Anasayfa   İletişim  
Reklam  
-->
   
 
 
   
Google
   
   
    
 
 
 

 
 
 
 
 

Balkanlar’da “Mustafa” Kemal’in ayak izleri: “Mustafa” filminin güncesi

“Mustafa” filminin güncesi
Can Dündar
Milliyet 26 Ekim Pazar 2008

Son bir yılı Balkanlar’da “Mustafa” Kemal’in ayak izlerinin peşinde geçirdik. Ne yazık ki ondan geriye, filme yansıtabileceğimiz pek az iz kalmıştı. Bu seyahatin güncesi, filmin kamera arkasını yansıttığı gibi, onun Makedonya’sını anlamayı da kolaylaştırıyor



SELANİK
Mustafa’nın evinde...


1 Mayıs 2008 Perşembe
“Balkan turu”na, Selanik’ten başlıyoruz. Görüntü yönetmenimiz Murat Özcan, filmin görsel efektlerini yapan Uğur Erbaş, her durağa bizden birkaç gün önce giderek mekan ve arşiv araştırması yapan Saadet Özen’i taşıyan, Mustafa Sütçü’nün kaptanlığındaki minibüsümüz Selanik’e 1 Mayıs şenliği içinde girdi.
Başkonsolosluk görevlileri seferber oldular. Müze evde yaptığımız çekimlerde yardımcı oldukları gibi, canlandırmalarda da gönüllü rol alarak heyecanımızı paylaştılar.
Afganistan’da geçen yıl çok ciddi bir intihar saldırısından kıl payı kurtulan Başkonsolos Hakan Abacı akşam, ekibimiz için bir kokteyl verdi; bizi Yunanlı tarihçilerle ve meslektaşlarımızla buluşturdu. Yunan televizyonu ile uzun bir mülakatın ardından, Kathimerini gazetesi ile görüştük. Ve “Mustafa” hakkındaki ilk haber, 3 Mayıs’ta bu gazetede çıktı (Bu haberin tam metni, mustafa.com.tr’nin  “Basından” bölümünde var).
Ertesi gün Selanik kalesinde, Türk mahallesinde, genç Mustafa Kemal’in akşamları demlendiği Beyaz Kule’de çekimler yaptık.
Sonra Meşrutiyet’in ilan edildiği, şimdi Makedonya-Trakya Bakanlığı olarak kullanılan eski Vilayet konağında...
Daha sonra da, Atatürk’ün bir dönem görev yaptığı 3. Kolordu Karargahı’nda...
Bu karargahın, şimdi Selanik 3. Kolordusu binası olarak kullanıldığını düşünürseniz, Yunan Silahlı Kuvvetleri’ne ait bir alanda çekim izni almak için ne kadar uğraşıldığını, kaç yazışma yapıldığını tahmin edebilirsiniz. Ama kapılar açıldıktan sonra gerçekten büyük kolaylık gösterdiler. Binalarını, arşivlerini cömertçe açtılar.
Bu arada Selanik Tarih Merkezi’nin zengin arşivinde de çok güzel fotoğraflar bulup görüntüledik.
Ne yazık ki Yunan arşivleri “Mustafa” hakkında çok az şey hatırlıyor. O yüzden de film, klasik Atatürk belgeselleri gibi Selanik’teki evde başlamıyor.
Ama önümüzdeki 10 Kasım’da “Mustafa” Selanik’e dönecek. Ve ilk yurtdışı gösterimini, “Mustafa”nın yaşam öyküsünün başladığı yerde yapacak.
LANGAZA
Kargaların izinde...
3 Mayıs 2008 Cumartesi
Atatürk’le ilkokulda tanışan her Türk çocuğunun aklında bir “karga kovalama” sahnesi vardır. “Mustafa”yla tanışıklığımızın ilk adımı olan kargaları filmde mutlaka kullanmak ve oralara gitmişken bu sahneyi Atatürk’ün kargaları kovaladığı gerçek mekanda çekmek istiyordum.
“Dayının çiftliği” Langaza’da... Langaza, Selanik’e çok yakın... Bu şirin kasabada eski çiftliklerden eser kalmamış ama hâlâ gelincikler içinde geniş tarlalar var.
Kargalara Uğur hoca bilgisayarda can verecek.
Murat onun kargaları yerleştirebileceği boşluğu hesaplayarak en uygun açıyı arıyor.
Sarışın, küçük çocuğu ise Saadet yakınlarda bir oyun parkından bulup getiriyor.
Adı: Yorgo...
Saadet, Yorgo’nun ailesine projeyi anlatınca memnuniyetle kabul etmişler. Yorgo’nun rolü basit: Elindeki değneği, havadaki görünmeyen kargalara doğru sallayarak koşacak. Rolünü büyük başarıyla oynuyor. Annesi ve babası da, çocuklarının bir dönem tarih kitaplarında “düşman” diye belletilen adamın çocukluğunu oynamasını kenardan keyifle izliyor.
Yorgo altı ay sonra Türkiye’de meşhur olacağını bilmiyor henüz...
Film daha vizyona girmeden çıkan haberleri okuyan Yunan televizyonu, bizi arayıp Yorgo’yu soruyor. Ailesinin izniyle onlarla görüşüyor Yorgo... Ve filmdeki 30 saniyelik rolüyle, Yunanistan’da da şöhret olmaya gidiyor.


