gözlü bir ev, bir gelin" diyerek; doğduğu, göç ettiği topraklara gönderme yaparken ev/gelin sözcüklerinin altında özlemini dile getirmekten çekinmez... Kentli toplumda orta ve alt sınıfın yaşamlarını, duygularını anlatır. Öyküleme gerek dar, gerekse geniş anlamda şiirlerine girer. Yaprak dergisinin çıkmasında ve bir iki eserinin yayımlanmasının dışında, bu dergiye başlangıçta gösterdiği çabalar devam etmez, ayrılır İzmir'e yerleşir.1921 yılında Yunanistan Makedonya'sı Florina'da doğan yazar, edebiyattaki yerini, şiirlerinin yanı sıra, öyküleri, romanları ve yazdığı oyunlar ve buna ek olarak da senaryolarıyla pekiştirdi. Kitaplarında anlatım dili sade, yalın ve süslemeden uzaktır. Aşk ve yaşam kendi doğal çerçevesi içinde akıp giderken âdet, örf ve gelenekleri de unutmadan kendi üslubunu oluşturur. Romanlarında ele aldığı gerçek hayatın tüm canlılığını, hareketliliğini taşıyan tasvirlere yer verir. Aynı zamanda yerel motifleri, insanı ve doğduğu, büyüdüğü toprakları tüm renkliliğiyle yansıtır.Doğduğu, çocukluğunun ilk yıllarının geçtiği yer olan Balkanlar ve Kurtuluş Savaşından sonra göç ederek yerleştikleri Urla, onun yazınsal kimliğinin oluşmasında en büyük etkendir. Sürdüğü hayatın, değişimin izleri ve köklerine olan özlem, tutku, yazarlığının en belirgin yanıdır. Yazarın Florina'da geçen bir hayatı olmamasına rağmen, bunun yanı sıra anne ve babasından dinlediği Makedonya öyküleri, anlatılan hayatlardan gönülden etkilendiği ve Balkanlara karşı derin bir özlem duyduğu kesindir. Annesinin anlattığı hikâyeler ve anılardan derlediği bir çalışması da olduğunu biliriz, fakat bu öyküler kitaplaştırılmamıştır.Necati Cumalı'nın senaryosunu yazdığı filmlerin başında ilk aklımıza gelen, çevrenin ikiyüzlü ahlak anlayışını sergilediği 1982 yılındaki Mine'dir. "Kasaba" hayatının, o kısır döngüsü içinde yuvarlanıp giden hayatı anlatırken onda, bunu yazmaya iten en önemli etken Balkan topraklarında ailesinin yaşadığı, etkilendiği, kasaba hayatıdır. Viran Dağlar romanına da iç çember olarak baktığımızda "Balkan kasabalarında geçen hayatları" anlatır.
DUYGUSAL ÇIKMAZLAR
Diğer senaryolarından hemen aklımıza gelen; 1979- Derya Gülü, 1973-Susuz Yaz, daha öncesinde 1949 Boş Beşik ve 1959 Tütün Zamanı'nı sayabiliriz. Öykülerinden "Ay Büyürken Uyuyamam" ve 1976 "Makedonya 1900" ve güncesini içeren "Yeşil Bir At Sırtında" onu daha yakından tanıma ve yazdıklarındaki duygusal çıkmazları anlamamıza yardımcı olur. Doğum tarihi olan 1921 ve o döneme baktığımızda Balkan toprakları açısından sancılı bir dönemdir. Peş peşe gelen Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılması, yeni devletlerin kurulması ve Türkiye'nin Bağımsızlık Savaşı... Çok kısa sürede olagelen bu büyük savaş ve paylaşım için şöyle der Cumalı: "Bir yere vatanım diyebilmek için orada doğup büyümenin yetmediğini pahalı öğrenmiş bir kuşağın çocuklarıydık biz." Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923'de imzalanıp da, Batı Trakya Türkleri olarak Batı Anadolu Rumları ile yer değiştiren ailenin çocuğu olarak yeni bir ülkeye alışmak zorunda kaldı, yazar. Ait olduğu toprakları, doğduğu, yaşadığı yerleri terk etmek zorunda kalan, bir anlamda göç eden, belki sürgün olarak niteleyeceğimiz bir serüven yaşamış ailenin çocuğu olarak Batı Ege'ye geldi. Ve süregelen yıllarda her ne kadar Türkiye katılmasa da İkinci Dünya Savaşı'nın (1939-1945) acımasızlığı ve yoksulluğu gençlik yıllarında da derin izler bıraktı. Cumalı, bütün bu yaşadıklarından dolayı, ruhuna işlemiş sıkıntıları yazarak atmaya çalışmıştı.
