Balkanlar’dan gelen sıcak pop dalgası
Balkanlar’dan gelen sıcak pop dalgası MURAT BEŞER Milliyet Pazar 30 Mart 2008 Birkaç yıl önce, yer Londra. Büyük bir turne arifesinde Madonna, o sıralar yıldızının parlayacağına kesin gözüyle bakılan Çingene punk topluluğu Gogol Bordello üyelerine kendisiyle birlikte sahne almaları yönünde ricacı olmuştu. Aslında bu gelişme şaşırtıcı değildi çünkü Doğu Avrupa ülkelerinden gelen bir dizi müzisyen, ana-akım pop müziğinin kapılarını (Bob Dylan’ın cennetin kapısını çalışı misali) çalıyordu. Şimdilerde bu birlikteliğe hayli alıştık. Dünyanın her yerinde Balkan müzikleri eşliğinde eğlence partileri ve konserler yapılıyor ve en az 80’ler kadar rağbet görüyor. Taraf de Haidouks, Koçani Orkestar, Kultur Shock gibi topluluklar, konser salonlarımızın yollarını aşındırırken, bizler bu gecelerde kendimizi artık transa sokan tekno loop’ları ya da gürültülü gitar soloları yerine, hayranlıkla melodik üflemelilere kulak kabartıyor; kalça ritimlerimize emanet edilerek eğleniyoruz. Ağırlıkla Beyoğlu’nun irili ufaklı mekanlarında gerçekleşen bu etkinliklere rağbet edenler minor gitar arpejlerinden sıkılmış eski indie hayranları, sırt çantalarıyla özdeşleşmiş otantik kültür meraklısı turistler, eli ayağı biraz düzeltmiş eski punklar, hip-hop reggae müziğine sonraki kuşaklardan katılmış öğrenciler ve köklerine dönüşü kentlilik kültürüyle birleştirmiş orta sınıf mensupları oluyor. Görüntüde ve kültürde; hepsi bu partilerde azami müştereklerde buluşarak, ellerindeki rakı kadehlerini birbirlerine sallayarak çılgınlar gibi dans ediyor. Bundan beş yıl öncesinin havalı clubber’ları, yerini sıcak mahalli müzikseverlere bırakmış durumda. Önümüzdeki yıllar Balkanlar’ın Bugünlere geleceğimiz önceden sezilebilir bir şeydi. Sosyalizm sonrasında “Arizona Rüyası” ile baş gösteren Batı kültürüyle Balkan yaşam tarzının çarpık biçimde iç içe geçmişliği üzerine kurulu filmler ilk işaretleri vermişti. Bunun üzerine, dünya müziği uzmanı kılıklı batılı sanat brooker’ları kaliteli Balkan isimleri keşfettiler. “Vahşi Batı”ya müzisyen pazarlayan yetenek avcısı müzik direktörlerinin sayısı birden artmaya başladı. Shantel adıyla tanıdığımız Stefan Hantel ilklerden; elektronik müziği Balkan melodileriyle buluşturan yapımcılar içinde. Büyük dedelerinin müziğiyle yakından ilgilenen bu Mannheim’lı, projesini Bucovina Club adıyla dünya arenasına çıkarmıştı. Bu süreçte yıldızları parlamıştı Gogol Bordello ve Fanfare Ciocarlia gibi isimlerin; Shantel, DJ olarak yer alıyordu yanlarında. Shantel’in son albümü “Disco Partizani” ise Balkanlar’dan gelen konuklarla tavlıyor insanları; yanı sıra reggae, ska ve hip-hop etkilerini sos olarak kullanıyor. Son zamanlarda Balkan virüsünü kapanlardan biri de Ukraynalı Eugene Hütz. O da New York’ta Bulgar göçmenlerin takıldığı (aynı zamanda bir dernek olarak da kullanılan) bir barda DJ’lik yaparken başlamıştı bu müzikleri çalmaya. Bugünlerde adı sıkça duyulan (ileride daha sık duyacağımız) Balkan Beat Box’ın iki üyesi de bu derneğin yakınında bulunuyordu. Bu topluluk klasik rock gibi tınlayan bir altyapı üzerinde üflemeli konuklar ağırlıyor, aralara da elektronik tınılar serpiştiriyor. Londralı topluluk Oi Va Voi’de ise otantiklik yerine multi-kulti bir tavır gözleniyor. Bunlarda başlangıçta Notting Hill adlı sanat kulübünde Radio Gagarin akşamlarının konuğu olarak işe başlamışlardı. Şiarları Balkan, Rus, Baltık, Çingene, Klezmer, Polka ve Brit-rock müziğini karıştırmaktı. Şimdi pek çok müzisyen ve yapımcı, aslında geçmişte ve bugün Avrupa’nın en iyi dans müziğinin evinin Balkanlar olduğunu keşfetti. Önümüzdeki birkaç yıl daha, punk ve popu bağrına basan bu tarzın yıldızının parlamaya devam edeceği kesin.
Sahne sanatının zirvesinde
1992 sonbaharında, Michael Jackson “Dangerous” albümünün dünya turunun ortalarındaydı. Budapeşte ayağındaki konser, en seçkin kablolu TV kanalı HBO tarafından yayımlanmak üzere görüntülenmişti. Bu gösteri kanala o yılın en yüksek reytingini sağladı ve kablolu televizyonda yayımlanan en büyük etkinliklerden biri olarak tarihe geçti. Bu soluk kesen gösteri, şimdi DVD olarak yayımlandı: “Live in Bucharest”. Her zaman olduğu üzere “Jam” ile açılan, “Billie Jean”, “Black or White”, “Human Nature”, “Smooth Criminal”, “Wanna Be Startin Somethin” gibi klasikleşmiş MJ şarkılarının yanı sıra birçok hiti barındırıyor “Live in Bucharest”. MJ’ın sahne sanatının ve repertuarının zirvede olduğu bir dönemin belgesi “Live in Bucharest”. Her hayranın başucunda bulunmalı.
Solar enerjiyle müzik
Önceki albüm kapaklarında Jack Johnson’ı yağmur altında, suyun içinde ve bir ağacın altında görmüştük. Yani doğayla iç içe, klişelere sadık Hawaiili bir şarkıcıdan umulacağı gibi. Yeni albümü “Sleep Through The Static”in kapağında bir mikrofonun önünde elinde gitarıyla bir bar taburesinin üstüne tünemiş vaziyette görüyoruz. Bu kapak onun rock’a meylettiği intibaını uyandırıyor ama işin aslı astarı öyle değil. Yine folk-popa devam. Dünyaca ünlü bir markanın sponsorluğunda bir sörf yıldızı olarak tanınan, yanı sıra şarkıcı ve besteci kariyerinde de yol alan bu genç müzisyeni sevmeyenler bu albümden sonra da sevmeyecek; sevenler ise hayal kırıklığına uğramayacak. Albümün içindeki bir not kitabına uygun: “Bu müzik yüzde yüz solar enerjiyle kaydedilmiştir.”
|