Trakya Sözlüğü
Trakya Sözlüğü
Farklı seslere, farklı ezgilere döktüler duygularını; hayatın türküsünü öyle söylediler. Mal mülk sahibi olmaktan ziyade hayatın hakkını vermek için didinip durdular. Toprağı işleye işleye güzelleştirdiler. Kendi meşreplerince bir hayat kurdular. Trakya Sözlüğü'nü Atlas okurları için Bülent Kale derledi.
Amucalar: Trakya'da bektaşilerin bedreddini süreği bu isimle anılıyor. Bedreddiniler de kendilerini 'amuca' olarak tanımlıyorlar. Trakya'da babailer, gülşeniler gibi pek çok farklı bektaşi ocağı olduğu için yazıda genel olarak bektaşi olarak anıldılar. Balkan: Trakya'da kimilerine göre orman, kimilerine göre dağlık bölge demek. Balkan (orman ya da dağ), balkanlı (orman ya da dağ köyünden olan) ve balkanlar (ormanlık ya da dağlık bölge) dediklerini pek çok kez duydum. Bizim bildiğimiz ‘Balkanlar'la bir ilgisi olsa gerek. Burgaz: Lüleburgaz'a Burgaz deniyor buralarda. Cacıl: Kilim demek. Çeltik: Türkiye çeltik üretiminin yarıdan fazlası Trakya'dan geliyor. Ergene ve Meriç kıyılarında, özelliklle İpsala ve Uzunköprü'de çeltik ekonominin baş aktörlerinden. Eskiden çok büyük iş gücüne ihtiyaç duyulan çeltik tarlalarında bugün modern yöntemler kullanılıyor. Bu da bilhassa çeltik işinde çalışan romanların boşa çıkması anlamına geliyor. Çiçek: Kırklareli yöresinde ıhlamur demek. 'Bana bir çiçek ver.' diyebilirsiniz kahvelerde. Çocuk: Erkek evlat manasına kullanılıyor. Ben Şarköy, Malkara, Keşan bölgesinde pek çok kez duydum. 'İki çocuğum, bir kızım' var diyorlar mesela. Çorlu, Çerkezköy, Lüleburgaz: Trakya'nın sanayi bölgesi ya da Trakya'nın istanbul'a ödediği bedel. İstanbul sanayisi güneyde gebze tarafına kayarken Kuzeyde bu üç ilçeye yerleşiyorlar. Yoğun işçi göçü almışlar ve hormonlu oldukları için bağlı bulundukları illerden daha büyük ya da onunla yarışır duruma gelmişler. Göçe ve hızlı sanayileşmeye bağlı olarak, çarpık sanayileşme, çarpık kentleşme, konut ve çevre sorunlarıyla boğuşuyorlar. Civar ilçe ve köylerden bu merkezlere sürekli işçi servisleri çalışıyor. Ergene Nehri'ni sırtından vuran zehirli ok da bu bölgeden. Kendi başına ayrı bir konu başlığı. Dupnisa Mağarası: Kırklareli sınırları içerisindeki görülesi mağara Deprem: Şarköy'den Mürefte'ye giderken solunuza bakarsanız bağları ve zeytinlikleri görürseniz, solunuza bakarsanız denizi görmeniz gerekir ama göremezsiniz. Sol tarafınız betonarme yazlık siteleriyle örülüdür. Denizi görememek bir yana, aklınıza 1912 Marmara depremi, depremin Şarköy-Gaziköy arasında neden olduğu büyük felaket gelir ve inşallah birileri bu insanlara buranın deprem bölgesi olduğu konusunda uyarmıştır ve denizle aramıza giren bütün bu hantal ağır binalar deprem de gözönüne alınarak yapılmıştır derseniz. Sonra binalara bakar, ülkenizdeki genel yaklaşımı düşünür, kendi kendinize hayıflanırsınız. Ergene Nehri: Tekirdağ'ın Saray ilçesinin kuzeyinden Istrancalardan doğup Trakya'yı 281 km boyunca kat ederek Meriç'e katılan Trakya'nın can suyu. Trakya topraklarının yarısını suluyor. Trakya'nın üç iline de katkısı var. Lakin şimdilerde çok kötü durumda. 