BALKANLAR ve VİRAN DAĞLAR ROMANI:
Necati Cumalı, yalnızca "Viran Dağlar/ Makedonya 1900" adlı kitaplarını yazmış olsaydı, çağdaş Türk edebiyatında kalemini Balkanlara, oranın şekillenen doğasına, kültürel kimliğine, insan ilişkilerine uzatan biri olarak belleğimize kazınacaktı.Onun, bir yazar olarak tüm anlatım özelliklerinin Viran Dağlar adlı romanına yansıdığını görebiliriz. 1991- 1994 yılları arasında kaleme aldığı bu romanı, yazarın beslendiği ana kaynağın, bugüne kadar yazdıklarında ona temel oluşturan yerin Makedonya olduğunu gösterdiği gibi; gerçekçi/ tarihi roman dünyası kurmanın tüm boyutlarını içeren üstelik mekân - insan, insan - insan ilişkilerinin biçimlenişi, tarihsel motif altında yaşanılan yerle kurulan dil anlatımının güzel bir örneği olarak karşımıza çıkışıdır. Kuşkusuz yazarın doğduğu yer olan Balkanlar, romanın ana motifi, anlatımının özü olarak kendini gösterir. Balkanları tanımadan, orada yaşayan halkları bilmeden Necati Cumalı'nın roman dünyasının içine ne kadar girebiliriz, sorusunu kendimize sormamıza neden olur, Viran Dağlar...Necati Cumalı'nın yazarlığı; çocukken yaşadıklarının anlatılması, ailesinden ve çevresinden dinledikleri, unutulmayan ses ve yüzler, aile ortamı gelişiminin mihenk taşı olduğu gibi Viran Dağlar adlı romanın yazılmasının özüdür. Balkanların kendine özgü doğasını; köyleri, kasaba ve şehirleri, evlerini büyülü bir güzellikte yazar. O büyü aynı zamanda alabildiğine sade ve yalındır. Geleneksel roman kalıpları içinde yazılmış, kasaba gerçeğini iyi tanımış ve anlatmıştır. Romana Bilisteli sıradan köylü Şaban'ın hayatını anlatarak girer ve gezinmeye başlar tarihin sayfalarında. Yer-zaman-mekân olgusunu vurgularken savaşı, yıkımı, acımasızlığı, yaralı erlerin ızdırabını ve ölümü anlatır. Şaban, Balkan Savaşı'nda Osmanlı ordusunda erdir. Kumanova'da, Pirlepe'de, Manastır'da dövüşür, Kumanova'da yaşadığı bozgun sık sık rüyalarına girer...Vurucu, kısa, öz tasvirlerle anlatır kasabaları:"Biliste, Makedonya göller bölgesinde, kendi adını taşıyan küçük bir gölün kıyısında, yüz yirmi hanelik bir köydü. Sık erik, elma bahçeleri, kireç badanalı duvarları, çatılarının kırmızı kiremitleriyle gölün kıyısına üst üste çekilmiş yeşil-beyaz-kırmızı üç çizgi gibi görünürdü uzaktan..." Ya da, "Florina'nın içinden geçen çay, Peristeri Dağı'nın kar sularıyla kabarmıştı o günlerde..." Manastır kasabasını ise, "Balkanlar'ın Paris'i" diyerek yazar. Tiyatroları, gazinoları, lunaparkının geç saate kadar yanan ışıkları kadın ve erkeklerin eğlence merkezi olmasına yeterdi. Ve ekler: "coşkulu, tutkulu, yaşam dolu bir kenttir". Bu eğlence kenti aynı zamanda siyasi atılımların da baş gösterdiği merkezdir. Balkanlar'da yeşeren özgürlük düşüncesinin odağıdır Manastır, çünkü Jön Türklerin yurt içinde en güvenli merkezi konumundadır bu kent.1840-1910 yılları arasında sefahat şehri Selanik'i ise şu sözlerle anlatır: "Bir yandan da Selanik çılgın bir kentti. Zevk eğlence odağıydı Makedonya'nın. Lüks gazinolarında Avrupa'nın büyük kentlerinden, özellikle Paris'ten, Viyana'dan gelen revü toplulukları coştururdu varlıklı Selanik Levantenleriyle, çift çubuk sahibi hovarda Müslüman Makedonya beylerini. Kent cömertti bu açıdan. Dar gelirlilere, lüks gazinoların hesap pusulalarını ödeyemeyecek olanlara, gösterişsiz başka yerlerinde sunardı eş eğlenceleri. Paralı parasız erkeği dünyanın tadını çıkarmaya çağırdığı tükenmez cümbüşüyle..." Ya da şunları söyler bu şehir için: Makedonya topraklarını "barut fıçısına" benzetir. "Barut fıçısının bütün uçları da Selanik'e gelirdi... Görünüşte bir Osmanlı il merkeziydi..."
