Anasayfa   İletişim  
Reklam  
-->
   
 
 
   
Google
   
   
    
 
 
 

 
 
 
 
 

Dramalı arabacı GÜZEL İSMAİL

Dramalı arabacı GÜZEL İSMAİL

29 Haziran 2008 Pazar

İZ BIRAKANLAR
Hazırlayan: İrfan ÖZFATURA
irfan.ozfatura@tg.com.tr
Türkiye Gazetesi


Yıl: 1900... Yer: Drama...
Rivayete göre yörenin şirin köyü Ravika, adını bir Türk beyinden alır. Ama bana sorarsanız o beyin adı Refik Ağa olmalıdır. Hasan Ağaya “Asan A” denilen bir diyarda Refik Ağa da “Ravika” gibi yuvarlatılmıştır ihtimal.
Neyse... Tipik bir Türk köyüdür Ravika. Nur yüzlü ihtiyarlar, şalvarlı kadınlar, yalın ayaklı çocuklar... Mescid, mektep, kıraathane, bakkal... Gül fideleri, yaseminler, ıhlamurlar... Artık hoş kokulu ne nebat varsa...
Geçtiğimiz asrın sonlarına doğru Rumlar Rusların gazına gelir ve ayaklanırlar, İngilizler de yangına körük tutar. Kan, barut, duman... Aman ne kasvetli günlerdir onlar. Göç eden edene, Türkler çekildikçe, meskun alanlara Rumlar dolar. Bir zaman sonra sayı üstünlüğünü ele geçirir, dayanılmaz bir baskı kurarlar.
Keskin ağanın çakır torunu Güzel İsmail yeniyetme bir delikanlıdır. Fevridir, gözü karadır, aklına eseni yapar. Hani yakışıklıdır da...
Son günlerde hava dumanlıdır, Rum gençleri ile sıkça takışırlar. O gün kendisini berberde sıkıştıran 20 kopil fesini alıp ezer, yetmez gibi kafasına şapka koymaya kalkarlar. O da şapkayı savurup atar. Bir anda tekme yumruk sağanağı başlar, tüküren tükürene, vuran vurana... İsmail zorbalara papuç bırakmaz, cebinden çakısını çıkardığı gibi sallamaya başlar. Kimi yüzünü tutup kapanır, kimi elini kolunu kaptırır. İsmail o hengamede kaçmayı başarır, köyün nalbandı Osman ağaya sığınır. Osman ağa eli balyozlu bir devdir, onu korumakta zorlanmaz, iyi ama nereye kadar? Palikaryalar onu er geç bulup sıkıştıracak, canını çıkaracaktırlar.

