Bosna doğumlu Sırp yönetmen Emir Kusturica: Bir gün Türk kültürünün parçası olacağıma eminim
27 Nisan 2008 Hürriyet Bir gün Türk kültürünün parçası olacağıma eminim
Sibel ARNA
O sinema tarihinin en iyi görüntü yaratıcılarından biri. Altın Aslan, Altın Palmiye, Gümüş Ayı gibi ödülleri var. Dünyanın dört bir yanında milyonlarca kişi adını duyunca akan sular duruyor.
Babam İş Gezisinde, Arizona Rüyası, Ak Kedi Kara Kedi, Bana Söz Ver ve Çingeneler Zamanı gibi unutulmaz filmlerin yönetmeni. İnanması güç ama Bosna doğumlu Sırp yönetmen Emir Kusturica, Mavi Jeans için reklam filmi çekti. Film, Kusturica’nın 1995’te Cannes’da Altın Palmiye Kazanan "Underground" (Yeraltı) filminin final sahnesinden esinlenerek tasarlandı.
Fikir, Mavi’nin sahiplerinden Elif Akarlılar’dan çıktı. Kusturica, Elif’i de, fikri de, Mavi’yi de sevdi ve teklifi kabul etti. Geçen hafta Belgrad’da çekilen filmde Türkiye’nin sevilen oyuncusu Nejat İşler ve Kusturica’nın "Bana Söz Ver" adlı filmindeki başrol oyuncusu Marija Petronijevic başrolleri paylaştı.
Çekimler sırasında sorularımızı yanıtlayan Kusturica kendini Türklere ne kadar yakın hissettiğini bakın nasıl anlattı: "Gelecekte de Türk oyuncularla çalışmayı çok isterim. Çünkü kendini yarı Asyalı yarı Avrupalı hissetmenin yarattığı melankolinin ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Bu bakımdan çok ortak noktamız var. Yıllardan beri Türk kültürünü tanımaya çalışıyorum. Orhan Pamuk’un kitaplarını okuyorum. Bir gün bu kültürün bir parçası olacağıma eminim."
Mavi için reklam filmi çekme projesi nasıl doğdu? Yıllar sonra reklam filmi çekmeyi nasıl kabul ettiniz?
- Önce Elif Akarlılar’ın ilham ve huzur verici kişiliğinden bahsetmeliyim. Onun ve yaratıcı ekibinin bana gelip "Underground filminizin son sahnesini reklam filmi olarak çekmenizi istiyoruz" demesinden çok olumlu etkilendim. Bana çok uygun bir projeydi.
Bilmeyenler için tekrarlarsak Underground’un son sahnesinde neler oluyor? Nasıl bir film izleyeceğiz?
- O sahneden yola çıkarak ortaya yeni bir hikaye çıkardık. Filmin vurgusunu, içindeki dinamiklerin üzerine kurduk. Hikaye, onun için uygun görülen düğünden kaçarak, kendi istediği birlikteliğe koşan bir gelin ve onu kovalayanlarla başlıyor. Bu kaçışta doğa da ona yardım ediyor ve kopup giden bir kara parçasına atlıyor. O kara parçasındakiler mutlu insanlar. O ada mutlu insanlar adası. Birlikte özgürce uzaklaşıyorlar. Aynı Underground’daki gibi suda yüzen bir kara parçası yaratmak projenin temelini oluşturdu.
Sinemanın olanaklarından feragat etmek işi zorlaştırdı mı?
- Aslında aynı hikayeyi kapalı bir mekanda anlatmak daha kolay oldu. Soyutlamalar dünyasına girmek için tiyatro sahnesi sinemadan çok daha imkan sağlıyor. Dolayısıyla çok güzel oldu.
Filmi nasıl çekeceğinizi tasarladınız mı yoksa kararları kameranın arkasına geçtikten sonra veren yönetmenlerden misiniz?
- Büyük kısmını önceden tasarladım. Çünkü 30 saniyelik ya da bir dakikalık bir filmde doğaçlama yapma imkanı yok. Bana gelen story board’a kendimce eklemeler yaptım ama her şey önceden planlıydı. Bazı küçük ayrıntılara ise sette karar verdim.
Reklam filmi çekmekle sinema filmi çekmek arasındaki fark dağlar kadar mı?
- Fark bit kadar bile değil! Bu proje reklam için çekilse de, bir dakikalık kısa bir film. Sonuçta bu da sinema. Hayat boyu her yaptığım işi sinema olarak gördüm. İster 20 saniyelik bir hikaye, ister üç saatlik, hepsi sinemadır ve süresi dışında aynı şeydir.