GİZLİ BİR ÖĞRETMEN
Yazar, kentleri tanımlarken orada var olan halkların da yaşantılarını bize sunmaktadır. Bir coğrafyada, kurulan bir köy, kasaba, kent, şehir, yaşanılan yerin iklimi insanlara nasıl yaşayacaklarını bir anlamda hissettirmeden öğreten gizli bir öğretmen gibidir...Goriçkalı Zülfikar Bey'in karakterini, Fransız Sosyalist Jean Jaures'in hayranı Terzi Halit'in düşünceleriyle sunar bize. Bir anlamda kendi düşüncelerini bir iki cümleyle pekiştirerek anlatır Zülfikar Bey'in hayatını. "Halit'e göre toplumda çürüyen, ömrü sona eren bir kökten geliyordu Zülfikar Bey." Bu cümle bize sadece Zülfikar Bey'in " çürüyen-sona eren" hayatını değil, sona eren bir imparatorluğu da vurgulamaktadır. Fransız Komünist Partisi kurucularından olan sosyalist düşünürü izleyebilmek tek tutkusu haline gelmiştir Terzi Halit'in. Paris'te yaşayan İthalatçıları da etkilemiş olan özgür sosyalizmi savunan düşünür, Osmanlı Sosyalist Fırkası lideri Hüseyin Hilmi'ye de tavsiyelerde bulunmuştur. Balkanlarda yaşayan sıradan esnaf bir gencin okuma eğilimi ve öğrendikleri karşısında eğlence düşkünü beyler susup kalmış, kurdukları yaşadıkları dünyanın artık sadece kendileriyle sınırlı olmadığını anlamışlardır. Çift çubuk sahibi olmaktan, hovardalık etmekten başka bir yaşamın da varlığından haberdar olurlar. O farklı yaşamın neresinden içeri gireceklerini, ne kadar o hareketlere ait olacaklarını da zaman gösterecektir.Değişim rüzgârları esmektedir. Tarihi motife oturan roman, Balkanlarda gelecekte yer alan durulmanın, kargaşanın, savaşın arkasından olacağını sezdirmektedir. Kültürel kimliğin birbirini etkilediği, çok sesli bir yaşamı benimseyen Balkan insanı,1789 Fransız İhtilalinin dünyaya tanıttığı " kardeşlik-eşitlik-özgürlük" sözcüklerinin ardından, 1908 Meşrutiyetle yaşanılan değişime ayak uydurmuş; Meşrutiyetin getirip getiremedikleri, imparatorluğu bekleyen türlü uzak ve yakın tehlikeler, Manastır aydınlarına düşünmenin yolunu açmıştır. Bütün bu olanların ardından yaşanılan 1912 yılındaki Birinci Balkan Harbi, Osmanlı İmparatorluğu'nun Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ'la yaptığı savaş sonucunda Balkan topraklarının çoğunu kaybederek elinde küçük bir Makedonya kalmış ve 1913'te başlayan İkinci Balkan Harbi ise, Balkan topraklarında var olan düzeni değiştirdiği gibi siyasi ve ekonomik değişimlerinde yolunu açmıştır.Romanda Zülfikar Bey'in annesi Saliha Hanım'ın seferberlik ilan edilmesinin ardından oğlunun, evlerine asmak istediği bayrağa karşı çıkmasını şu sözlerle anlatır:"- Düşünsene, topu topu kırk hanelik köy Goriçka. Otuz hanesi Türk'se, dört hane Rum, iki hane Bulgar, dört hane Arnavut var aramızda. Komşularımız onlar; 'bayraklarımız