Anasayfa   İletişim  
Reklam  
-->
   
 
 
   
Google
   
   
    
 
 
 

 
 
 
 
 

KOSOVA: Yüz yıllık inkârın sureti



KOSOVA: Yüz yıllık inkârın sureti
Vatan Gazetesi,
02-02-2008

Arnavutlar, Sırplar, Çerkesler, Boşnaklar, Türkler, Pomaklar,
Hırvatlar...Barındırdığı bütün milletlerin kendilerine has hayatlarını
sürdürdükleri Balkanlar’da, Osmanlı’nın mirasını sürdüren ve
soykırımla birlikte büyük kayıplar veren Kosova bağımsızlık için gün
sayıyor. Bölgede yaşananlara rağmen halklar arasındaki kardeşlik devam
ediyor

Balkanlar’da dolaşmak görkemli bir abidenin yıkıntıları arasında
kaybolmak demektir. O abide Osmanlı geçmişidir; Balkanlar’ın
fizyolojisinde ve hafızasında derin izler bırakmış bir geçmiş. Yüz yıl
önce, Balkanlar henüz kendi tarihini inkar etmemişken, Balkan
şehirlerini ziyaret eden Batılı gazeteciler ve gezginler, rahatsızlık
duyacak kadar Doğu manzarasıyla karşılaşmışlardı. Doğal dokuya uyumlu,
topografyası değiştirilmemiş şehirler, kasabalar; tek katlı, beyaz
badanalı, bahçeli evler; camiler, çarşılar, hanlar, dükkânlar,
kahvehaneler, köprüler, mezarlıklar... Hepsi, zarif bir yaşama üslubunun
eseriydi. Daha da önemlisi her milletten, her dinden insan toplulukları
burada yan yana ama birbirlerinin yaşam alanlarına müdahale etmeksizin
varlıklarını devam ettirmişlerdi.
Balkanlar’ın bu özelliğini kaybetmesi için yüz yıl yetti. Osmanlı
hatırasını bir “zillet” olarak algılayan yeni devletler, onun
izlerini hunharca yok ettiler. Üsküp’ten Sofya’ya, Selanik’ten
Belgrat’a tüm Balkan şehirleri “küçük Paris”ler yaratma
özentisiyle yeniden inşa edilirken, tarihlerini ve dolayısıyla
ruhlarını yitirdiler. Öyle ki, Balkan şehirlerini bu haliyle gören
Batılı gezginler bu kez, “görülmeye değer hiç zarif ve eski bina
kalmadığı”ndan yakınmaya başladılar.


u Üsküp: Bir tarafta kaos diğer tarafta huzur
İşte Üsküp; Vardar Nehri üzerindeki görkemli taş köprü, eskiyle yeniyi
ayırıyor. Bir yanda, Batı Avrupa şehirlerinin kötü bir kopyası modern
Üsküp. Öbür yanda kalenin eteklerine doğru yayılan dar sokakları,
camileri, tek katlı evleri, ünlü Türk Çarşısı ile Osmanlı Üsküp’ü. Bir
tarafta kaos, diğer tarafta huzur hüküm sürüyor. Şehre gelen turistler
tabii ki yeniye değil eskiye rağbet ediyor. Kahvehaneler giderek
“cafe”leşiyor olsa da buluşma, dinlenme ve sohbet ortamı olmaya
devam ediyor. Ülkenin küçük azınlığı Türklerin sesi şehrin bu bölgesinde
hâlâ çok güçlü çınlıyor. Ne yazık ki Üsküp’te geçirdiğim zaman, onun
ruhuna nüfuz edecek kadar uzun değildi. Ama burada geçirilecek bir gün
bile, Osmanlı etkisinin, hem mimaride hem de kültürdeki canlı izlerine
tanık olmak için yeterlidir. Aynen Kosova’nın en güzel şehri Prizren
gibi.
Prizren, göz alıcı güzelliklerini kaybeden tüm Balkan şehirleri içinde,
parmakla gösterilecek birkaç şehirden biridir. Bistrica Irmağı
kıyısından tepedeki kaleye uzanan yamaçlara yayılmış mahalleri,
daracık sokakları, cumbalı evleri, geniş bir avluyu andıran meydanı,
camileri, dergâhları, kahvehaneleri, lokantaları ile tam bir Osmanlı
şehridir. Prizren’i çok sevdim. O ana dek görmediğim ama aşina
olduğum harikulade bir tabloyu andırdığı için değil sadece. Aynı
zamanda farklı ulusların, dinlerin ve dillerin ortak yaşam alanı olduğu
için. Şehir bu haliyle aslında Kosova’nın bir özetidir. Dört yanı
dağlarla çevrili bu güzel ülkede Balkanlar’ın bütün milletlerinin
yaşama hakkı var.
Prizren’e bakıyorum ve hep hoş esintiler yakalıyorum. Kosova’nın
diğer şehirleri Yakova’da, İpek’te de öyle. Kosova’yı bir ana
kucağı gibi saran dağların koruyup kuşattığı köylerde de. Özellikle de
Şar Dağları’nın en güney ucu Gora köylerinde, ya da silme Türklerin
yaşadığı Mamuşa’da. “Yarınsızlığın” damgasını vurduğu ülkenin, yüz
yıllık inkâra, daha birkaç yıl önce yaşadığı o korkunç dehşete ve o
dehşetin beslediği içe kapanma refleksine direndiğini görmek
istiyorum.
Bir haftadır Kosova’dayım ve kiminle konuşursam Türkiye’ye ilişkin
aynı duygularla karşılaşıyorum. İstanbul’dan geldiğimi söylüyorum
sorduklarında. Hemen düzeltiyorlar: “Başistanbul!” İşte o duygu;
Balkanlarda Türk olsun, Arnavut, Boşnak, Goralı, Rom, Tatar, Pomak,
Çerkes olsun her Müslüman’ın ortak hasleti böyle beliriyor.
İstisnasız hepsi Türkiye’yi ikinci bir vatan olarak algılıyor.
Hayır, hepsi dememeliyim; Türkler, Kosova’nın yalnız ve sahipsiz
Türkleri için Türkiye hep “anaülke”ydi.
Prizren’deki Melamilerin şeyhi 40 yaşındaki Abdullah Efendi,
Goralıların (dağlık bölgede yaşayan Türkler bu adla anılıyor) yaşadığı
Brod köyünde, çocukluğunun geçtiği sokaklarda bize rehberlik ediyordu.
Kolumdan tutup beni bir evin önüne götürdü. “Bak” dedi, “işte
Osmanlı!” Eve baktım. Beyaz, bembeyaz badanalı, küçük, mütevazı bir
köy eviydi. Sokağa bakan penceresi yoktu. Abdullah Efendi, o güzelim
Kosova Türkçesiyle açıkladı:
“Penceresi yok, üyle mi? Yok çünkü, evin bir huzuru olmalı. Sokağa da
huzur gerek!”
Osmanlı’nın Balkanlardaki varlığını bundan daha güzel anlatan bir
cümle yazılabilir miydi? Sanmıyorum. Huzur... Türklere ve
Müslümanlara ve hangi milletten olursa olsun bütün Hıristiyanlara
ve Yahudilere... Halkların ve dinlerin yüzyıllar boyunca kardeşçe bir
arada yaşamasının sırrı buydu.
Oysa aynı Kosova 21. yüzyıla büyük bir trajediyle girdi. Ülkenin
Arnavut halkı (2 milyonun üzerindeki nüfusun yüzde 85’i) Sırpların
yürüttüğü bir soykırım hamlesiyle karşı karşıya kaldı. Toprak hâlâ
yaralı, ruhlar paramparça; köyler, şehirler en korkunç gaddarlığın
izlerini taşıyor. Dile kolay, 121 bin ev yakıldı, çoğu Osmanlı eseri 120
cami, üç medrese, bir tekke yerle bir edildi. Binlerce insan hayatını
kaybetti, bir milyondan fazlası sürgüne tabi tutuldu. Şimdi ülke adeta
yeniden inşa ediliyor.


