Tahsin Yücel'le Balkanika Edebiyat Ödülü verilen yapıtı 'Gökdelen' üzerine konuştuk.
Tahsin Yücel, İstanbul'u 'Gökdelen' romanında anlattı İstanbul 2073'te yaşanmaz olacak! 13.12.2007
Bunu ben de söyleyebilirim. Ama bunu Tahsin Yücel, Gökdelen romanında söylüyor. "İstanbul 2073'te yaşanmaz olacak!" Aslında şimdiden de öyle ya...Gelelim Tahsin Yücel ve romanına... Tahsin Yücel, 2007 Balkanika Edebiyat Ödülü'nü aldı. Bulgaristan'da yapılan törenden sonra Şişli'de, İstanbul Cevahir'de kahve içip konuştuk. Edebiyat dünyasından ve yeni kitaplardan söz ettik. Önemli bir ödül haberinin basında yeterince yer bulamamasından duyduğumuz üzüntüyü paylaştık. Geçmişte neden hiç ilgi gösterilmediğine şaştık. Çünkü on yıldır Türkiye'den de bu ödüle aday gösteriliyordu. Ama ilk ödül 2004'te gelebildi. Ayfer Tunç, "Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek" anlatısıyla bu ödüle layık görülmüştü. İkincisini de bu yıl Tahsin Yücel aldı... Daha önceki yıllarda adaylar vardı, her ülkenin seçtiği adaylar, ama kazanan yalnızca Ayfer Tunç ve Tahsin Yücel oldu... Tahsin Yücel'le bu konuları bir yandan irdelerken bir yandan da Balkanika Edebiyat Ödülü verilen yapıtı 'Gökdelen' üzerine konuştuk.
Hikmet ALTINKAYNAK
-Önce kazandığınız bu ödülün tarihçesinden söz eder misiniz? Ülkemizde yeni yeni tanınmaya başladı. Hangi ülkeler, ne için bu ödülü veriyor? Önemi vs...- Balkanika, benim bildiğim kadarıyla, merkezi Sofya'da bulunan ve yedi Balkan ülkesinin ekin ve yazın adamları arasında yakın dostluk ilişkileri kurmayı amaçlayan bir kurum. Başkanı bu uğurda canla başla çalışan Nikolai Stoyanov. Söz konusu yedi ülke de Bulgaristan, Türkiye, Romanya, Yunanistan, Makedonya, Arnavutluk ve Sırbistan. Kurumun bir de anlatı ödülü var, her yıl, söz konusu ülkelerden bir yazarın romanına ya da öykü kitabına veriliyor. Her ülkeden bir yayınevi tek bir kitapla katılıyor bu ödüle. Katılım koşuluysa, kitabın İngilizce ya da Fransızcaya çevrilmiş olması. Bu yıl benim Gökdelen'e verilen ödül bunların onuncusu. Aynı ödül 2004 yılında Ayfer Tunç'un Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı öykü kitabına da verilmişti. Ödülün güzel yanı, en azından ilke olarak, kazanan kitabın söz konusu yedi ülkenin dillerine çevrilecek olması. Katılımcı yayınevleri bu kurala her zaman uyuyorlar mı, bilmiyorum. Ne olursa olsun, ödülün yedi ülkenin yazarları ve yayıncıları arasında bir yakınlaşma, bir karşılıklı ilgi sağladığı kesin. Bu arada söz konusu ülkelerin basını bu olaydan oldukça geniş bir biçimde söz ediyor. Ne olursa olsun, ben de, Can Yayınları'nın yöneticisi Can Öz de Sofya'da çok güzel üç gün geçirdik. - Şimdi romanınıza geçelim. Gökdelen geçen yıl Can Yayınları'ndan çıktı. Bu yapıtınızda ilk kez bir 'bilimkurgu' yaklaşımıyla yer yer ironik bir biçimde İstanbul'u ele alıyorsunuz. Romanın kahramanı Temel Diker'in diktiği Dökdelen'ler, İstanbul'un geleceğini karartırken, siz 17 Şubat 2073'te 150. yaş gününüzdeki İstanbul'u düşlüyorsunuz? Nasıl, bugüne göre, daha mı iyi?