SOLUK SOLUĞA
Hasılı bu çocuğun kaçması lazımdır. Gece baygın bitkin İsmail’i bir katırın üstüne bağlar. “Allah’a emanet” deyip hayvanın kabasına şaplak atar.
Katır bildiği yere gider, dermenci Emin’nin eşiğine varıp, eşinmeye başlar. Emin Ağa bakar kan revan içinde bir Türk genci, onu mısır koçanlarının arasına saklar. Rumlar köşe bucak İsmail’i arar, hatta yolları tutarlar. Neyse hadise bir miktar soğur, Güzel İsmail başında poşu, sırtında kepenekle Dedeağaç’a doğru yola çıkar. Önünde 40 - 50 koyun, mal götürür güya... İstasyon, hayvan vagonları, derken onu bir Rum balıkçı karşılar, gecenin kör vakti Enez’e doğru yelken açarlar.
Basit bir organizasyondur ama bunun için amcaları Rumlara 250 adet çil altın tokalar.
Güzel İsmail nazlı hilalin dalgalandığı topraklara varınca rahatlar. Artık ne iş olsa yapar, karnı ama öyle ama böyle doyar. Adapazarı’nda tanışları vardır, iyi ama ora bulunacak diyar mıdır? Aklına ilk geleni yapar, tren raylarını klavuz tutar. Yayan yapıldak İstanbul’a ulaşır, yolu 20 günde ancak yarılar.
Nihayet Geyve taraflarına varır ve Sardoğan adlı beldede hemşerileri ile karşılaşırlar. Burada uzunca bir mola verir. Uzunca... Hatta evlenip barklanacak kadar!
İşleri tütün toplamaktır, iyi de tütüncülük yapacaksan yerinde yapacaksın, misal Akhisar’da!
Güzel İsmail ve kayınbabası söz dinler, göz karartır, zikrolunan coğrafyayı mekan tutarlar. Tütünü bildikleri gibi eker, kırar, iyi de para kazanırlar.
İsmail’in bir atı vardır artık... Allı morlu yaylısı da. Tütün işi bitince ufak tefek nakliye işleri yapar, az demez, çok demez şükreder Allah’a.
Derken zeytin işine el atar, zeytincilik zahmetlidir ama onun lügatında yorulmak gibi bir kelime bulunmaz.
Zamanla tüccarlarla ahbaplık kurar, bir keresinde Vehbi Koç, Soma’dan 750 okkalık bir makine alır, “bunu istasyona kim götürür” der, kimse yanaşmaz. İsmail kendine güvenir, işin altından kalkar. Artık Akhisar’a gelen tacirler onu arar “Dramalı nerede?” diye sorarlar. Ki bunlar arasında Hacı Ömer Sabancı da vardır, işe bak!
Derken evleri şenlenir, Cavid, Cavide, Sevim, Hatice, Yıldız, Sevdiye adlı birbirinden sevimli 6 çocukları olur. Bereket işte, çanağa giren kaşıklar arttıkça, cüzdanı kalınlaşmaya başlar. Artık daha büyük işlere girmekten korkmaz.

GURBET ELLERDE
Yıl 1935, uçsuz bucaksız bir arazi kiralar, alet edevat alır, işçi tutar. Nazara mı gelirler bilinmez o yıl 4 sabicik de kızıla yakalanıp vefat eder. Bebek Sevdiye’nin ardından Hatice’yi (4), Cavid’i (6) ve Cavide’yi (7) toprağa bırakırlar.
Ardından bir mavi küf! Tütün tütünlükten çıkar. Mahsul doooru çöpe, elde avuçta bir şey kalmaz.
Derler ya, banka yaz günü palto verir, kışın elinden alsın diye. İnanın öyle! Bir zamanlar yemeli içmeli olduğu müdürler buz gibi soğuk davranırlar.
Ve İsmail şu kaideyi kenara yazar. “Faizciye güvenme, yatırımı kesenden yap!” Az olsun, öz olsun, o hesap.
Geçmişi unutup önüne bakar. Giden gitmiştir artık, kahır neye yarar?
Neyse çeker çarıklarını Erzurum yolunu tutar. Otobüsten inince bir kahveye ilişir, sormadan çay gelir, sonra bir daha, bir daha... Burada böyledir, içmeyeceksen bardağı devir, ya da kaşıkla kapa. Yanındakilere “iş” filan demeye kalkar. İhtiyarın teki “çayın iki kuruş olduğu yerde iş mi olur” der ve ekler “Bak delikanlı! Çayı nerede altı kuruşa içiyorsan para orada!”
Sivas, Kırşehir, Nevşehir, Kayseri.. Çay bedavadan ucuza. Ama Adana da bardaklar küçümenciktir, hem de 5 kuruşa!
Karnı aç, cebi delik. Avare avare dolaşırken bir dingilci gözüne çarpar. Adam mahirdir ama usulü zahmetlidir, çok zaman kaybettirmektedir ona. “Acaba şöyle yapılsa nasıl olur” deyip çekici kapar, adam saçını kaşır, yüzü karışır. Çırağına “durma koş”, der “bir buçuk Adana söyle yeni ustana!”
Bir gün efendiden biri küçük bir iş gösterir, İsmail şipşak yapar, para mara almaz. Adam da birine bin katıp anlatır Hacı Ömer Sabancı’ya! Tezgâh onundur zira. Hacı Ömer bir ara dükkana uğrar. Ne görse beğenirsin? Bu pis ve isli delik kireçlenmiş, aydınlanmış, toparlanmıştır baya... “Sen kimsin, neredensin” diye sorar.
- Akhisar’dan / - Orada kimleri tanırsın, bir Arabacı İsmail vardı mesela? / - O benim Efendim. / - Gözüm ısırmıştı zaten. Senin gibi becerikli gençleri memlekete kazandırmak gerek, her ne kadar taş yerinde ağırsa da...

