Beyrut'tan Brüksel'e Tuna'dan Baltık'a
Referans Gazetesi Mayıs 30, 2008
Cengiz Çandar-Beyrut'tan Brüksel'e Tuna'dan Baltık'a
"Hrad", Çekçede olduğu gibi Slovakçada kale anlamına geliyor. Bratislava'da kaleden Tuna'yı seyrediyorum. Viyana, topu topu 45 dakika uzaklıkta, Avusturya toprakları nehrin karşı yakasında iki kilometre öteden başlıyor. Tuna, dingin ve vakur, sol yöne doğru, bir zamanların "Osmanlı coğrafyası"na doğru akıyor.
Viyana, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde adı Pressburg olarak geçen bugünkü Slovakya'nın başkenti Bratislava'nın çok yakınında olduğu için Bratislava Kalesi'nden seyrettiğim Tuna'nın karşı yakasındaki alan, besbelli ki, 1683 Viyana Kuşatması sırasında Osmanlı ordusunun hinterlandı idi.
Tarih ve kendi geçmişimizle oynaşırken bir büyükelçilik görevlimiz, Tuna boyunda, Tuna'nın Slovakya tarafında o dönemlerden kalma kaleler olduğunu anlatıyor. Bir meslektaşım bugüne dek hiç aklıma gelmeyen bir sözcüğe dikkatimi çekiyor: "Acaba, bizdeki derebeyi sözcüğü Osmanlılardan mı kalma? Buralarda gördükleri bu kalelere bakarak mı, bu sözcüğü ürettiler?"
Olabilir. Bizde Avrupa'daki gibi "feodal" olmadığını, büyük toprak mülkiyetinin de Osmanlı döneminde bulunmadığını üniversite yıllarımızdan beri tartışır gideriz. Doğu ve Güneydoğu'daki Kürtlerin yapısına dokunulmadığı için büyük toprak mülkiyeti, o bölgelerde mevcut olmuştur ve onların sahiplerine de "ağa" denmiştir.
"Feodal" ile eşanlamlı bir vurguyla andığımız "derebeyi" sözcüğü nereden gelebilirdi?
Herhalde, Balkanlar (Rumeli) ve Viyana Kuşatması'na gitmek için geçilen Macaristan ve karşı kıyıdaki Slovakya topraklarında gördüklerinden. Orta Avrupa'nın "kale"leri bizim Rumelihisarı'nda şahikasına çıkan mimari türünden değil. Şatoyu andırıyor. Yani, "aristokrat" yani bizim dilde "bey" malikânelerini. Tuna'nın karşı kıyısında, kendilerine karşı dikilen bu yapıları göre göre, "kont"u, "lord"u, "baron"u olmayan Osmanlılar, böyle sıfatlar taşıyan Orta Avrupa'daki "asilzade" ya da "aristokrat" türlerine, kestirmeden, "derebeyi" demiş olabilirler mi? Olabilirler.
17. yüzyıl sonunda Avrupa içindeki "ilerlememiz" buralarda durdurulmuş, daha geri döndürülmüştü. Gerisin geriye Anadolu'ya sürülmemiz, iki buçuk yüzyıla yakın zaman aldı.
Acaba, Osmanlıların, "yükselişi"ne işaret eden ilk iki buçuk yüzyılın aksine yaşanan son iki buçuk yüzyılın Avrupa'da yenilgiler ve geri çekilmeler tarihi haline dönüşen olumsuz sicili; hepimizin bilinçaltlarına yerleşmiş kompleksleri besliyor, bölünme korkularını yaşatıyor ve içe kapanma dürtülerini tetikliyor olabilir mi? Kimbilir...
Günlük siyasi olayların güncesini tutmak yerine, Amerikalı önemli ekonomi tarihçisi David Landes'in "Big History" yani "Büyük Tarih" diye kavramsallaştırdığı bir tarih yaklaşımı, bu sorulara cevap verebilir...
***
Yıl 2008; artık 1683 çok gerilerde kaldı. Avrupa'ya büyük ordularla Viyana kapılarından giriş yapılmıyor. Demokrasiyle açık toplumla açık ve küresel ekonomiye bütünleşmeyi hedefleyen ekonomik performansla "hukuk devleti" ilkelerine uyumla "tarafsız, bağımsız, etkin ve güvenilir" bir yargı erkine sahip olunarak Brüksel üzerinden giriliyor.
Bratislava'ya da bu konuların tartışıldığı Brüksel'den geldik zaten Ali Babacan'la.
Dışişleri Bakanı, Slovak meslektaşı ile görüşmesini yaparken AB üyesi küçük Slovakya'nın Tuna kenarında yerleşmiş, Çekoslovakya döneminde bir taşra kenti, tarihte ise yakınındaki Viyana'nın yanında İstanbul'un ötesindeki İzmit ya da Tekirdağ gibi kalmış başkentinde bu düşüncelerle oyalanıyoruz.
Bir gece önce, Brüksel'de her partiden Türk parlamenterleriyle birlikte oturduğum akşam yemeği masasında, Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus'a çok yakın bir Çek parlamenter (Zahadil) yanı başımdaydı. Özellikle CHP'lilere Sarkozy ve Merkel'e çok takılmamak gerektiğini, Türkiye'nin AB tam üyeliğini hedef alması halinde bunu mutlaka gerçekleştireceğini, bu arada Çekler dahil tüm Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin, yani eski "sosyalist blok"un Türkiye'nin üyeliğinden yana olduğunu hararetle anlatıyordu.
Çek parlamenterin gerekçesi, "jeopolitik"ten kaynaklanıyordu. Türkiye, AB'ye girdiği vakit Almanya-Fransa ekseninin ağırlığını dengeleyecek müthiş bir güç oluşturacaktı ve nispeten daha büyük Polonya'dan başlayarak tüm Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri, bu "denge"nin sağlanmasından şimdiden yanalardı.
Brüksel'den bizi Bratislava'ya getiren, işte Varşova ve Prag'da da egemen bu "ortak tarihi çıkar" anlayışı idi. Tabii, bu 1683'e takılarak yaşamamamız ve önümüze bakmamız gerektiğini de bize sessizce anlatan bir yeni olgu olmalı. İç politikada da dış politikada da...
|