127 metrelik uzunköprü'nün altındaki Ergene'nin yatağı en az 1000 metre vardır ve akan suyun eni 15 metreyi bulmaz. Mart ayında bile kokudan burnumu tıkamak zorunda kalırken yazın kimbilir ne kadar berbattır diye düşündüğümü hatırlıyorum. Suyun renginden bahsetmeden, Baştan sona Türkiye topraklarında olan Ergene'nin Yunaniştan ve Bulgaristan'dan gelen Meriç, Arda ve Tunca'dan daha kirli, daha zehirli olduğunu da söylemeden, sözü Yöre dergisinde gördüğüm Uzunköprü-Yeniköy Şenlikleri'nde çekilmiş bir fotoğrafta bir römorkun üzerinde pankart açan Trakyalı gence bırakayım: 'İneklerini Ergene'de sula. Komik buzağıların olsun! (İnek ölmezse).' Durum bu kadar vahim. Ferace: Balkanlardaki müslüman tebanın geleneksel siyah örtüsü. Artık pek yok, şehirlerde hiç yok. Ben özellikle Malkara-Şarköy yolunda uğradığım Sağlamtaş beldesinde yoğun olarak gördüm. Gacal: Trakya'ya ilk yerleşen türkmenlere verilen isim. Trakya'nın ilk sakinleri. Gövem gözlü: Kırklareli'de sohbet ettiğim Ülker Nine bana gövem gözlüleri sevdiğini söylemişti. Sonra bana gövemin yerde biten çiçekli, karaya çalan yemişleri olan bir bitki olduğunu söyledi. Sordum, Kimileri karamuktur (böğürtlen) dedi. Sözlükler gövemin yaban eriği ya da çakal eriği olduğunu söylüyor. Gövemin ne olduğunu bulamadım ama şunu söyleyebilirim: Güneşte harelenen kara gözlülere gövem gözlü, deniyor Trakya'da. Hardaliye: Kırklareli'ne özgü bir içecek. Bir zamanlar fabrikası olduğu söyleniyor Kırklareli'de ve bazı yerlerde yakında fabrikasının kurulacağını okudum yine Kırklareli'de. Siz yine de ev yapımını tercih edin. Kırklareli'nin Kızılcıkdere, Deveçatağı ve Çeşmekolu köylerinde halen yapılıyor. Bu köylerde üzüm posası, vişne yaprağı, şıra tozu ve bir miktar hardaldan yapılan bir tür iksir hardaliye. Üzüm posasından yapılmış vişne suyu da denilebilir. Sonunda hafif bir hardal tadı da kalıyor damakta. Yolunuz düşerse, kaçırmayın, tatmaya bakın. Istrancalar: İstanbul'dan başlayıp Bulgaristan'a kadar Karadeniz kıyılarına paralel olarak uzanan alçak dağ silsilesi. En yüksek noktası Kırklareli sınırlarındaki 1.031 metrelik Mahya dağı. Ergene'nin babası. İğneada: Trakya'nın ve bütün Türkiye'nin en bakir yörelerinden biri iğneada. Yörenin neredeyse tamamı koruma altında. Ancak bazı aklıevveller, Sinop ve mersin'le beraber İğneada'yı da nükleer santral adayı bölgeler arasına kattılar. Şimdi de bir çimento fabrikasının tehdidi altında. Jantjantlı soba: Trakya'nın özellikle iç ve kuzey bölgelerinde kullanılan otomobil ve kamyon jantlarından yapılma soba. Jantlar döküm olduğu için hem ısıyı daha iyi iletiyorlar hem de çok geç soğuyorlar. Kakava şenlikleri: Trakyalıların 