SANDIKTAKİ SERMAYE
Onu dükkana ortak alır, önünü açar. Gelgelelim Güzel İsmail minnet altında kalmak istemez, pılısını pırtısını toplayıp gider İskenderun’a. Burada yıllığı 40 liradan harap bir kilise kiralar, üç ayda bir, on lira... Aslında onun gibi bir yabancıya yedirmezler ama Hacı Ömer kefil olmasa...
Derken bir haber gelir, “İstasyonda emanetin var”. Ne emaneti? Onu kim tanır buralarda? Gider, koca bir sandık, içi çakılı araba malzemesi. Sağolsun Hacı Ömer’in hediyesi... Hadi gel de ağlama...
Onu sermaye edinir, kısa zamanda birbirinden güzel faytonlar yapmaya başlar.
Gel zaman git zaman atölyenin eşiğine bir kundura boyacısı sokulur, adı Celal. Adam fukaradır ama bilgece laflar eder zaman zaman. İkisi de garip ya, sımsıcak bir dostluk kurarlar. Neyse, siparişler siparişleri kovalar, adı İzmirli ustaya çıkar. Yanında çıraklar, kalfalar...
Eh bedavacılar da eksik olmaz tabii. Reisin oğlu mesela... Biteviye “yanımda para yok” der, “bir ara bana uğra.” Ne uğrayacak, giden gitti, yaz tahtaya...
O aralar birileri vagonları boşaltır, yüzlerce otomobil lastiğini buharlaştırırlar. Savaş yılları, lastik altın, bulmak ne mümkün karaborsa. Uzatmayalım hırsızlar yakalanır ve hedef şaşırtırlar. Biz lastikleri kilisede sakladık diye iftira atarlar. Reisin oğlu osssat eşikte biter, “hadi hadi lastikleri götürmüşsün” der, “beş on tane de bizim arabaya at!”
Olacak iş değil, resmen haydutlukla suçlar. Eh tutmayın artık bizim İsmail’i, eline geçirdiği çekiçle saldırır. Şımarık genç kaçar kurtulur ama arabası kalır ortada. İsmail hırsını arabadan çıkarır, tekerlerini kırar, unufak yapar.
Adamlar partici, güçleri var. “Vay efendim bu araba milli servetti, senin yaptığın devlete zarar!”
- Ama...
- Aması yok tıkın zindana!
Haydaaa! Gel de pirincin taşını ayıkla... Kapkaranlık bir koğuş, kim bilir ne zaman çıkar? Ümidi de yoktur aslında.

VER ELİNİ AKHİSAR
Gecenin geç saatlerinde kapı aralanır, karşısında Boyacı Celal! Meğer o hafiye imiş, vaziyet ediyormuş çarşıya. Olup bitenlerin farkında.
Evet delikten çıkar ama artık buralarda durmasa iyi yapar. Adamların nasırına basmıştır bir defa, punduna getirirse acımazlar.
Dükkanı kalfalarına devreder, ceplerine harçlık koyar, ver elini Akhisar.
Hanımına sorarsanız İsmail bir maceracıdır, ayakları yere bassa iyi yapar. Hani doğru da söyler bir bakıma...
Güzel İsmail de kendince haklı, uzatmayalım ayrılırlar.
İskenderun’dan Fransız malı bir bıçkı makinesi getirmiştir, yeni bir heves kurar, tomruk biçmeye başlar. Yetinmez, bir de araba edinir, etraftan topladığı taşları ucuza aldığı arsalara döker, yap sat işine kalkar. Şimdi müteahhitlik diyorlar buna.
Gece gündüz çalışır ama kahrolasıca bıçkı dalgını affetmez, üç parmağını alıverir bir anda!
Yine de hızı azalmaz, kızlarını da (Yıldız ve Sevim’i) evlendirir, yuvacıklarını kurar. Zamanla torun torba sahibi olur ama bekarlık da tak eder canına. Bakar olacak değil, Zeliha Hanımla evlenir, Fevzi, Mehmet, Feruzan ve Ferihan doğar.

