Konstantiniyye/Dünyanın Arzuladığı Kent: 1453-1924"/ Philip Mansel
İngiliz tarihçi Philip Mansel ile geçmiş ve günümüz düzlemlerinde İstanbul üzerine..
Konstantiniyye ve realpolitik
Cumhuriyet Kitap 24 Ocak 2008
İngiliz tarihçi Philip Mansel'in uzun araştırmalar sonucu kaleme aldığı "Konstantiniyye/Dünyanın Arzuladığı Kent: 1453-1924", Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Fatih'in İstanbul'u aldığı 1453 yılından, Cumhuriyet'in kuruluşunun bir yıl ertesine, 1924 yılına uzanan kitap 15 bölümden oluşuyor: "Fatih", "Tanrı'nın Kenti", "Saray", "Haremler ve Hamamlar", "Altın Kenti", "Vezirler ve Tercümanlar", "Sefa Yastıkları" , "Sefirler ve Sanatçılar", "Yeniçeri'nin Çatık Kaşları", "II. Mahmud", "Mucizeler Kenti", "Çarigrad'a Giden Yol", "Yıldız", "Jöntürkler", "Bir Başkentin Ölümü". Louis XVIII ve Prens de Ligne'nin biyografilerini kaleme alan, saray ve hanedan tarihçisi Philip Mansel'in Konstantiniyye'den başka, The Court of France 1814-1830 ve Sultanların İhtişamı: Osmanlıların Son Yılları adlı iki kitabı daha bulunuyor. Financial Times, Daily Telegraph, Spectator, Apollo ve International Herald Tribun gibi pek çok yayında yazıları yayımlanan Mansel, Royal Historical Society (Kraliyet Tarih Kurumu) üyesi ve Society for Court Studies'in (Saray Araştırmaları Derneği) yayın organı olan The Court Historian'ın da editörü. Philip Mansel'in şu sıralar, levanten kentlerin tarihi hakkında bir kitabın hazırlıklarını sürdürüyor. Philip Mansel ile "Konstantiniyye/Dünyanın Arzuladığı Kent: 1453-1924" adlı kitabını ve geçmiş ve günümüz düzlemlerinde kentin tarihini ve kaderini konuştuk.
Gamze AKDEMİR
"Roma İmparatorluğu'nun başkenti Konstantiniyye'dir... Dolayısıyla, siz Romalıların meşru İmparatorusunuz... Ve kim ki Romalıların İmparatorudur ve öyle kalır, o aynı zamanda bütün dünyanın İmparatorudur.Georgios Trapezuntios'tan, Fatih Sultan Mehmed'e, 1466."-Kitapta kullanılan Konstantiniyye, kentin birçok isminden sadece biri. Diğer isimlerini okurlarımıza anımsatarak başlayalım söyleşimize..- Konstantiniyye, Osmanlı belgelerinde ve sikkelerinde sıkça kullanılmış ve diğer dillerde de en sık kullanılan isim olmuştur. Diğer isimleri ise şöyle sıralamak mümkün: İstanbul, İslambol, Stambul, Estambol, Kuşta, Consple, Gosdantnubolis, Çarigrad, Rumiyyetü'l-kübra, Yeni Roma, Yeni Kudüs, Hac Şehri, Azizler Şehri, Darü'l Hilafe, Pay-i Taht, Darü'l Devlet, Dersaadet, Çeşm-i Dünya, Nelcetü'l Alem, Polis, Kent.- Kaynakları nasıl belirlediniz, ana kaynaklar nelerdi?- Anılardan çok, doğrudan o zamanı anlatan kitapları tercih ettim. Türk arkadaşlarım bana bazı kaynakları tercüme ettiler. Pek çok Türk tarihçinin başka dillerde, İngilizce ya da Fransızca da yazdıkları tezleri okudum. Ayrıca bir Amerikalı tarafından Fuat Köprülü üzerine yazılmış çok başarılı bir tez vardır, onu kullandım. Diplomatik dokümanlardan faydalandım. İngiliz işgalinin hâlâ sürdüğünü ele alan bir doküman vardı, mesela o çok ilginçti. Çünkü Türk ordusu İstanbul'a ilk girdiği zaman İngilizler hâlâ buradaydı ve kentte nelerin olup bittiğini, onların neler yaptığını anlatan bir diplomatik dokümandı. Öncelikle incelediğim şeylerden biri Osmanlı İmparatorluğu'nun nasıl bu kadar uzun süreli bir imparatorluk olduğuydu.- Araştırmalar sonucunda İstanbul'a ve Osmanlı'ya bakış açınızda nasıl bir değişiklik oldu/oldu mu? Nasıl bir düzlem gelişti?- Hayır, sonuçta kentin Osmanlı Hanedanının merkezi olması ve hanedanlığın ihtiyaçlarını nasıl karşıladığı konularına tarihi gerçekler bazında sadık kaldım dolayısıyla bakışımda bir değişiklik olmadı. Hiçbir şeyi aklamak yada karalamak üzerine çalışmadım, olanı biteni kaynaklar dahilinde ele aldım. Birçok insanla tanıştım o günleri anımsayabilen. Sanırım bir yabancı olmak bu noktada bir avantaj. Bu arada Floransa'da ve İsveç'te pek çok resim koleksiyonlarını inceledim, aynı zamanda Paris ve Atina'ya yolculuklar yaptım, orada eskiden İstanbul'da yaşayan ve aile bağlantıları olan insanlarla tanıştım.
