Ölümün kıyısından kartpostallar
Can DündarAda can.dundar@e-kolay.net 31-08-2008
Ölümün kıyısından kartpostallar
31 Ağustos, 30 Ağustos’la 1 Eylül arasına sıkışır. Arkası savaş, önü barıştır. Her 30 Ağustos’ta Türkiye büyük zaferi, marşlarla kutlar. Her 1 Eylül’de dünya barış için şarkılar söyler. Zafer marşlarıyla barış şarkılarının birbirine karıştığı bu günde ikisine de kulak veren bir öykü anlatacağım size... “Karşı taraf”tan bir insan öyküsü bu... Bir “düşman” askerinin öyküsü... Yorgos Magnis bir İstanbullu... 1898’de doğmuş. 1919 Mayıs’ında Yunan ordusu İzmir’e çıkınca birçok İstanbullu Rum gibi heyecana kapılıp askere yazılmış. Henüz 21 yaşındaymış. Mustafa Kemal’in, işgale karşı mücadeleyi başlatmak için Samsun’a çıktığı günlerde o da işgalde görev almak için Yunan ordusunda silahbaşı yapmış. Biz öykünün Samsun’dan sonrasını biliyoruz. Yorgo’nun cepheden ailesine yolladığı kartpostallardan ise “karşı cephe”yi öğreniyoruz. Yıllar sonra, Akilas Milas tarafından, İstanbul’daki terk edilmiş bir Rum yetimhanesinin deposunda, mavi bir kurdeleyle sarılmış halde bulunan ve yayımlanan (Kitap Yayınevi, 2004) bu koleksiyon bize hem “işgalin öbür yüzü”nü sunuyor hem de işgal altındaki Türkiye’nin, işgalcinin objektifinden görüntüsünü...
“Tanrı yanımızda” Yorgos 6 Aralık 1919’da İzmir’den İstanbul’daki annesi Akaderini’ye bir kart yolladı; “Ben çok iyiyim” dedi. Gönderdiği kartpostalda “Küçük Asya seferi” için cepheye giden bir Yunan alayının fotoğrafı vardı. Sonraki kartlarının üzerindeki damgalardan, Yunan ordusunun Anadolu’daki yayılması izlenebilirdi: Manisa... Ahmetli... Salihli... Balıkesir... 1920 Haziran’ında başlayan ve Ankara’ya panik yaşatan Yunan harekatında Balıkesir’den attığı kartta “Size yaklaşıyorum. Belki umutlarım bu kez gerçekleşir ve buluşuruz. Tanrı yanımızdadır” diyordu. Oysa değildi. Ankara kısa zamanda toparlanmış ve direnişe geçmişti. 1921 başından itibaren çatışmalar şiddetlenmiş, Dumlupınar’da yenilen Yunan ordusu, karşısında artık örgütlü bir kuvvet olduğunu anlamıştı. Yunanlılar Sakarya’ya taarruza hazırlanırken Yorgos Uşak’taydı. Ailesine, Uşak karargahından bir fotoğraf yolladı. 5 Haziran 1921’de gönderdiği kartpostalda ise İzmir Kordonboyu’ndaki bir evin balkonu vardı. Balkonda da “Majesteleri Kral Konstantinos...” Yunan ordusu büyük taarruza hazırlanıyordu.
“Vatan için iyi ama senin için...” 14 Haziran’da kardeşi Konstandinos, Yorgos’a Bebek’ten şu mektubu yazdı: “Sevgili Yorgo, Hepimiz iyiyiz. Senin için endişe ediyoruz, çünkü taarruzun başlayacağını duyuyoruz. Taarruz istediğimiz bir şey ama aynı zamanda çok da korkuyoruz. İstiyoruz, çünkü bu, vatan için iyidir ama senin cephenin ön saflarında olduğunu düşündükçe de korkuyoruz.” Ardından 21 Temmuz’da annesi şu satırları yolladı: “Sevgili Yorgocuğum. Kosta’nın senin için hazırladığı bisküviyi bir teneke kutu içinde sana yolladım. Bisküviyi fırına Liza’cığımız götürüp getirdi. Yarın Meryem Ana yortusu. Beşiktaş’taki kiliseye gideceğim ve benden istediğin mumu yakacağım. Hepimiz sağlıklı olmanı ve yakında muzaffer olarak yanımıza gelmeni dileriz. Uzaktan da olsa hepimiz seni candan öperiz. Seni çok seven annen.”