'Hoşgeldin Yaz' partisi. Şeylere şaşırma yeteneğini hala kaybetmemiş romanların hayatta en sevdikleri şeylerden biri olan yazın gelişinden duydukları sevinci haykırdıkları, hayatı ateş ve suyla kutsadıkları, neşenin ve eğlencenin değme ressamın çıkaramayacağı resmini yaptıkları şenlik. Neşenin bu görülmemiş resmine katılmak ya da tanık olmak isterseniz her yıl 6 Mayıs'ta Trakya'da. Longozlar: Subasar ormanları. İğneada'da denize karışamayan pek çok dereciğin oluşturduğu göllerin geri taşarak suyla doldurduğu bölgelerde oluşan ormanlar. Görülesi, hayran olunası, korunası yerler. Mandıracılık: Yüzyıllardan bu yana Trakya ekonomisinin candamarı. Çiftçilerin yüzde doksanı aynı zamanda hayvancılık da yapıyorlar. İstanbul'un yağı, yoğurdu, peyniri büyük oranda Trakya'dan geliyor. Trakya'da meralar yetiştirilen hayvan sayısına göre çok az ve giderek çoraklaşmış, bu yüzden de daha çok ahır hayvancılığı yapılıyor. Yağ, yoğurt, peynir, sucuk, her Trakya köyü bunlardan en az biriyle meşhurdur. Edirne'nin ve Kırklareli'nin peynirleri bilinir. Koyun yoğurdunu Kırklareli'de tattım; lezizdi. Eğer yakalarsanız, Saray'da orman yoğurdunu da tadın. Manda yoğurduna ‘orman yoğurdu' deniyor Saray'da ve bilenler bilir bu aksi hayvan sırf yağının, yoğurdunun, kaymağının hatırına çekilir. Nasip alma: Bektaşilerde Bektaşi olmaya karar verenler nasip alıyor. Mecburi değil. Almayanlar da herhangi bir tepkiyle karşılaşmıyor. Benim azıcık bilgimin erişemeyeceği, farklı süreklerde farklı ritüellerin uygulandığı bir ayinle nasip alınıyor. Genel şikayet her geçen gün nasip alanların azalması üzerine. Orpheus: Trakya'nın Yunan mitolojisine hediye ettiği kahraman; 'şarkıların babası', lirin kaşifi. Bir efsane, Orpheus Trak krallarından birinin oğlu olduğunu söyler; bir diğeri, Tanrı Apollon'un. Konu aralarında Virgilius, Ovidius, Platon gibi ustaların da olduğu pek çok kalem tarafından farklı işlenmiştir. Ben hoşuma giden karma bir versiyonunu anlatacağım: Ölen Karısı Eurydice'nin ardından öyle şarkılar söyler ki, bütün tanrılar ağlamaya başlarlar ve ölüler ülkesine gitmesine izin verirler. Orpheus burada da liri ve içli şarkılarıyla Hades'in bile yüreğini dağlar ve Hades karısı Eurydice'yi kendisiyle götürmesine izin verir yalnız tek bir şartı vardır: yeryüzüne çıkıncaya kadar dönüp karısına bakmayacaktır. Orpheus ayakları yeryüzü topraklarına basar basmaz heyecanla dönüp karısına bakmak ister ama Eurydice henüz yeryüzüne çıkmadığı için bir anda kayboluverir. Orpheus bu acıyla bütün Trakya'yı gezer, karısına içli ağıtlar yakar ve en önemlisi gözü başka kadın görmez. İşte buna kızan Trakyalı kadınlar Orpheus'a saldırır ve paramparça edip Meriç sularına atarlar. Efsaneye göre Hebros, yani Maritza, yani Meriç o günden bu yana içli şarkılar söyleyerek 'Eurydike, Eurydike' diye çağlayarak akar. Ötv: Özel tüketim vergisi. Tekirdağ'da ve Mürefte'deki şarap üreticilerinin en büyük şikayeti. Şarap fiyatlarının artmasına ve şarap tüketimin azalmasına neden olan külfet.