- Evet, Gökdelen'de anlatılan olaylar 2073 yılında, benim doğumumun yüz ellinci yıldönümünde geçer. Yani şöyle böyle bundan altmış beş yıl sonra. Bu bakımdan bir bilimkurgu yapıtı olduğu düşünülebilir. Ama, yakından bakılınca, "bilim" yanı yok gibi bir şeydir, "kurgu" yanı daha ağır basar. Bununla birlikte, şu bulunduğumuz noktadan bakılınca, olaylar pek de öyle uzak, pek de öyle kurgu gibi görünmez. En azından, romanı okuyan çoğu dostlarım romanda anlattığım olayları ve İstanbul'u hiç de şaşırtıcı bulmadılar. Bildiğin gibi, roman iki ana konu çevresinde gelişir: İstanbul'un bir baştan bir başa hepsi her açıdan aynı biçimde ve aynı boyutlarda gökdelenlerle donatılıp başka hiçbir türlü yapı bırakılmaması, bir; anamalın bu ve buna benzer amaçlara daha kolay ve daha çabuk ulaşabilmesi için yargının özelleştirilmesi, iki. Bu tür bir gelişmenin bugüne göre daha mı iyi, yoksa daha mı kötü sorusuna gelince, senin benim için daha kötü, gözü dönmüş anamalcılar ve uşakları içinse, daha iyi.
İSTANBUL TALAN EDİLİYOR
- Günümüz İstanbulu'nun (ve tabii Türkiye'nin) talan edilişi, en başta mimarlık katliamları sizi çok rahatsız etmiş olmalı... Bunun için de bildirisi çok vurucu olan bir roman gerçeği ortaya koyuyorsunuz. Bu gerçek ironik, ama yaşanan gerçeklere de ters değil. Anlayan anlarsa! Ne dersiniz?- Evet, anlayana. Ben 1945 yılından beri İstanbul'da yaşıyorum. O zamandan bu zamana, İstanbul her yirmi, yirmi beş yılda bir nerdeyse baştan başa değişiyor, bu arada da hasta bedenler gibi şişiyor. Her değişim biraz daha çirkinleştiriyor kenti, yaşanması olanaksız bir yere dönüştürüyor. Oysa, şimdi kimi İstanbul sokaklarını, örneğin bir Serencebey Yokuşu'nu düşünüyorum da o günlerde Venedik'in bile öyle bir kentin yanında sönük kalacağını düşünüyorum. Altmış beş yıl sonrasının İstanbul'unu biraz "ironi"yle anlattığımı söylüyorsun. Doğru, ama eğlenmek için yapmadım bunu. Hep söylerim, alay etkin bir savunma aracıdır. Bir şeyleri düzeltmek, değiştirmek elinizden gelmiyorsa, o bir şeylerle de burun buruna yaşamak durumundaysan, alayla savunursun kendini, hem sürüklenip gitmezsin, hem de kişiliğini korursun. Ta 1950'den beri Türkiye'de koşullar hep buna zorluyor insanı, alay umutsuzun umudu oluyor.
YARGI ÖZELLEŞİYOR!
