Anasayfa   İletişim  
Reklam  
-->
   
 
 
   
Google
   
   
    
 
 
 

 
 
 
 
 

Aynı derenin balıkları

Can Dündar
Milliyet 11 MAYIS 2008

Aynı derenin balıkları


Geçen hafta Balkanlar turundaydım. Kış esaretinden kurtulmanın coşkusuyla topraktan fışkırmıştı bahar... Karlı dağların eteğini çiçeklendiren uçsuz bucaksız gelincik tarlaları arasından Batı Trakya’yı geçip Makedonya’ya girdik.
Cıvıl cıvıl sokaklarında 70’li yılların kıyafetleriyle defile yaparmışçasına dolanan Makedonların canlı şehri Manastır’a geldik.
Mustafa Kemal’in İdadi’si bakımsız bir müzeydi şimdi... Alt kattan “fitness center”ın müzik sesi yükseliyor, üst kat bir defileye hazırlanıyordu.
Manastır’ı geçince 30 kilometre ötede bir dağın yamacında Makovo köyü göründü. Daha doğrusu köyden önce, köye bir Hollywood seti manzarası veren TIR’lar, set ışıkları göründü.
Az sonra tamamı Türkiye’nin sınırları dışında çekilen ilk Türk televizyon dizisi “Elveda Rumeli”nin setindeydik.

Zirvedeki dizi
Dizinin yapımcısı Muharrem Gülmez, gurbette memleketten bolca yatıya misafir ağırlamaya alışmış bir ev sahibi gibi karşıladı bizi.
Bir yıldır buradalar. Dört mevsimi bu Makedon köyünde yaşadılar.
Çektikleri dizi, gösterildiği akşamlar en çok izlenenler sıralamasında zirveye çıktı.
Biz gittiğimizde 34’üncü bölüm çekiliyordu. Tepeye kurulan sahra hastanesinde savaş yaralıları tedavi ediliyordu. Diziye konuk oyuncu olarak gelen Ahu Türkpençe, fedakar bir Türk hemşireyi oynuyordu. Ve ekip iki bölüm daha çekip tatile girmeye hazırlanıyordu.

Yerinde çekim
Peki neden Türkiye’de değil, Makedonya’da?
Yönetmen Serdar Akar, “Türkiye’de set kurmak için bir sürü köy gezdik” diyor. Çoğunun çirkin binalar, elektrik direkleri, telleriyle doğal güzelliğini yitirdiğini ve set olma özelliğini yitirdiğini söylüyor. “Nerede çekeriz?” diye düşünürken yapımcılardan birinin abisi “Makedonya’ya bakın” demiş. Bir Balkan hikayesini Rumeli’de çekmenin çok daha güzel olacağını düşünmüşler.
Keşfe gelip köyleri gezince “Bulduk” diye sevinmişler.
Göç nedeniyle sekiz hanede 24 nüfusa düşmüş bu yaşlılar köyünde Rumeli’nin 100 yıl önceki dokusu yaşıyor hâlâ.
Doğa muhteşem görüntüler veriyor.
Türkiye yakın...  THY’nin beş gün Üsküp’e uçuşu var. 1 saat 10 dakika...
Üsküp’teki Türk halk tiyatrosu eşsiz bir oyuncu potansiyeline sahip. Ülkenin ciddi sinema altyapısından beslenmiş, tecrübeli bir ekip var. Çevrenin sessiz olması, sesli çekim imkanı yaratıyor; bölgeden ekibe katılan figüranların yerel ağızla konuşması da dizinin inandırıcılığını artırıyor.
Makedon Türk Tiyatrosu’ndan bir hoca gelip oyunculara yerel ağızları öğretiyor. Bu arada “Ufunet (sıkıntı) bastı”, “Tükürüğüm kuruyana kadar dön gel” gibi yerel söz ve deyimler senaryoya sızıyor.

“Define peşindeler”
Set kurulunca köyün ahalisi şaşırmış önce; hatta ekip, çekim için Sütçü Ramiz’in evinin temelini birkaç metre kazmak zorunda kalınca bu, çevrede bir dedikoduya yol açmış; ekibin aslında Osmanlı’dan kalma bir defineyi bulmak için geldiği, TV çekimi bahanesiyle elde harita köyü kazdığı söylentisi yayılmış.
Zamanla diziyle bölgeye canlılık gelince ve birçok genç sette iş bulunca herkes ekibi benimsemiş.
Halen dizinin 100 kişilik set ekibinin yarısından fazlası Manastır çevresinden gelenlerden oluşuyor.
Manastır’daki büroda tercümanlar çalışıyor. Kostüm atölyesinde terziler harıl harıl kıyafet dikiyor. Prodüksiyon ekibi gelip giden oyuncuların, heyetlerin uçak-yatak operasyonu için seferber... Diziye oyuncu veren çevre köylerden Budaklar ve Kanatlar köylüleri ciddi ciddi rekabet ediyor.
“Makyözlerimiz Sırp.... Oyuncularımızın çoğu Makedon” diyor Serdar Akar, “Film çekilirken Yugoslavya’yı yeniden birleştirmiş gibi oluyoruz.”