MANASTIR
Tablodan çıkıp gelen çocuk
6 Mayıs 2008 Salı
Selanik’ten çıkıp Balkanlar’ın kalbine, Manastır’a doğru yola koyulduk; karlı dağlar altında uçsuz bucaksız gelincik tarlaları uğurladı bizi... Doğa, baharın parfümünü sıkar gibi kekik kokuları serpiştirdi ardımız sıra...
15’lik Mustafa Kemal’den 110 yıl sonra, onun ilk kez evinden uzaklaşıp yatılı okumaya gittiği Manastır’a geldik.
Askeri İdadi binası, Demirel’in Cumhurbaşkanlığı döneminde açılan “Atatürk bölümü” dışında hayli bakımsız bir müzeden ibaret...
Altındaki yatakhane bölümü şimdi “Fitness center” olmuş; biz gittiğimizde üst katta bir moda defilesi vardı; nereden nereye...
Binada eskiyi çağrıştıracak mekan kalmamış gibi...
Ama imdadımıza bir dost eli yetişiyor gurbette:
“Elveda Rumeli” ekibi burada...
Manastır’ın bir köyünü devasa bir sete dönüştürmüşler.
Oyuncuları, kostümleri, mekanlarıyla 100 yıl önceki Manastır’ı yeniden yaşatıyorlar.
Sette buluşuyoruz. Her konuda yardım vaat ediyor ve vaat ettiklerinden fazlasını sunuyorlar: Dekor, kostüm, oyuncu, tercüman... Onların yardımıyla Manastır çekimleri bir keyfe dönüşüyor ve harikulade görüntülerle sonuçlanıyor.
Dizide Mustafa Kemal’in öğrencilik dönemini oynayan Ediz Mehmedali, bizim canlandırmalarda da rol alıyor.
Asıl sürpriz, yola çıkarken kafamda planladığım fragman ve afiş için en uygun mekanı burada bulmamız...
Fragmanda “Mustafa”nın kurduğu çalı çırpıdan evi, herhangi bir yerde kurup çekebilirdik. Ama burada, Osmanlı izlerinin hâlâ taze olduğu gerçek toprağında, o gökyüzünün altında çekmek çok daha anlamlıydı.
Manastır’da akşam yemeği yerken Alexandre’ı “keşfettik” tesadüfen... Saadet bu kez onun ailesiyle konuştu. Bütün kasaba halkı “Elveda Rumeli” nedeniyle Türklerle figürasyon çalışmasına o kadar aşina ki, Alexandre’ın ailesi de hemen kabul etti teklifimizi...
Akşamüzeri buluşup bu küçük Makedonyalıya kostüm seçtik. Sonra bir tepeye çıkıp heybetli ağacımızın gölgesine o küçük kulübeyi kurduk.
Alexandre’ın tepeye tırmanan patikadaki görüntülerini Uğur Hoca büyük ustalıkla Atatürk’ün Dolmabahçe’deki odasında bulunan “4 Mevsim” tablosuna yerleştirdi.
Murat’ın orada çektiği harika fotoğraf ise Mustafa’nın yurt özlemini simgeleyen afişimizi oluşturdu.