- Vurguladığınız noktalardan biri de 'yargının özelleşmesi' ki, tek partiyle son beş yıldır yaşanan dramatik gerçeklerden biri! Özelleştirmeler o kadar 'özelleşti' ki, kalkınmayan tek iktidar partili kalmadı! Herkes küpünü dolduruyor! Böyle bir ortamda 'yargının özelleşmesi' de kaçınılmaz mı?- Doğru, özellikle şu son iktidar döneminde, kamunun elindeki tüm kuruluşlar, tüm doğal kaynaklar akıllara durgunluk veren bir umursamazlıkla özelleştiriliyor, yani satılıyor, alıcının yabancı olması da yeğleme nedeni. Yargının özelleştirilmesine gelince, Gökdelen'de, günün gidişine uygun olarak, yargı adaletsizliği kolaylaştırmak, daha da kötüsü, doğallaştırmak için özelleştiriliyor. Hiç kuşkusuz, düşünülmesi bile korkunç bir şey bu. Ama yansıtılan dünyada aykırı kaçmadığı da bir gerçek. - Yine romanın kişilerinden Can Tezcan, günümüz insanını mı simgeliyor? Kişiliğini tanımlar mısınız?- Can Tezcan konumu ve tutumu oldukça karışık bir kişi. Yaşadığı döneme uygun bir biçimde yetişmemiş. Arı bir geçmişi, belirli bir sağduyusu, belirli bir dürüstlük anlayışı var. Ama günün koşullarına uymak zorunda olduğunu düşünüyor, üstelik gönülden benimsemediği bu koşullar içinde yükselmenin yollarını da buluyor. Gene de bizim kimi eski solcu-yeni tutucu köşemenlerimiz kadar alçalmıyor hiçbir zaman. İçinde bulunduğu düzenle barışık olmadığını arada bir ortaya koymaktan kendini alamıyor. - Smerdiakoflar mı var bizim toplumumuzda? Bu konuyu biraz açar mısınız?- Smerdiakof, bilindiği gibi, Karamazof Kardeşler'in ilginç kahramanlarından biri. Ülkesinden de, yurttaşlarından da nefret eden, saralı ve bilgisiz bir kişi, gerçek anlamda düşünemeyen, ama herkesi, sevemeyen, ama her şeyi yargılamaya kalkan bir sapkın adam, bir korkunç yaratık örneği. Can Tezcan bu özellikleri onu başbakan Mevlüt Doğan'a benzetir. Daha doğrusu, Mevlüt Doğan'ı ona. - Toplum çürüyor. Umut kimde? Gökdelen neyi öneriyor? AB'ye niçin girmemeliyiz?- Toplum, bizim toplumumuz, çürüyor mu, çürüyorsa, olgunun boyutları ne, bilmiyorum. Ama dönüştüğü, değiştiği kesin. Bu yıl, her sokağa çıkışımda, İstanbul'da başı bağlı kadınlarla kara çarşaflı kadınların sayısının şu son birkaç yılda en az on kat arttığını görüyorum. Toplumumuz da aynı durumdaymış gibi geliyor bana: kapanıyor ve kararıyor. Bilinçli ya da yarı-bilinçli durumda, karanlığa, bağnazlığa doğru sürükleniyor. Korkarım, bundan sonraki genel seçimde sandık başına gittiğimizde, Atatürk Türkiye'sinden pek bir şey kalmamış olacak. Avrupa Birliği'ne gelince, Gökdelen'in bir yerinde, Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi üyeleri arasına almadan dağıldığı söylenir. Sanırım, gerçekte de böyle olacak. Avrupa Birliği bugün de bizden her istediğini fazlasıyla alıyor. Böylesine uysal bir ülkeyi ne diye ortakları arasına alsın ki? - Romancılarımız toplumumuzu düşünüyorlar mı? Nasıl görüyorsunuz romancılığımızın son yıllardaki durumunu?- Düşüneni de var, düşünmeyeni de. Ama çoğunluğu göz önüne alırsak, kimi yazarlar toplumun gerçek sorunlarından uzak duruyor, kimileri de içinde yetiştikleri toplumu aşağılamayı ya da düpedüz suçlamayı yeğliyorlar. Anlaşılan, böylesi daha çok para ve ün getiriyor. Gökdelen/ Tahsin Yücel/ Can Yayınları/ 288 s.
|