Çağdaş Bulgar Şiiri
12 Haziran 2008 Cumhuriyet Kitap
Şiir Atlası
Çağdaş Bulgar Şiiri
CEVAT ÇAPAN
Yordan Krıçmarov (1948-1986)
‘ ...doğuştan şair, bulunduğu dünyayı yakıcı düşler evrenine taşıyan; bulunduğu yaşamın en arı, en saf maddiyatını bile temiz, özümsenmiş hüzün ve sevinçlere dönüştürebilen tartışmasız büyük yetenek...’ Bojidar Kunçev (eleştirmen) İsa İçin Gömlek Gece yarısından sonra,kukumav kuşlarının ava çıktığı saatlerde ve hayalet gibi parladığında yamaçlardaki otlar,göğün kara anaforundan iner İsa: ve başlar, bedenini ısıtmak için,bir gömlek diye yakarmaya. Sesi boş kadehin başında bir başına ağlayanayyaşınki kadar usul, bitkin ve acılıdır.Bir meyhanedir yeryüzü. Kadim bir liman meyhanesibir deniz feneridir hac ise, nicedir sönük, nicedir dilsiz.Bana doğru uzatıyor sağ elini İsave yıldızları görüyorum çividen kalan o yaman yaranın arasından.Boynuz gibi saplanmış ay, kurumuş kanatlarına bulutların-usulca dağılıyorlar pare pare pörsümüş dökülüyorlar yere.Tanrım, Tanrım...İhtiyarlamış bu dünya. Kayıtsız ve soğuk,hiç başkaldırı düşünmeden, açıveriyor kapıları art ardayoluyor yolu boyuncakendi ormanlarını...Kelebekleri un ufak öğütüyor bu dünya,sonra da bir imansızın gömütündearayacaktır güzelliği...Tanrım,nicedir taşlanmış duruyorbir zamanlar dünyayı doyuran balıklarının havyarı.Güzel olan ne varsa kemirmiş sıçanlarkırıntı bile bırakmaksızın geriyeve gittikçe daha aç, daha vahşi daraltmaktalar adım adımetrafıma ördükleri çemberi.Zırhım yok. Savunmasızım.Rüzgârdan daha yoksulum ben. Gitme Tanrım! Ne olursun gitme!Al- bu son gömleğim! Isıtmayacaktır beni,ama fazlam değildi...Bağrışımdan sağırlaşmış, geldiği gibi yok oluyor yavaşçahiçliğin dipsizliğine çöküyor İsave hiç, hiç inmemiş gibi adeta...Yaralı bir kuş gibi iniyor yere beyaz gömleğim.Sessiz,hüzünlü bekliyorum sıçanları. Biliyorum çok korkunçve korkunç acılar çekeceğim.Yeryüzündeki son günümde ağlayabilirim diye korkuyorum, Tanrım... 1984
Saşo Serafimov (1953)
“... Saşo’nun şiirlerini okurken siz de Richard Bach’ın ‘Martı’sının keşiflerini ve onun bilgeliğini anımsamıyor musunuz? Saşo’nun şiiri kendi gerçekliliği içinde ve ona verdiği yanıtla bilge bir şiir. Dünyanın en eski, kadim tanıklıklarını saptarken rastlantının şaşkınlığından öteye, yüreğinin içselleşmiş gizini koyuyor ortaya. Yaşamın görülmüş, yaşanmış, özümsenmişliği- bilgeliği okuyorsunuz.” (Valentina Dobrinçeva, şair)Güneşin Evi Öyle aydınlık, öyle aydınlık ki yazın gözleri –salt gökyüzü, toprak ve ışık. Özgürlüğü sınırlayacak bir devlet bulamazsınız etrafta,dünyayı bölecek bir felsefe de bulamazsınız,yurttaş sayımı için bir politika da bulamazsınız.Ve şimdibir vatan edinmem gerekse,gidip yaz’ı isteyeceğim denizden.Kapısı ve penceresi yoktur yazın,soluk alırcasına, öpüşürcesine,yüreğini eşelercesine rahat girilebilirsin içine. Işığın uzun ince endamıdıryaz,ak akademisi hayatın,seni bengilikle bütünleştirenufuk.Vatanım benim.Sınır-AdamAğacın saati bozulmuşgöstermiyor zamanı artık.Etrafındaki çimler sessizce ağlaşıyorlar gölgeleri için.Serçelerse hâlâserçe kentini görüyorlar rüyalarında.Ben çekiniyorum bu hadiseyi düşünmekten.Önümüze bakmamız gerek,bir yılı daha kucaklamak,uğurlamak bir başkasını.İnsan imgemin dikkatini bozmamalıyım,çünküellerim yapılmamışlarla sınırlı,gözlerim görülmemişlerle sınırlı,ben- biteviye dünyalar sınırıyım,yutacaklar beni bir gün, yutacaklar...