BELGRAD
Goran’ın stüdyosunda...
7 Mayıs 2008 Çarşamba
Belgrad’a iner inmez, Goran Bregoviç’i aradım. Telefonda adresini verdi. Hemen gelmemizi istedi.
Uğur Erbaş’la birlikte kentin sosyetik semtlerinden Senjak’taki stüdyo-eve gittik.
Dış kapı, uzun yeşil bir bahçeye açıldı. Bahçenin sonunda görünen, ön cephesi boydan boya camdan evin geniş salonunda Goran çalışıyordu.
Bizi kapıda sıcak karşıladı. İçeride, salonun ortasına kurulmuş dağınık bir masa vardı. Masanın üzerinde bilgisayarı, gazeteler, kitaplar, hoparlörler...
Ailesi Paris’te yaşıyor.
Kendisi, konserlerden fırsat buldukça geldiği Belgrad’daki bu stüdyoda müzisyenleriyle, kendi deyimiyle “hippiler çağından kalma bir komün hayatı” sürdürüyor.
İçeri odalardan trombon sesleri yükseliyor.
Goran evi gezdiriyor bize; stüdyosunu gösteriyor, dostlarını tanıştırıyor.
Hıdırellezdeyiz...
Müzisyenlerinin çoğunun o gün kurban kesmekle meşgul olduğunu söylüyor. Gelenek, sınır tanımıyor.
Vakit kaybetmeden “Mustafa”nın müzikleri üzerinde çalışmaya başlıyoruz.
Ben ona Atatürk’ü ve belgeseli anlatıyorum.
O bana, neler yapabileceğini anlatıyor.
Görülecek sahne:
Bregoviç, “Atatürk’ün sevdiği şarkılar”ı dinliyor.
Güçlü hoparlörlerle boş salona yayılan “Yanık Ömer”den, “Manastır Türküsü”nden, “Alişim”den etkileniyor; onlardan Ata’nın müzikal hissiyatını kavramaya, o eserlere tazelenmiş bir hava katmaya çalışıyor.
Sonra bu belgesel için düşündüğü ilk temaları dinletiyor.
Yaylılar, üflemeliler yükseliyor hoparlörden...
Arada bahçeden nane toplayıp naneli çay hazırlıyor bize...
Türkiye’den getirdiği çay tepsisiyle bizzat servis yapıyor.
Bir süre sonra ara veriyoruz. Yine arka bahçeden otlar toplayıp kendi elleriyle salata yapıyor.
Birlikte yemek yiyoruz; yerken sohbete devam ediyoruz.
Emir Kusturica’dan, Sezen Aksu’dan, Dolapdere Big Gang’den, Sırbistan’da yaklaşan seçimlerden, Saraybosna’dan, siyaset-sanat ilişkisinden...
Daha önce müziklerini yaptığı filmlerden; mesela “Kraliçe Margot”dan, “Yeraltı”ndan, “Arizona Rüyası”ndan, “Çingeneler Zamanı”ndan...  
Ve tabii Osmanlı’dan, Sırplardan, Türklerden, yine Atatürk’ten...
Saatler süren çalışma sona erdiğinde belgesel heyecanımız birkaç kat katlanmış olarak ayrılıyoruz stüdyodan...
Müziğimiz emin ellerde artık; biz yola devam ediyoruz.