İşin ucu bağcılara da dokunuyor. Önceki sene 1,5 ton alım yapan fabrika satış olmadığı için geçen sene 300-400 ton üzüm alımı yapmış. Az değil. Pomaklar: Türk olmuş Bulgarlardır, diyenler var, Bulgar olmuş sonra tekrar Türk olmuş Türklerdir, diyenler var. Varoğlu var: Tarihçiler araştıracaktır. Benim gördüğüm kadarıyla Pomaklar Pomaktırlar; hoş sohbet ve misafirperverdirler. Kendi dilleri var ve görünüşe göre dillerine hayli bağlılar. Hala Türkçe pek bilmeyen ihtiyar Pomaklara rastlamak da mümkün. Kırklareli'nin Üsküp beldesinde "Anneme götüreyim seni, anlatsın ama o da Türkçe bilmez ki" demişti 48 yaşındaki Salih Masır. Üsküp'teki Pomaklar dört farklı bölgeden gelmişler; bana dördünün Pomakçasının da farklı olduğunu söylediler. Rakoczi Ferenc: Erdel prensi, Macar halk kahramanı. Habsburglara karşı başlattığı ulusal köylü ayaklanması başarısızlığa uğrayınca osmanlı'ya sığınmıştır. 1717'de önce Edirne'ye gelmiş, burada bir yıl kalmış, daha sonra İstanbul'a geçmiş ve ardından da mahiyetiyle beraber 1720'den 1735'te ölünceye dek Tekirdağ'da yaşamıştır. Mahiyetiyle birlikte yaşadığı 28 konuttan yalnızca mutfak olarak kullanılanı bugüne kalmıştır. Macar hükümeti tarafından restore edilmiş ve 1932'de müze olarak açılmıştır. Pek çok macar turist ağırlıyor. Görmeye değer. Sefte: Trakyalıların 'ilk defa' anlamında kullandığı bir sözcük. Kırklareli'de Ülker Nine 'Edirne'ye sefte mi gidiyon yoksa ileride gitmiş miydin?' diye soruyordu. Sefte bismillah' olarak da kullanılıyor 'daha bismillah der demez' 'başlar başlamaz' manasında. Şeyh Bedrettin Destanı: 1365 yılında bugün Yunanistan'da olan Simavna'da doğdu ve 1420 yılında yine sınırlarımız dışında bulunan Serez'de asılan Simavna kadısı oğlu Şeyh Bedrettin üzerine Nazım'ın yazdığı destan. Nazım bu uzun şiirinde Rumeli'de adını hatırlamadığı bir köydeki bir Bedreddini'yi ‘mavi gözlü, bakır sakallı' olarak tarif eder. Yine bu destanda Bedreddin'in yârin yanağından gayrı her şeyde her yerde hep beraber!' diyebilmek için mücadele eden müritleri arasında sakızlı bir rum gemici ve bir yahudi esnafı vardır. Bedreddiniler üzerine konuştuğum kişiler de yalnızca islamla sınırlı olmadığını Bulgaristan'da ve Yunanistan'da müslüman olmayan bedreddinilerin de olduğunu özellikle söylediler. Nazım'ın şiirinde bu kahramanları neden kullandığını da açıklıyor bu bilgiler. Taliga: At arabası. At arabalarına böyle de deniyor. Trakya ağzı: Trakya ağzı diye bir şey var mı, emin değilim. Varsa da çok gerilerde (Trakyalı gençler ve orta kuşak genel olarak oturmuş bir İstanbul Türkçesiyle konuşuyorlar) yahut köylerde kalmış ve çok yüzlü. Genel olarak cümle kuruluşlarında hint-avrupa dil grubunu andıran bir sıralamları olduğu, cümleyi özne yüklem tümleç şeklinde