Krasimir Simeonov (1967)
...Krasimir Simeonov sözcüklerin parçası olmaktan büyülenmiş bir şair. Halinden şikâyeti yok. Bu yapıdaki şairler gönüldeşleriyle bir dünya kardeşliğine aittirler, maneviyatın ışık taşıyıcılarıdır onlar; sözcük tutkularından, ritim ve sezgilerinden canlı organizmalar yaratmaktan muztariptirler...İnsanlığın büyük kapıları önünde, uyku nedir bilmeyen muhafızlar... Rumen Leonidov (eleştirmen) KemiklerFare omurgasından bir kemikçikmerdivenin son basamağındabenim odam oradaydıikinci katta soldapamuk şekerleri duvar kâğıtlarındaannem bulut olsun diye diretmiştikabul ettim, rahatlasın diyegözümü ayırmadım yerdeki yağlı lekedenertesi gün doktordoğru yaptığımı söylediböylece ‘o nedenle’ kurtulmuşumgözlerimi sıktım sımsıkı dinlemiyor duymuyorumannemi çıkartıyorlareski geceliğinin yenleriylebağlanmış olarakbabam soluksuz kalmışson basamağa çökmüşbir köşesini çekiştiriyorşeffaf giysisininduraksıyor annem minicik kız kardeşimin vücudu datitreşimlerini kesiyorşapkalarını indiriyor iki polishep beraber olduğumuz son resim ...yirmi yıl geçmişbasamaktadonakalmış bir müneccim gibikendime bile itiraf edemiyorum buradaküçük bir kemirgen kemiğinden başka hiçbir şey kalmadığınıburada hiç kimseciğim olmadığınıYalnızımOdun yararken.Kerouac’ı okurken.Hastayken.Yazarken.Bir keresinde acayip yalnızdım-fırtınanın yıktığı bir köprüyü onarıyordukbirkaç arkadaşladağda.
Dimitır Kalev (1953)
“... varoluşla yakından ilintili, polifonik bir şiir. Görünmeyen ancak daimi olarak insanın gönlünde bulunması gereken etik bir ölçüt, kalıcı bir içses yaratma kaygısı var şairin. Kalev’in poetikası modernistik ve gösterişten arınmış olup, modern olunabileceği gerçeğini vurgular nitelikte... “ (Nikola Ivanov, eleştirmen)
Genezis
Hey, anımsıyorsun değil mi, karıştırıyordum sesinle usunu -ünlemlerinin arasındaki enerjiyi kullanaraketerin içine başka başka delikler açardım denk getirebilmek için göz bebeklerimi oraya. Horozların bizi uyandırdığı çiçeklerin renklendiği ve adlandırıldığı makamdırbenim eter çılgınlığımın başlangıcı(klavye ile parmaklar arasına gerilen doku) .Örtüştüğünü düşünürdüm her şeyin tek bende;derdim ki: delik, deliğin önünde bir gözbebeği- nedir ki(tıpkı Ay gibi Güneş tutulması sırasında).Sonra bunun sancının genezisi olduğunu anladım.Kendimi kukla sahnesindeki boşluk olarak duyumsadım:aktörün ellerini geçirdiği renkli ipekliler-bende yaşama ve konuşmaya dair ne varsa-o ellerin kabarık damarlı parmakları idi.Sonra iki parmak arasında yaşadığımı anladım-neresi açıksa bana- orada olabiliyorum salt.Bu durum henüz kimseye anlatılmamıştır ancak -eterdeki delik yokluktur aslında.
Tanrı’nın Jack Derida’ya Söyledikleri
Konuşmalardaki sözcüklerin alelade bir soluk olduğunu mu düşünüyorsun?Kuşların gakındametafizik sınırlar bulunduğunu mu?Göğün kafatasını yaran rüzgâr(zarif soyutlamalarla bilenmiş olan o hava),çok mu uzak acaba senin cılız meleksi bekâret mefhumuna?Nasıl topluysa su, hava ve güneş ışıltısı deniz köpüğün içindeöyle yekpare sanıyorsun Hakikat’i, Yol’u ve Hayat’ı “Ben”de .Ancak unutma: senin hazin özdeşliğinin tanrısıyım ben.Bir zamanlar soyut, burçlar içre gece hayatlarım oluyordu,ben dediğimde ufalanıp dökülüyordum (sizlerse “Tanrı bilgidir” savındaydınız).Bugün sizin güneş düğümlerinizde oturmuş, çalışıyorum-ben dediğimde, kanınızı telaffuz ediyorum (bir yarayı anımsatıyorum).İşte şimdi soluğun tükenecek ve bir sözcüğe dönüşeceksin (aslında ölümünle söyleyeceklerini dinlemeye gelmiştim) -kendi ölümünü özlü ve akıllıca dile getirmek zor olsa gerek;daha da zor olanı- onu belleğinde bir metne dönüştürmek. Son. Birileri cesedini ellemekte ve bir şey göstermekte.Baksana- hava gibisin, havaya havadan taşınmış hava.Yeniden düşünebiliyorsun. Lakin havadan düğüm atmaya uğraşan sözcüklerden bir konuşmadır düşünülebilen her şey.
Şiirler/ Çeviren: Kadriye Cesur
|