'HALK İSTANBUL'A VE CUMHURİYET'E SAHİP ÇIKMALI'
- Tüm bu insanların kente ilişkin ortak dile getirdikleri neydi?- Öncelikle kentin olağanüstü güzelliği özellikle eşsiz Boğaz.. İstanbul'un eksantrik günlük yaşamı. Bu insanların ekonomik ve kültürel arka planlarına bağlı olarak çok çeşitli deneyimleri vardı ama hepsi de öncelikle şehrin fiziksel güzelliğine hayrandılar. Özellikle de Boğaz'ın maviliğine. Bir Fransız büyükelçi Cumhuriyet'in ilk kurulduğu yıllarda demişti ki, 'Osmanlı Hanedanlığı İstanbul'u tam bir sanat şaheseri haline getirdi, umarım Cumhuriyet rejimi de bu konumu sürdürür, korur.' Her ne kadar bir İngiliz olarak keşke bu kenti kaybetmeseydik, keşke Boğaz'da İngiliz bayraklarını görebilseydim diye hissetsem de ben de umarım Türk halkı İstanbul'a ve Cumhuriyet'e sahip çıkar/çıkmalı.- Konstantiniyye kılıçla fethedildi.. Bunun şehrin kaderindeki etkisini yorumlar mısınız? Kenti Konstantiniyye yapan şeylerden biri de bu akınlar ve kılıç faktörü... - Bu çok ilginç, sanırım bu kimliği değişen son ana kent Avrupa'da. Tabii ki bütün büyük merkezlere kılıçla hükmedildi. Osmanlı'da da askeri güç çok ama çok önemliydi. 469 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun sona ermesine kadar da, kuvvet kullanımı başlıca denetim mekanizması konumunu korudu.- İstanbul hedefteydi, hep arzu edilendi..- Stratejik olarak tabii çok önemliydi. Siyasi, askeri gücü, denizcilikteki başarısı, dinsel çeşitliliği, hatta bu sayede daha da perçinlenen ekonomik gücüyle eşsizdi.Kültürel ve fiziksel güzelliği de dillere destandı. Çekim merkeziydi. Birçok imparatorluk onu istedi tabii.
'ÇOKULUSLULUĞUN REALPOLİTİK NEDENİ'
- Kılıç savaşları kentin kimliğinde en çok neleri değiştirdi?- Askeri gücün Osmanlı'daki anahtar rolünü pekiştirdi. Rusya gibi.. Büyük Mustafa Kemal de ordu komutanıydı. Bu zincirin önemli bir halkasıydı..- Kitapta Konstantiniyye ile Prag'ı karşılaştırıyorsunuz..- Çünkü Prag için Almanlar ve Çekler mücadele etti, Konstantiniyye için Türkler ve Yunanlıların mücadele ettiği gibi. Tüm taraflar tarihsel olarak kendilerine ait olduğunu söylediler bu kentlerin.
"Hakiki sanat, muhteşem bir kent vücuda getirmek ve halkının kalbini saadetle doldurmaktır" II. Mehmed, Fatih Camisi'nin vakfiyesine yazdığı mukaddeme
- Konstantiniyye'nin esası haline gelmiş çokulusluluk.. Bunun realpolitik nedeni de irdeleniyor kitapta.- Fatih'in bu yeni başkentte, saraya ve devlet mekanizmasına hizmet edilmesi için büyük ve müreffeh bir nüfusa ihtiyacı vardı. Oysa, şehri tamamen bir Türk kenti kılmaya yetecek kadar Müslüman Türk bulunmuyordu. O dönemde nüfusun çoğunluğu Hıristiyandı. Balkan kentlerine ve Anadolu taşrasına yerleştirilmek üzere, Türklere ihtiyaç vardı. Yeni başkentte her bir mahalle, sakinlerinin geride bıraktığı şehrin adını taşımasının yanı sıra, onların özel âdetlerini, dilini ve mimari tarzını taşıyordu. Türkler, Konstantiniyye'ye getirilen ilk ve en büyük gruptu. Fatih bunun için sürgün yöntemi kullanmak zorunda kaldı. Fatih ayrıca kent dışından Rumları da getirdi. II. Mehmed, sanatkârları ve tüccarları zorlamak üzere zengin ticaret kenti Bursa'ya bizzat gitti. Ekonomi ana etkendi onları Konstantiniyye'ye yerleşmeye zorlamakta. Çeşitli milliyetlerden insanların bulunmasını önce sağlayıp sonra bundan faydalandılar. Irksal denge sağladılar, yani bir milliyet diğerinden daha ağırlıklı değildi. Ve bu bir avantajdı yoksa bunu yapmazlardı.- Bundan çok önce de kozmopolit bir kentti Konstantiniyye..- Tabii, birçok Slav, İtalyan, Müslüman vardı çok daha önceleri de...