u İnsanların mayasında sevgi ve dostluk var
Arnavutlarla, Kosova’da şimdi bir azınlık olarak yaşayan Sırplar
arasında derin bir uçurum var. Arnavutlar, mesafeyi özenle
koruyorlar. Ama insanların tavrını ne iyi ki hâlâ gelenek belirliyor.
Umuda ve memnuniyete, daha güzel bir hayata duyulan özlem belirliyor.
Bura insanlarının mayasında şefkat var, Sufi kardeşliği var. Ve muhabbet
var; hem sevgi ve dostluk, hem de sohbet ve yarenlik anlamında...
İşte şu aceleyle koşturan insanlar; bir sohbet fırsatı doğduğu anda,
işi gücü unutup nasıl da saatlerce çene çalıyorlar. Sohbet ve kahve
burada bir tutku; deyişi bile var: “Çok muabet, az ticaret!” Sohbet
dediysem öyle boş konuşuyorlar, birbirlerini çekiştiriyorlar sanmayın.
Felsefeden konuşuyorlar, edebiyattan, dünya meselelerinden; ama en çok
şiir okuyorlar. Hele bizim Türkler; (Kosova’da 20-25 bin civarında
Türk yaşıyor) şiir onların kendilerini ifade etme aracı.
Bunlar hoş şeyler; kaygı, hüzün ve kederin egemen olduğu bir zamanda
burada hayatın hâlâ keyifle soluk alıp verdiğine işaret ediyor. Şimdiki
zaman ne kadar karışık, gelecek ne denli belirsiz olursa olsun, hayatın
çizgileri burada çok daha belirgin seyrediyor. Doğum, ölüm, düğün bir
ayin gibi yaşanıyor ve aynı anda hayatın olağan akışı içinde eriyip
gidiyor. Çocuklar çocuklarla, gençler gençlerle, yaşlılar yaşlılarla
düşüp kalkıyor. Herkes haddini hududunu biliyor.


Balkanlar Atlas’ı
Atlas degisinin Şubat sayısında, Kemal Tayfur’un kaleme aldığı ve
fotoğraflarını Tijen Burultay’ın çektiği detaylı bir Balkanlar
dosyası bulunuyor. Balkanlar’ın bütün milletlerinin kendilerine özgü
hayatları ve savaşın etkilediği yaşamlar Balkanlar Atlası’nda
bulunabilir.

02.02.2008
Haber: KEMAL TAYFUR

 

 
Nutuk (Sesli ve Görsel)
 
Etkinlik Takvimi
Kasım , 2024
PzrPztSalÇrşPrşCumCts
1 2
3 4 5 6 7 8 9
10 11 12 13 14 15 16
17 18 19 20 21 22 23
24 25 26 27 28 29 30
 
 
 
 
 
Copyright Aralık 2002 © balkanpazar.org
tasarım ve uygulama Artgrafi.net