Ziyaretçi akını
Türk oyunculara gelince... Onlar burayı ev bellemişler son bir yıldır. Bir kısmı otel hayatından sıkılıp ev tutmuş. Boş zamanı değerlendirmek için dil kursuna yazılanlar olmuş.
Başroldeki Erdal Özyağcılar’ın Manastır’daki evinde kurduğu turşular, pişirdiği arnavutciğerleri nam salmış.
Yörenin etli yemeklerini ağır bulunca Türkiye’den seyyar mutfak getirmişler.
O yemeğe buyur edildik biz de... Ve öğrendik ki seti ziyaret için herkes sıradaymış. Dizi başladığından beri bölgeye gelen turist sayısı yüzde 70 artmış. Son ziyaretçileri arasında diziyi kaçırmadan izlediğini söyleyen ve “600 yıl bir arada yaşayan milliyetleriz. Siz bunu yaşatıyorsunuz” diyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, Çevik Bir gibi isimler var.

Ekipte Rumelili yok
Turizm şirketleri kendilerine danışmadan gazete ilanlarındaki tur programlarına “Elveda Rumeli setini ziyaret” diye yazıyormuş. Her gün tur şirketleri arayıp randevu istiyormuş. Ama işler aksamasın diye turist kabul edemiyorlarmış. Bu yasağı delen bir Giresunlu teyze geçenlerde çekimin tam ortasında sete dalıp başroldeki Berrak Tüzünataç’a “Aynı derenin paliğiyuz senle” diye sarılıvermiş.
Türkiye’de ne çok Rumelili olduğunu ve onlarda ata toprağına nasıl bir özlem bulunduğunu bu diziyle daha iyi anlamışlar.
İşin ilginç yanı dizinin as kadrosunda Rumelili olmaması... Yönetmen Trabzonlu... Yapımcı Yörük... Senarist Sivaslı...
Bir hissiyatı koklamak için o hissiyatın toprağında doğmak gerekmiyor illa...

SENARİST ALİCAN YARAŞ

Osmanlı’nın damındaki kemancı
Dizinin senaristi Alican Yaraş da sette... Yılmaz Karakoyunlu’nun danışmanlığında ve iki asistanla birlikte yazdığı senaryoyu “Damdaki Kemancı”dan esinlenerek tasarlamış. Olaylara insancıl yaklaşan, kızlarına düşkün bir baba figürünü Osmanlı’ya taşımak istemiş. Orijinal eserde Rusya’da bir Yahudi olan kahraman, 19’uncu yüzyıl sonunda Türklerin azınlıkta kaldığı bir Rumeli kasabasında yeniden doğmuş.
Kaymakam Dilaver tiplemesi de dönemin İttihatçı, idealist bir kaymakamının, Tahsin Uzer’in anılarından doğmuş.
Dizi halen 1899 yılında... Balkanlar’ın -her zamanki gibi- kaynadığı bir dönem...
Dizinin önümüzdeki sene de devam edip Balkan Harbi’ne dek uzanması öngörülüyor. Gidişata göre üçüncü sezon, Sütçü Ramiz’in göçü ile başlayabilir. Rumeli Türklerinin çoluk çocuk Anadolu’ya göçtüğü sahne bile Yaraş’ın aklında...

Filler tepişirken...
19’uncu yüzyıldan bir Rumeli köy öyküsünün bugün herkesçe sevilmesinin sırrı ne?
“Çünkü insani, sıcak bir öykü anlatıyoruz” diyor Yaraş, “Büyük olaylar yok, birbirini seven sıradan insanların gündelik aile hayatları var. Samimiyet değiyor insanlara... Seyirci bu dizide unuttuğumuz değerleri buldu ve sevdi.”
Bütün ailenin güne birbirine tek tek “Günaydın” diyerek başlaması, Ramiz’in gayrimüslim komşuları aç kalmasın diye kapılarına süt bırakması ya da camide herkese komşusunu ayırt etmeden sevmeyi öğütlemesi seyircide iz bırakıyor.
Yaraş diyaloglarda olumlu mesajlar vermeye çalıştıklarını belirtiyor:
“Farklı kökenden insanların bir arada yaşayabileceğini gösteriyoruz. İnanç farklılığı yüzünden kavganın manasızlığını işliyoruz. Balkanlar’da olup bitenler, filler ve çimenler hikayesi... Filler tepişirken, olan bir arada yaşayan insanlara oluyor.”

Fidan bebek
Dizideki mesajların yerine ulaştığını gelen mektuplardan anlıyorlar.
Bir bölümde dul bir kadın yeniden evlenmek istediğinde  çocuklarının itirazıyla karşılaşıyordu. Ramiz’in
“O sizin babanızın yerini tutacak, sizi sevip sayacak” demesiyle çocuklar ikna oluyordu. Diziyi seyreden aynı durumdaki bir kadın yolladığı mesajda “Oğlum diziyi seyredince evlenmeme izin verdi” diye yazmış.
Bir başka mesaj, Kalkandelen köyünün eski sakinlerinden gelmiş. Sırpların katliam yaptığı köyden sağ kurtulan ve soyu devam ettirsin diye memlekete yollanan tek “fidan”ın torunları, dizideki Hüsmen bebekte atalarının hatırasını bulmuşlar.
Şimdi, Rumeli’ye bir asır evvel “elveda” deyişlerini bu diziyle anıp
yad ediyorlar.


 

 
Nutuk (Sesli ve Görsel)
 
Etkinlik Takvimi
Kasım , 2024
PzrPztSalÇrşPrşCumCts
1 2
3 4 5 6 7 8 9
10 11 12 13 14 15 16
17 18 19 20 21 22 23
24 25 26 27 28 29 30
 
 
 
 
 
Copyright Aralık 2002 © balkanpazar.org
tasarım ve uygulama Artgrafi.net