SOFYA
Kayıp oteli ararken...
8 Mayıs 2008 Perşembe
Sofya’ya geldiğimizde hepimiz bitap düşmüştük biraz...
Her sabahın köründe bir kentte uyanıp gece yarısı başka bir kentin otelinde uyumak, bavulu hiç açmadan konaklamak, günde 15 saat çalışmak, farklı iklimlerde, farklı mekanlarla, farklı insanlarla tanışmak zor ama çok keyifliydi.
Bir iz sürmenin heyecanı, bulduğumuz ipuçları, ektiğimiz görüntüler bütün yorgunluğumuzu silip süpürdü.
Sofya en zorlusuydu tüm durakların...
Atatürk’ün görev yaptığı dönemin mekanlarından eser kalmamıştı. Kalanların da hangisinin gerçek mekanlar olduğu konusunda kafalar karışmıştı. Yaşadığı ev, çalıştığı büro, izlediği opera, ilgi duyduğu kadınlar konusunda rivayet muhtelifti.
Gerçekten bize gösterilen pastanede mi çay içmişti? Meydandaki Hotel Bulgarie’de mi kalmıştı? İlk izlediği opera “Carmen” miydi? General Kovaçev’in kızı Miti’yi gerçekten sevmiş miydi? Yoksa bu arkadaşlık, askeri ataşelik görevinin bir parçası mıydı?
Günlerce samanlıkta iğne arar gibi aradık cevapların doğrularını... Sofya’daki elçiliğimiz, Bulgar tarihçiler, belgeselciler, arşivciler yardım ettiler.
Mimarlara, sanat tarihçilerine, diplomatlara danıştık.
“Atatürk’ün kaldığı otel” diye turistlere ve belgeselcilere gösterilen Hotel Bulgarie’nin aslında 1938’de inşa edildiğini bir mimardan öğrendik.
Elçilik’te “Çalıştığı yer” olarak gösterilen oda ve masa aslında onun değil, Fethi Bey’in çalışma odası ve masasıydı. Onun arka taraftaki çalışma mekanı savaşta bombalanmıştı ve geriye sadece kapısı kalmıştı.
Kovaçeva’nın kızıyla görüştük. “Umutsuz bir aşk hikayesi” olarak anlatılan “büyük aşk”ı doğrular görünmediler. Elde ne bir satır yazı ne bir fotoğraf vardı.
İlk kez operaya Sofya’da gittiği ve İvanvazov tiyatrosunda “Carmen”in galasını izlediği söyleniyordu. Acaba doğru muydu? Opera müdürüne çıktık. Atatürk’ün Sofya’da görev yaptığı dönem ilk kez sahnelenen eserleri sorduk. Bizi bir müzik tarihçisine yönlendirdi. Sofya merkezine hayli uzak bir evde bayan Rosalia Biks büyük konukseverlikle eski ciltleri açtı ve 19 Mayıs 1914 tarihinde Kral’ın da katılımıyla gala yapan eserin afişini çıkardı: “Aida operası...”
Bir cümle içinde geçecek, önemsiz görünen bir ayrıntı değil mi? Bir belgesel ekibi için ise “tarihin taşlarını yerli yerine oturtma” çabasının ve onun güçlüklerinin küçük bir timsali...
Sonunda birçok mevcut bilgiyi berhava eden ayrıntılara ve de sürpriz görsel malzemelere ulaşmış olmanın tatlı huzuruyla ayrıldık Sofya’dan...

KARLSBAD
Yırtık bir sayfa...
5 Haziran 2008 Perşembe
Karlsbad bugün Çek Cumhuriyeti’nin sınırları içinde kalmış eski bir kaplıca kenti...
Mustafa Kemal’in böbrek tedavisi için iki aylığına gittiği bu kent, onun hayatında ilginç bir yere sahip...
Mihmandarımızın adı Çetin Altan...
Adını, doğduğu yılların efsanevi milletvekilinden alan bu harika adam, görüntü yönetmenimiz Murat’la beni, Atatürk’ün tedavi gördüğü kaplıcalara, yemek yediği lokantalara, baloları izlediği otellere götürdü.
Oralarda da “yaşanan”la “anlatılan” arasındaki kimi farklar çıktı:
“Kaldığı oda” diye gezdirilen müzede kalmamıştı aslında...
Kente tedaviye gelenlerin listesinin tutulduğu asırlık kayıt defterinde onun kaydının bulunduğu “1918 Temmuz” sayfası yırtılmıştı. Neyse ki orada kaldığı dönem tuttuğu not defteri duruyordu ve bazı bölümleri kamuya açılmasa da bu defter, onun bir yıl sonra girişeceği büyük mücadelenin ilk işaretlerini veriyordu.