'BU KİTAP HİÇBİR ŞEYİN İSPATI OLARAK ALGILANMAMALI'
- Osmanlıların yöntemlerini onaylamıyorsunuz sanırım..- Yöntemlerini onaylamıyorum, hayır. Sonrasında azınlık denilip yapılanlar.. Bunları yapmak zorundalar mıydı? Bence değillerdi.. İngiliz tarihi der ki 'İmparatorlukların tarihi, insanlığın ıstırabının da tarihidir'. Bu kitap hiçbir şeyin ispatı ya da ispat edilme gayreti olarak asla algılanmamalı. Bütün bunlar oldu, tarihte yaşandı.- İslamın tehdit olarak algılanması hatta tehdit haline dönüşmesi gerçeğini konuşmalıyız o zaman. Din olgusunun kent üzerindeki etkisini açar mısınız?- Öncelikle belirteyim, şahsen hiç de dindar biri değilim. Din sanırım insanları kontrol etmede önemli bir araçtı. Aynı şekilde Yahudilerin ve Hristiyanların dini otoriteleri de aynı baskılarla hareket ediyordu Müslümanlara karşı.- Dinler o zamanlar kültürün daha bir parçası mıydı?- Şöyle, o zamanlar daha kurgusal bilinçle hareket ediliyordu, din daha bir kalplerdeydi samimi anlamda belki evet. Tabii bu sözü sade vatandaşlar temelinde söylüyorum. Katolikler, Levantenler mesela yaşadı burada ve hiçbir politik hırsları yoktu. 19. yüzyılda ise din politik anlamda daha da kökleşti. Bu topluluklar için 1856 ile 1914 arası en iyi dönemlerdi, daha özgürdü Hıristiyan ve Yahudiler. Ama din ve politika asla iyi bir karışım hele ki oluşum değil, olmadı, olamaz da.
'OSMANLI'DA İSLAM, DEVRİMCİ İDDİALARI OLAN BİR DİNDİR'
- Kitabınızın bir bölümünde 'İslam devrimci iddiaları olan bir dindir' diyorsunuz ve bunun şehre egemen olduğunu, hükmettiğini ifade ediyorsunuz mesela.- Gerçekten mi? Bunu söylediğimi unutmuşum. Din sadece Osmanlı tarihinde değil dünya tarihinde de birçok olumsuzların baş aktörü olmadı mı? Gelişmenin önündeki en büyük engeldi hâlâ da öyle. Matbaa mesela.. Galata'daki bir matbaayı yıkmadılar ama çok ağır, çok zor kabul ettiler çünkü dine uygun bulmadılar. Bu hemen her alanda böyleydi. Din sansür getiriyordu, sınır devriyesi gibiydi. Birtakım sınırların aşılmasına asla izin yoktu. Hükümdarlar şeriat yasalarını uygulamazlarsa meşru olamazlardı. Şeriat, devletin bir aracı olmaktan çok, devletin üzerinde görülüyordu.
"Yeniçeri kaşlarını çattığı zaman, Sultan titrer." Lady Mary Wortley Montagu, Nisan 1717
- Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki gerginlik 'sade vatandaşlar' arasında da ölümlere yol açmış, ölümlere neden olmuş... Milliyetçi akımın doğuşu mu demeli?- Büyük bir tansiyon.. Öyle ki 19. yüzyılın başında da birçok yazar bu nedenle şehrin dışında yaşamayı tercih etmiş. Konstantiniyye sefaretler, milliyetler ve dinler arasında olduğu kadar, sultan ve muhafızları arasındaki mücadelelere de sahne oluyordu. İmparatorluğun sonunda, son sultan yabancı muhafızların himayesinde ülkeden kaçana kadar bu böyle devam etti. Aralarında korku ve ihtiyaç, güç ve zayıflık, kan ve altın dengesi, ayarı vardı. Bu çok önemliydi. Diyelim ki Yunan veya Ermeni veya Yahudisiniz, hiçbir politik hırsınız yoksa sorun yoktu.