Daha önce bir Türk oyuncuyla çalıştınız mı?
- Hayır. Nejat İşler çalıştığım ilk Türk oyuncu. İyi bir oyuncuyu gördüğüm an anlarım. Nejat’ı gördüğümde de öyle oldu. Kalitesi, gücü son derece belirgin ve etkileyici. Türk oyuncularla çalışmayı çok isterim. Çünkü kendini yarı Asyalı yarı Avrupalı hissetmenin yarattığı melankolinin ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Bu bakımdan bizimle çok ortak noktanız var. Yıllardan beri Türk kültürünü tanımaya çalışıyorum. Orhan Pamuk’un kitaplarını okuyorum. Bir gün bu kültürün bir parçası olacağıma eminim.
Filmin diğer başrol oyuncusu Marija Petronijevic’e nasıl karar verdiniz?
- Marija, son filmim Bana Söz Ver’de başrol oynadı. Onu yaşadığım köyün yakınındaki küçük bir kasabada keşfettik. Onu seyretmek, son derece estetik bir gösteriyi izlemek gibi. Nejat’la da çok uyumlu bir çift oldular.
Filmlerinizde kostümleri belirlerken Mavi’nin koleksiyonuyla nasıl bir ilişki kurdunuz?
- Görüntüyü oluşturan her parçaya ayrı takıntım vardır. Kostümlerle de neredeyse bir kadın gibi ilgiliyim. Modern ve etnik ayrıntıları aynı anda içinde barındıran görsellikler sinemamın değişmez parçası. Bildiğim ve bilmediğim bütün geleneksellikleri modernize etmeyi seviyorum. Mavi’nin tasarım anlayışında da aynı şey görülüyor. Bu birliktelik de ondan dolayı oldu zaten. Mavi’ye dair gördüğüm ilk fotoğraflar Toscani’nin çektikleriydi. Onları gördüğümde "Aynı filmlerimdeki gibi, modernle geleneksel bir arada" dedim. Bu filmde Mavi’nin Akdenizli görünümüyle, diğer detaylar birbirine çok kolay ve çabuk uyum sağladı.
Bush’u düelloya davet etmek istiyorum
silahları da o seçsin
Emir Kusturica yalnız filmleriyle değil politik tavırlarıyla da çok tartışılan bir yönetmen. Eski Yugoslavya’nın sonunu getiren savaşlar sırasında bu nedenle çok eleştirildi. Bosna’da doğmuştu, Saraybosnalıydı. Ancak Bosna Hersek, Sırbistan karşısında bağımsızlığını ilan ettiğinde, Bosnalıları desteklemedi. O zamandan beri, kendi halkının acılarına ortak olmamakla suçlandı. Bu yüzden babasının evi saldırıya uğradı. Emir Kusturica da Bosna’yı terk etti, 2005’te Ortodoksluğu kabul etti. Vaftiz olup ismini Nemanja Kusturica olarak değiştirdi. Onu bulmuşken, bu konuları konuşmamak olmazdı:
Saraybosna’da doğmasaydınız aynı kişi olur muydunuz?
- Hiç sanmıyorum. Böyle bir bölgede doğmak, tarihin bütün zıtlaşmalarına tanık olmak demek. Yüzyıllar boyu bu topraklar Asya’yla Avrupa arasında gidip geldi. Çelişki doğasında var.
Bosna’ya hálá kırgın mısınız?
- Bu konu son derece kişisel. Bir daha oraya dönmemeye karar verdim ve dönmedim. Kişisel ilişkilerim sürüyor tabii. Gençlik arkadaşlarımla konuşuyorum, görüşüyorum ama o kadar. Ben ve ailem çok acı çektik. Evimiz yakıldı, dairemiz yağmalandı. Bu konudaki duruşum kimilerinin sandığı gibi politik değil, kişisel. Orada özerklik de yok, bireysellik de.
Yalnızca filmlerinizle değil, ilginç eylemlerinizle de tanınıyorsunuz. 1993’te Sırbistan’ın aşırı milliyetçi lideri Vojislav Seselj’i düelloya davet ettiğiniz unutulmuyor. Bu sorulardan sonra (inşallah ben olmam ama) bugünlerde düelloya davet etmek istediğiniz birileri var mı?
