Kırklareli'nde geleneksel 'Kakava Şenlikleri' bile TOKİ yüzünden yapılamayacak.
12 Haziran 2008
Bu kadar da olmaz artık! Kırklareli'nde geleneksel 'Kakava Şenlikleri' bile TOKİ yüzünden yapılamayacak.
Kırklareli’nde ‘Kakava’ günleri
OKTAY EKİNCİ - CUMHURİYET
Bu yıl 18’incisi yapılan “Karagöz Kültür Sanat ve Kakava Festivali” için mayısın son haftasında Kırklareli’ndeydik.
Çingene inanışına göre “Kakava”, eski Mısır’da soykırımdan kaçan “Kıpti”lerin efsanevi “kurtuluş” bayramı. Peşlerindeki firavunun askerleri Nil nehrini geçerken boğulunca, aynı suyun kenarında bir 6 Mayıs günü toplanarak “soylarının sürmesi”ni kutlarlar.
Kuşaktan kuşağa Kakava şenlikleriyle bütünleşmiş geleneksel Kırklareli Festivali’nde bu yıl ise coşkuyla birlikte “tedirginlik” de vardı. Sivil kuruluşların caddelerdeki şenlik bezemelerine eşlik eden “direniş” afişlerinde “Festival alanımızı ranta teslim etmeyeceğiz” deniyordu.
Çünkü TOKİ, diğer kentlerimiz gibi Kırklareli’nin de kentsel yaşam alanlarına göz koymuş. Yıllardır festivallerin de yapıldığı, çınarlarla ve geniş çimenliklerle kaplı bir mesire niteliğindeki eski istasyon alanına, şu “karaktersiz konut siloları”nı sıralamak istiyor.
Her partiden ve her meslek grubundan Kırklarelililer, bu kent düşmanı “işgal”e karşı adeta seferberlik ilan etmişler. Belediye Başkanı Cavit Çağlayan diyor ki: “Anılarımızla bütünleşen, kentsel yaşamdaki vazgeçilmezimiz olan, eşsiz bir dinlence, eğlence ve kültür zenginliğimizi, ‘toplum yararını gözetme’si gereken bir Başbakanlık kurumu nasıl göz ardı edebilir?”
Direnişlerini sonuna kadar sürdüreceklerini söyleyen eğitim emektarı Aydın Karakoç da şunu ekliyor: “Burası tarihin sınır kenti Kırklareli.. Teslim olmamaya kararlıyız...”
İSTANBUL’UN PLANI!
Kırklareli işte böylesi bir büyük “dert”le baş başayken, İstanbul’da hazırlanan “bölge planlaması”ndaki “sanayi ve nüfus aktarması”nı da önlemeye çalışıyor. Çünkü plan, “İstanbul’da -artık- istenmeyen” kirletici tesislerin yeni yapı yoğunluğunu Trakya’ya yönlendiriyor.
Elde kalabilen en değerli tarım arazilerini, “İstanbul’u rahatlatmak” adına öldürmeye aday bu planın, Kırklareli’ndeki “etkileme alanları”nı görmeye karar verdik. Aydın Karakoç ve Ramazan Çetin Karakoç kardeşlerin rehberliğinde İğneada’ya uzandık.
“Vize”ye doğru yolun Karadeniz tarafında Istıranca ormanları; diğer yönünde ise Trakya’nın verimli ovaları uzanıyor. Üsküpdere yakınlarında yıllardır yatırım bekleyen Organize Sanayi Bölgesi boş dururken; Evrencik’te, özel izin verilen dev “çimento fabrikası” her yönüyle bir “çevre cinayeti abidesi” gibi yükseliyor.
Kaynarca’daki antik su kaynağını sarmalamış çınarlar ve geleneksel yapılar ise doğa ve kültürün sevdalı buluşmasını, ayrı fabrikaya “inat” bir kararlılık içinde sürdürmeye çalışıyorlar.
Pınarhisar’a vardığımızda, ilçedeki “pınar”lar ile eteğinde kurulduğu “hisar”a vaktiyle ne denli değer verildiğini, tarihi okul binasından anlıyoruz. Asırlık yapı, döneminin en özenli ve görkemli mimarisiyle kent kimliğini tamamlıyor.
Aydın Karakoç, R.T. Erdoğan’ın vaktiyle “dinci şiir”den ötürü aldığı cezasını çekmek için de buradaki “cezaevi”ni seçtiğini belirtirken; yine şu Başbakanlığa bağlı TOKİ mimarisini düşünmeden edemiyorum: “Acaba başbakan, bir kasaba okulunun bile geçmişte nasıl da uygarca tasarlandığını fark edebilmiş miydi?”
KÜLTÜRLER HAVZASI
Nitekim Erenler köyüne geldiğimizde de aynı görkemde bir Osmanlı türbesiyle karşılaşıyoruz. 14. yy’da Sultan Murat tarafından ilk akıncı beylerinden “Binbiroklu Ahmetbey” için yaptırılmış...