OSMANLIDA VE GÜNÜMÜZDE DİN AYARI!..
- Asimile edilmediler yani..- Hayır edilmediler. Bazıları kendi isteğiyle asimile oldular ama öyle sistematik bir asimilasyon yoktu. Birçok insan birden fazla dil konuşuyordu. Kim nerede daha sayıca fazlaysa onun dili konuşuldu. Kenti dönüştüren, kente hâkim gelen güç milliyetçilikten en çok "din"di. Müslüman değilsen politikadan uzak durduğun sürece sorun yoktu.. Osmanlı'daki dengenin, ayarın bir ayağı buydu.- Bu din ayarının günümüzdeki tezahürünü nasıl yorumlarsınız?- İslam, 1924'te halifenin ülkeden ayrılmasından bu yana en sesli ve en görünür olduğu günlerini yaşıyor. Küreselleşme ile köktendincilik arasındaki yürek ve zihin savaşı şehrin sokaklarında görülüp duyulabiliyor. Ramazan eskisinden çok daha canlı yaşanıyor. Kentin en modern bölgelerinde bile başörtüsü takan kadınların sayısı arttı. Çoğunluk gevşek bir şekilde bağlanan ve saçın bir kısmını gösteren geleneksel Türk örtüsünü değil, türban adıyla bilinen yeni ve radikal örtüyü kullanıyor. Din ayarının simgesi türban her yerde artık. Milliyetçilik kanadında ise Hrant Dink cinayeti huzursuzluğu ve korkuyu arttırdı. İstanbul'daki Rum okulları ve altmış Rum kilisesi her geçen gün boşalıyor.. Sonra Orhan Pamuk olayı ortada.. Yine de umutsuzluğa kapılmamak için birçok neden hâlâ canlılığını koruyor. İstanbul yine revaçta. Kitabımda da belirttiğim gibi, Gibbon'un 1453'teki Osmanlı fethiyle ilgili şu tahlilini bugün de yineleyebiliriz: "Bu kentte yatan deha, zamanın ve talihin bütün olumsuzluklarına daima galip gelecektir."
KALEM KILIÇTAN KESKİN MİDİR?
- Evet çokulusluluğun Osmanlı yazarları üzerindeki etkisinden de bahsediyorsunuz kitapta..- Çokulusluluğun Konstantiniyye'nin esası haline gelmesiyle, imparatorluk ve başkentteki pek çok milliyetin vasıflarını ve görünüşlerini karşılaştırmak Osmanlı yazarları arasında yaygın bir üsluptu. Mümkün olduğunca farklı seslere de izin vermek istedim. Kanuni Sultan Süleyman olağanüstü gerçekten. Evliya Çelebi, Halide Edip ve Tevfik Fikret de öyle. Ayrıca Yakup Kadri. (.... Konak adlı eseri müthiş özellikle.) Keşke İngilizce ve diğer dillere de daha çok çevrilse bu eserler. Bir Ahmet Hamdi Tanpınar da mutlaka çevrilmeli. Kentler sadece ona hükmedenlerle değil, yazarları, yapıtlarıyla da anılır hatta daha çok öyle anılır. Kalem kılıçtan keskin midir? O ünlü deyişteki gibi kesinlikle 'kalem kılıçtan keskindir'.
'ATATÜRK'E HAYRANIM'
- Konstantiniyye eğitim anlamında da merkez noktası.. Bu da yer alıyor kitabınızda..- Kahire dışında Ortadoğu'da modern eğitim alınabilecek tek merkez Konstantiniyye. Ve bazı dini okullar var Beyrut'ta. 1830'dan sonra özellikle eğitim anlamında merkez rolü daha da belirginleşti Ortadoğu'da. İsrail ve Irak, Suriye ve Lübnan'dan tüm liderler ve İran'dan bazı liderler, Balkanlar'dan bazı liderler okula burada gittiler. Mustafa Kemal de öyle. Bu ne değişiklik yaptı tam bilmiyoruz çünkü hepsi sonradan ulusalcı oldu. Ama Mustafa Kemal Atatürk muhteşem bir liderdi bu tartışılmaz. İnanılmaz zeki, entelektüel ve başarılı. Türk arkadaşlarımın onu neden bu kadar çok sevdiklerini anlıyorum. Laikliğe bağlılığına hayranım. Bir ulusu buna ikna etmesine de öyle.gamzeakdemircumhuriyet.com.tr"Konstantiniyye/Dünyanın Arzuladığı Kent: 1453-1924"/ Philip Mansel/ Everest Yayınları/ 692 s.
|