ayrı, çarşımız, çeşmelerimiz bir.' Bunca yıl birbirimize tek eğri söz etmeden yaşadık. Yakışık alır mı? Komşularımız kırılır, ürker..." Romanda yer alan bu vurgunun köküne inecek olursak, yaşanılan yerde kimsenin Rum, Bulgar, Müslüman, Arnavut olduğu değil, o kente ait olup olmadığı önemlidir. Bakkal Dimitri, Dimitri'dir onun için, yani Goriçkalıdır. Balkanlarda olduğu gibi dünyanın herhangi bir köşesinde farklı kültürleri bir arada tutan ve yaşatan da bu düşüncedir. Osmanlı'nın silinmez izlerini taşıyan bu bölgede, o zaman kurulmuş olan derebeylik sistemi ilk isyanların çıkmasına neden olduğu gibi, bu başkaldırının altında yatan en önemli nedenin de ekonomik olduğunu göstermektedir. Yıllarca süregelen uyumlu yaşamı bozan hoşnutsuzluk, Balkanların doğunun çıkış kapısı, batının giriş kapısı olarak yer alması, bu coğrafi özelliğin Balkanlarda başlayan parçalanmanın merkezi haline getirmesinde en önemli etkenidir kanımca.Romanda Zülfikar Bey'in ölümünün yıllarca kendisinin ekmeğini yiyen İsmail'in elinden olması ise yazarın, insan-insan ilişkileri açısından ihaneti seçerek işlemiş olması da düşündürücüdür. İsmail'in "olaylara karışmasıydı, bak öteki beyler ne rahat yaşıyor" düşüncesi, sessizliğin insana vereceği ataleti anlatmaktadır. Sadece Balkanlar'da değil, dünyanın başka köşelerinde de insan-insan ilişkilerindeki açmazlar, kıskançlıklar sonu ihanete varan davranışlar sergilenir. Para, göz kamaştırıcı yıldız olarak yardımcısı İsmail'in gözünü boyamıştır. Çözülme, ahlaki değerlerin yitmesiyle baş göstermiştir...
TARİHSEL ROMAN FORMU
Yazar, romanda kahramanların derinlemesine ruh tahliline inmediği gibi, sevgi açmazlarına neden olan sebep-sonuç ilişkilerini de irdelemekten kaçınır. Zülfikar Bey, sevmediği bir kadınla evlenir. Eşinin de zaman içinde kendisinin düşündüğü gibi âşık olmadığını anlar. Aşk bir anlamda ikinci plana düşer ya da yazar böyle olmasını ister. Tarihsel roman formunun özelliklerini taşıyan Viran Dağlar da, zaman ve mekânı çıkarıp kahramanları bir başka yüzyıla taşımamız oldukça zordur. Romanı geçtiği yüzyıldan, Balkanlardan soyutlayamayız. Zülfikar Bey'in doğumundan ölümüne kadar geçen sürede şekillenen hayatı 1900'lü yıllarda başlayıp Mondros Ateşkes Antlaşması'yla, bu kahramanın ölümüyle son bulur. Ölüm aynı zamanda bir imparatorluğun da kapısını çalmıştır. Roman kahramanları yaşadıkları kentlerde Florina, Kastorya, Selanik, Uçana, Goriçka, Pirlepe'de; savaşları, aşkları, duygu çıkmazları, günlük hayatlarıyla bir anlamda yazarın deyimiyle "cesaretleri, dürüstlükleri, sevecenlikleriyle" bizi tarihe, Balkanlara götürürler. Necati Cumalı, Viran Dağlar, Cumhuriyet Kitapları, Dördüncü Baskı, Nisan İstanbul, 1995 /484 s.
|