Bölge artık her yönüyle bir kültürler havzası... Çetin Karakoç, adını Fatih’in top döktürdüğü yer olmasından alan Demirköy ilçesinde, Boşnakların, Pomakların ve yakın geçmişte gelip yerleşen Gümüşhanelilerin yaşadıklarını anımsatıyor. Yörenin en eski sakinlerinden Gacallar da Balkanlar’dan gelerek Demirköy’de ve Yenice’de yerleşmişler. Bu zenginliğe zaman içinde Arnavutlar da katılmış.
Aynı kültürel yapı içindeki Poyralı köyünde ise hem “kadın” muhtar var, hem de köyün en çalışkanları yine kadınlar... Yöresel sanatlarını ve ürünlerini her yıl Kakava Festivali’nde sergiliyorlar.
Istıranca dağlarının en yüksek noktası olan 1030 metrelik “Mahya tepesi”nde buz gibi Kuşpınar suyundan içen, hastalık nedir bilmiyor. “Trakya’nın Damı”ında gerçekleştirilen “Doğa Şenliği”nin öncülerinden, Pınarhisar Meslek Yüksekokulu Müdürü Yrd. Doç. Dr. Levent Günaydın, aynı dorukta “dürbün”le Bulgaristan, Karadeniz ve Trakya turu bile atılabildiğini söylüyor. Yenice köyünün kasapları “oğlak eti”nin yararlarını anlata anlata bitiremiyorlar.
Dağı denize doğru aşan virajlardan birindeki yokuş yukarı gibi görülen; ama yokuş değil, “iniş” olan “göz yanıltıcı” dönemeçte “Manyetik Alan Kahvesi” var. Çünkü bu olayın göz yanılması değil, manyetik çekim olduğu söylenmiş; bu yorum daha bir “turistik”! gelmiş.
Dağları kaplayan ormanlarda, İğneada’daki büyük liman projesi nedeniyle gerçekleşecek 4’er şeritli bölünmüş yolun ne denli acımasız bir doğa tahribatı yaratacağını gördük. Meşe, ıhlamur, kayın, gürgen, akçaağaç gibi çok sayıda türü barındıran eşsiz bir orman zenginliği, şu “sözde kalkınma” politikalarının kurbanı olmak üzere.
...VE EŞSİZ ‘LÖNGÖZ’LER
İğneada’ya vardığımızda ise yaşamını bu kıyı cennetimizin korunmasına adamış Orhan Uyanık’ı denize nazır “kahve”sinin “bilgisayarlı yazıhane”sinde çalışırken buluyoruz. Uyanık, aynı zamanda “İğneada Doğal Ekosistemi Koruma Bölgesel Yaşamı Destekleme Derneği”nin de başkanı; Ankara İktisat mezunu olarak ülkenin en bilimsel işletilen köy kahvesinin sahibi.
Löngöz ormanlarına birlikte gidiyoruz. Bu kez aracımız 4 çeker bir pikap olmasına ve sahibi Hüseyin Çavuş’un usta sürücülüğüne rağmen, ağaçların fışkırdığı sulak zemine batmaktan kurtulamıyoruz. Zaten, bu “esrarengiz” görünümlü ağaç ve sarmaşık sarmalının yöresel adı bile “Subatar”.
CHP Belde Başkanı Tahir Işık, bu çok özel doğal zenginliği yaratan Istıranca derelerine bile göz koyan İstanbul için diyor ki; “Sularımızı bitirirlerse, tarihin en zalim metropolü olarak kuşaktan kuşağa Trakya’nın ‘ah’ını alacaklar.”
Ne diyelim, en doğrusunu Çetin Aydın söylüyor: “Buraları gelip bir gezebilseler, eminim ki projelerinden vazgeçerler; çünkü gördükleri karşısında insanlıklarını unutmaları mümkün değil.”
Kırklareli’nden dönerken, Kent Konseyi’nden, emekli öğretmen Nurdan Güven’in verdiği “Kültür ve Sanat Çalışma Grubu”nun programını inceledik. “Cebimiz”de taşıdığımız “Cep Sanat” dergisine göz attık. Hangi kentte böylesine bir sanat coşkusu ve böylesine alçakgönüllü bir edebiyat dergisi vardır? Dilerseniz siz de “www.cepsanat.com”dan aydınlanabilirsiniz.
TARİHİN SINIR KENTİNDE COŞKU VE
GERİLİM BİR ARADA
Kentin eski istasyon binası, TOKİ’nin konut blokları tarafından kuşatılmak isteniyor (1). Tarihteki yerleşim merkezi Yayla Mahallesi’ndeki ilgi bekleyen özgün evler (2). İğneada yolundaki Demirköy’de doğaya saygılı turizm örneği; Bahama çiftlik ve dinlenme tesisi (3).
|