GÜLDÜREN MERAK
O günlerde zevk için bir Denizli horozu almıştır, kümese iki de tavuk atar. Kendi kendilerine çoğalır bir düzine olurlar. Bu arada bir kuluçka makinesi imal eder, iyi de satar, derken Almanya’dan damızlık civciv getirtir, iş işi açar.
Çalışkanlık genlerine işlemiştir, sabahın alacasında fırlar. Oğlanları gelinleri uyandırmak için radyoyu sonuna kadar açar. Kimin haddine yatsın, gün üstüne doğacak ha!
Allah işlerini rast getirir, katlana katlana büyürler ve Keskinoğlu gibi bir imparatorluk doğar.
Biliyor musunuz Turgut Özal yolu civara düşse mutlaka kapısını çalar. Bir seferinde heyetteki memurlardan biri “ya ne var bu adamda” gibilerden mızıldar. Rahmetli “onun kaç kişi çalıştırdığını biliyor musun” diye sorar, “senin benim maaşımı bunlar veriyorlar!”
Derken Keskinoğulları zeytinyağı işine de el atar, 140 yıllık antika makinelerle (taş baskı) yağın hasını çıkarırlar. Yağları albenili şişelere koyar, daha ziyade gurmelere hitap etmeye çalışırlar.
Yumurta, piliç, yağ, sabun, tıbbi malzemeler... Binlerce insan istihdam ederler, ki sadece bu sene 400 milyon YTL ciro hedefliyorlar.




Orda bir köy var uzakta...
Güzel İsmail durur durur Ravika’yı anlatır, 101 yaşına basar ama hatıralarından kopamaz. Gelgelim köyde tek Türk kalmamış, camisi kilise yapılmıştır. Bu saatten sonra gitse neye yarar? Hasılı gözünü memleket hasreti ile yumar. Oğulları torunları zikrolunan köyün aynısını Akhisar’a yapar, tabiri caizse Ravika’yı kopyalarlar. Bu iş için 100 küsür dönümlük bir arazi ayırır ve 2.5 milyon dolar para harcarlar. Ravika, bildiğiniz Rumeli köyü... Süt güğümleri, kırkambarlar, cumbalı ahşaplar...
Hayat, hanay, (varenda) musandra (gömme dolaplar), sedirler, dantelalı perdeler, gaz lambaları, işlemeli yorganlar, lavanta kokulu çarşaflar. Drama Yağhanesinde dönen antik taşlar. Kadrolu bir berber ve imam... Sonra bakkalı ve kahveyi de hizmete sokarlar. Eksiksiz bir köy... Nalbant, marangoz, muhtar! Yetmez bir de müze düşünür, eski arabaları,
traktörleri, tarım aletlerini seyre sunarlar.
İnanın görülmeye değer, keşke turizme açılsa!




MAŞALLAH DEDİRTİYOR
Güzel İsmail’in İskenderun’da yaptığı faytonlardan biri. Bu zarif fayton yumuşak süspansiyonu, konforlu koltukları ve ince işçiliği ile göz alıyor.

 

 
Nutuk (Sesli ve Görsel)
 
Etkinlik Takvimi
Kasım , 2024
PzrPztSalÇrşPrşCumCts
1 2
3 4 5 6 7 8 9
10 11 12 13 14 15 16
17 18 19 20 21 22 23
24 25 26 27 28 29 30
 
 
 
 
 
Copyright Aralık 2002 © balkanpazar.org
tasarım ve uygulama Artgrafi.net