“Tatlı vatan adına...” Yorgos bu mektubu alamadı. Annesinin bisküvilerini de... Çünkü temmuzda beklenen Yunan taarruzu başlamıştı. Türk ordusu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmek zorunda kaldı. Yunanlılar zafere çok yaklaşmıştı ama yorgunlardı. Ağustosta bir taarruza daha kalkıştılar. Bu kez hedef; Ankara’ydı. Yunan 3’üncü ordusuna mensup Yorgos’un birliği Ankara’ya 70 kilometre yaklaşmıştı. Büyük muharebenin ikinci günü Tarlabayır mevkiinde çok güçlü bir direnişle karşılaştılar. Her iki taraftan da çok sayıda asker öldü. Yorgos’un ailesi, uzun süre haber bekledikten sonra 12 Eylül 1921’de oğullarının en yakın arkadaşı Çavuş Yorgos Kokolas’tan bir kartpostal aldı. Önyüzünde İzmir’deki Aya Fotini kilisesinin fotoğrafı bulunan kartpostalın arka yüzünde şunlar yazılıydı: “12.9.1921 İzmir / Bu mektubu merhum ve kardeşim saydığım arkadaşım Yorgos Magnis’i anarak çok sevdiği anne ve babasına gönderiyorum. Yorgos, gönlünde vatana karşı görev duygusu ile tatlı vatan adına ölüme meydan okuyarak 2 yıl boyunca Anadolu’da savaş alanlarında ve cephenin en önünde savaşmış ve 12 Ağustos 1921’de saat 14.10’da kahramanca savaşırken, Ankara’nın 70 kilometre güneyinde, ölmüştür. Adı, tarih sayfalarına altın harflerle yazılmıştır. Kardeş ve arkadaşı Çavuş Yorgos Kokolas”.
Yorgos’un annesine gönderdiği kartpostalda cepheye giden Yunan askerlerinin fotoğrafı vardı.
Meçhul asker ve mağrur kumandan
Savaşın dili her yerde, her dönemde, hep aynı... Cephenin hangi yanında olursanız olun sizi aynı sözcükler uğurluyor ölüme: “Vatan için ölüme meydan okuma...” “Kahramanca savaşma...” “Altın harflerle tarih sayfalarına geçme...” Ve genç ölülerden geriye, perişan aileler, fotoğraflarda yiten gülüşler, kırılan düşler kalıyor. Yorgos komşu toprağı işgale gelen bir ordunun neferiydi. Toprağını savunanlara karşı savaşırken 23 yaşında ölüme sürüklendi. Akilas Milas’ın verdiği bilgilerden öğreniyoruz ki, Yorgos’un annesi ve babası, oğullarını yitirdikten sonra da İstanbul’da kalmışlar ve 1950’lerde bu şehirde ölmüşler. Annenin son mektubunda bahsettiği “Lizacık”, 1964 göçüne kadar dayısının yanında kalmış İstanbul’da... Dayı Atina’ya göçünce yalnız kalmış. Ölen ağabeyinin kartpostallarını o saklamış. Liza da ölünce mavi kurdeleye sarılı kartpostallar, öbür eşyalarla birlikte yoksullar evinin bodrumuna atılmış. Herkül Milas yeğeninin imzasını taşıyan kitabın önsözünde Yorgos’u şöyle anıyor: “Kahramanlığa ve Megali İdea’ya yani vatan topraklarının genişletilmesi gereğine inanmıştı. Çocuk yaşta ölmeyeceğine inanmış, kilisede bir mum yakınca Tanrı’nın koruması altında olacağını sanmıştı. Mutluluğu aşkta, sporda, şiirde, parada değil, ‘sınırsız sınırlarda’ aramıştı. Türk ve Yunanlılardan son iki yüzyılda bu tür savaşlarda böyle gençlerden binlercesi öldü. Sonunda bizim aklımızda kalan, sadece bazı tarihler ile kazanılan veya kaybedilen topraklardır. Bu kartpostallar ise ‘meçhul asker’ dediklerimizin de özel bir yaşamları olduğunu hatırlatıyor.”
Son söz Sonrası malum: Yunanlılar gitti. Önce Türk askeri, sonra da Mustafa Kemal Paşa İzmir’e girdi. Başkomutan bir yıl önce Yunan Kralı’nın yerleştiği karargaha yerleşti. Onun çıktığı balkona çıktı ve onun koltuğuna oturarak, aynı yerde zafer pozu verdi. Çok değil, altı yıl sonra Yunanistan Başbakanı Venizelos, Nobel Ödül Komitesi’ne şu mektubu yazacaktı: “Barışı sağlamlaştırma hareketi, yeni ve seçkin Türk devletine bugünkü görüntüsünü veren tüm iç reform hareketleri ile birlikte yürümüştür. Mustafa Kemal Paşa’yı Nobel Barış ödülü için aday göstermekle şeref duyarım.” 30 Ağustos Zafer Bayramınız ve 1 Eylül Dünya Barış Gününüz kutlu olsun!
|