- Evet bunu yaptım. İçimden yapmak geldi ve yaptım. Ama sonra gördüm ki, dünya beş yıldır onu protesto etmeyi bekliyormuş. Bu hareketi başlatmış oldum. Dediğim gibi benimki yine bireysel bir hareketti, sonradan kitleselleşti. Siyasetçileri eleştirirken asıl derdim, her tarafta bazı ilkelerin yerleşmesi oldu. Bugün de ABD başkanı Bush’u düelloya davet etmek isterim.
Hangi silahı tercih edersiniz?
- Fark etmez. Silahları o seçsin... Ama bir dakika! Tabanca olmasa iyi olur. Çünkü ne de olsa kovboy... Fazla riskli olur.
Kendiniz için nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz?
- Sadece çocuklar ve doğayla olmak istiyorum. Benim için dünya bu. Gerisiyle ilgilenmiyorum çünkü artık bu dünyaya inanmıyorum.
TÜRKİYE’YE İLTİCA
TALEBİNDE BULUNMADIM
AMA İSTANBUL’DA YAŞARDIM
Yugoslavya’daki savaş döneminde Türkiye’ye iltica başvurusunda bulunduğunuz doğru mu? Bu bir efsane mi?
- O sırada birkaç kez Türkiye’ye gittim. Teknemle de geldim. Ama iltica talebinde bulunmadım. O yıllarda Paris ve New York’ta yaşamasaydım İstanbul’da yaşardım. Çünkü İstanbul’daki yaşam anlayışını seviyorum. Bireysel hareket etme imkanı bulmak güzel. Politik konulardaki tavrım her zaman kişisel oldu. Sadece inandığım kişileri destekliyorum. Hiçbir siyasal örgüt ya da partinin üyesi değilim.
Reklam filminde kendi müziğimi kullandım
Müzik sinemaya en yakın sanat. Her zaman müziği sinema gibi, sinemayı da müzik gibi yapmaya çalıştım. No Smoking Orchestra’yla birlikte sürekli turneye çıkıyoruz. Türkiye’de de çaldık. Bu ay Venezüella’da başkan Chavez’e çalacağız. Sonra Litvanya ve Rusya’da konserlerimiz var. Mavi’nin filminde de kendi müziğimizi kullandım. Bu parçanın özelliği, Türkiye de dahil, bulunduğumuz bölgenin müzik anlayışı ve gücünü harmanlaması. Balkanlar’da dünyada başka kimsenin bilmediği inanılmaz bir enerji var. Müzik aracılığıyla bunu sinemaya aktarabilmekten dolayı çok mutluyum.
Maradona’nın belgeselini çektim
İki yıldır üzerinde çalıştığım Maradona by Kusturica adlı bir buçuk saatlik belgesel filmi yeni bitirdim. Bir belgeselden daha öte bir iş olduğunu düşünüyorum. İlk kez dünyanın en ünlü kişiliklerinden biri, tarihteki gelmiş geçmiş en büyük futbol yıldızı görünümüne ters bir şekilde gözler önüne seriliyor. Hayatında yaşadığı sorunlara ek olarak filmin iki büyük teması daha var: Biri Latin Amerika’nın birliği. Diğeri, genelevler semtindeki bir gece kulübünün sahibi tarafından finanse edilen Maradona Kilisesi’nin yarattığı ironi. Bir sonraki film ise Pancho Villa olacak. Meksika devrimini, bu kahramanın yedi arkadaşının gözünden anlatacağım. Gelecek yıl Meksika’da çekeceğim. Hayatımın en heyecanlı projelerinden biri de bu arada gerçekleşti. Çingeneler Zamanı’nı, Fransa’da operaya uyarladım. Paris’te Bastille ve Palais des Congres’deki temsillerden sonra, Atina ve Rusya’da, ardından dünyanın diğer merkezlerinde sahnelenecek. Hayatımda ilk defa mitoloji benim işime de yaradı. Filmini yaptığımdan beri izlenen ve bilinen bu efsane, kült bir film olmasının yanı sıra, sahneye de taşınmış oldu.
á Reklam filmi 12-14 Nisan arasında Sırbistan’ın başkenti Belgrad yakınlarında, Tuna Nehri kıyısında çekildi.
á Sette 50 kişi çalıştı. Büyük bölümü yönetmenin yıllardır tanıdığı çalışma arkadaşlarıydı.
á Emir Kusturica’nın çektiği bu reklam filmi, Mavi’nin Oliviero Toscani ile başlayan Kafana Göre kampanyasının bir devamı.
á Başrol oyuncusunun giydiği gelinlik Kusturica’nın ekibi tarafından Belgrad’da bulundu. Boynundaki mavi boncuk Türkiye’den getirildi.
|