kurdukları söylenebilir. Hint-Avrupa dil grubuna uygun şekilde şimdiki zamandan çok geniş zamanı tercih ettikleri söylenebilir. Diyor, ediyor, yapıyor yerine der, eder, yapar demeyi tercih ediyorlar. '-ceğiz, -cağız' küçültme eklerini bütün nesneler için ve bol kullanıyorlar: 'elceğiz, gözceğiz, koyuncağız, orcağız burcağız' bu hem konuşanı daha sempatik kılıyor hem de konuşanın mekanla, bedeniyle, tabiatla, muhatabıyla arasındaki mesafeyi en aza indiriyor. Şarköy, Malkara, keşan'da ‘o'lar 'u'ya 'ö'ler 'ü'ye çalıyordu; çocuk çucuk, köy küy, öğretmen üretmen oluyor mesela ama Kırklareli'nde böyle bir şey duymadım. Pomaklarda 'i'ler 'ı'ya dönüyordu: ederdı, giderdı gibi. Kırklareli'de 'abe' yaygınken Tekirdağ tarafında daha çok 'be ya' deniyor 'yahu' manasında. Şarköy'ün Sağlamtaş beldesinde konuştuğum bir köylü 'geliye, gidiye, oluye' diyor, son vurguları yuvarlıyordu. Sonuç olarak, Trakya'da pek çok ağız var, kullanırken iyi bir alan araştırması yapılmalı ve dikkatli kullanılmalı. Uzunköprü: Atalarına, cetlerine bu kadar düşkün bir milletin, lafa gelince mangalda kül bırakmayan yöneticilerin, atalardan hem de osmanlı'dan kalan eserlere bu kadar hoyrat davranabilmelerini insanın aklı almıyor. Uzunköprü'nün 273 gözünden kaçı toprakla sıvanarak kör edilmişti, sayamadım. Uzunköprü toprağa batmış, üzeri betonla kaplanarak, orjinal haliyle oynanıp genişleterek trafiğe açılmış ve Osmanlı'nın bu rumeli topraklarındaki ilk en ihtiyar köprüsünden her gün binlerce ağır tonajlı araç geçiyor. Şunu söylemek için açtım bu maddeyi: Uzun öprü araç trafiğine kapatılsın, restore edilsin, üzerindeki beton kaplama kaldırılsın, yaya trafiğine açılsın, köprünün iki yanındaki şeritler düzenlensin ve yeşil alan olarak halka açılsın, Ergene suyu zehirlerden arındırılsın, yeniden maviye dönsün ve insanlar köprünün ayaklarında iki kadim dostun, Ergene'nin ve Uzunköprü'nün, birbirine karışan türküsünü dinleyebilsinler. Üjbej: Bir Trakya ağzı klişesi. Bütün klişeler gibi tatsız ve sıradan. Vize: Kırklareli ilçesi, Traklardan Ast kavminin başkenti. Antik dönemlerdeki adını (Bizye) koruyan bir yerleşim. Tarih kitaplarına göre aynı zamanda Trak izlerinin göründüğü son başkent. Vize'deki son Trak kralının M.S. 49'da öldürülmesinin ardında Trakya Romalılara ait Provincia Thracia adında bir eyelet olur. Şimdiki şehrin yukarı kısımları Roma dönemine ait antik kent merkezinin üzerinde yer alıyor. Yöre: Edirne'de çıkarılan aylık kültür dergisi. Trakya tarihi üzerine araştırmalar, sözlü tarih çalışmaları ve güncel sorunlar üzerine makalelerin yayınlandığı, benim de konuyu hazırlarken hayli yararlandığım bir dergi. Trakya'yla ilgilenenler için önemli bir kaynak. Zakirt: Bektaşilerin cem ayinlerinde saz çalanlara verilen isim. Ayine başlarken ve bitirirken sazlarını üç kere öpüp alınlarına götürüyorlar.
Hazırlayan:Bülent Kale / Atlas Mayıs 2008
|