İşte “Mustafa” ekibi
“Mustafa” biraz da Yeşilçam’a inat, baştan sona Ankaralı bir kadro tarafından ve her şeyiyle Ankara’da üretilen bir proje oldu. Ancak bir okul projesinde rastlanabilecek bir heyecanla, herkes her işi -hem de gönüllü- yaptı.
Filmin yönetmen yardımcısı Hacı Mehmet Duranoğlu hem yüzlerce sayfalık dev bir araştırmayı üstlendi hem de çalışkanlığı, yaratıcılığı, sabrı ile filmin her aşamasında bizi ayakta tuttu. Bu ismi bir kenara yazın: Yakında onun imzasıyla yeni belgeseller izleyeceksiniz.
Görüntü yönetmenimiz Candan Murat Özcan fotoğrafçılıktan gelen çerçeveleme yetisi, ışık bilgisi, renk zevkiyle harika görüntüler kaydetti kamerasına...
Bilkent İletişim Tasarım Bölüm Başkanı Andreas Treske, sadece montaj makinesindeki yeteneğiyle değil, filmde yakaladığı görsel anlatım tadı, insani ilişkilerdeki sıcaklığı ve disipliniyle de “Mustafa”ya çok şey kattı.
Uğur Erbaş ve -aramızdaki tabiriyle- “animasyon ekibi”, filmi zenginleştiren yaratıcı grafik animasyonları hazırladılar. Dolmabahçe Sarayı’na pencereden girip duvardaki tablonun içine kadar sızarak oradan bir çocuğun bize doğru yürümesini sağlayan ya da bahar günü tarla üzerinde sanal kargalar uçuran onlardı. Ama bu kısacık fragman için Nejat Semerci’nin haftalarca Dolmabahçe Sarayı’nı dijital olarak modellemesi, Bahadır Yazıcı’nın kargaların uçuşlarını inceleyip bilgisayar ekranında organik modellemesini yapması, Uğur hocanın uykusuz geceler boyunca çalışarak bunları sahneye yerleştirmesi gerekti. Aynı ekipten Melih Türer harita tasarımlarıyla Kurtuluş Savaşı’nı daha iyi anlamamızı sağladı.
Dilek Dündar projenin oluşturulmasından bir ortak yapımın sorunsuz yürütülmesine, finansmandan sponsorluk ilişkilerine, mali meselelerden büro yönetimine kadar bütün idari sorumluluğu (ve o arada benim kahrımı çekme işini) başarıyla yürüttü.
Nazan Gezer yeni doğan kızı Lara’nın heyecanı ve iş yükü ile “Mustafa”nın heyecanı ve iş yükünün üst üste bindiği bu projede kostüm temininden ulaşım organizasyonuna, medya ilişkilerinden rutin faaliyetlere her işe yetişmeye ve filmi de kızı kadar özenle yetiştirmeye çalıştı.
Mülkiyeli danışmanımız Faruk Alpkaya sadece yazılan her satırı, her görüntüyü ince bir süzgeçten geçirip tarihi doğruluğunu test etmekle kalmadı, çekim ekibinin, hatta hepimizin şu ya da bu şekilde keyifle yer aldığımız figürasyonun da bir parçası oldu.
Cemalettin Canlı, Hacı Mehmet’le birlikte araştırmayı üstlenen ikinci isimdi. Titiz gözü, sağlam değerlendirmeleri ile hem filme hem çok yakında çıkacak kitaba büyük katkı yaptı.
“Demirkırat”, “12 Mart” belgesellerinde birlikte çalıştığımız Yusuf Akçura, bu kez sanat yönetmeni olarak döndü ekibe... Tecrübesini konuşturdu.
Ayhan Demir bir yandan kurgu asistanlığı, bir yandan arşivin komutanlığını üstlenerek uykusuz gecelerimizi paylaştı.
Her yolun yoldaşı, kamera asistanı, kamera arkası görüntülerinin kameramanı, “elindenherişgelir” Mustafa Sütçü, kendi adını taşıyan filmin en fedakar neferlerindendi.
Ekibin tek İstanbullusu Saadet Özen, hem yurtdışı mekan ve arşivlerde hem belgelerin tasnifi ve çevirisinde hem de belgeselin genel konseptinin çizilmesinde önemli katkı sağladı.
Saadet Türker bu ilk işinde Atatürk fotoğrafları konusunda bir uzman oldu.
Atatürk’ü seslendiren Yetkin Dikinciler, Eskişehir’deki film seti ile İstanbul’daki dizi seti arasında mekik dokurken büyük özveriyle dahil oldu filme... Titizliği, nezaketi ve tabii yeteneğiyle gönlümüzü fethetti.
Zübeyde Hanım’ı gönüllü seslendiren kıymetli Beyhan Saran da öyle...
Arif Soysalan da...
Daha o kadar çok isim var ki, saymam gereken: Filmin ses tasarımını yapan Ufuk Önen, çok beğenilen mustafa.com.tr‘nin web tasarımını yapan Erdem Öztürk ile site sorumlumuz Saim Tokaçoğlu, kitap tasarımını yapan Selin Soylu, final miksi yapan Ulaş Ağçe, Atatürk’ün 30’lu yıllarını şaşırtıcı bir benzerlik ve sade bir oyunculukla makyajsız canlandıran Gökhan Akyüz ile 20’li yıllarını oynayan, “story board”cumuz Bahadır Yazıcı...
Başta Kemal Can olmak üzere projeye destek veren bütün NTV’li dostlar... Hepsinin katkısı büyük...
Bu filmle ilk kez bir sinema projesini deneyen NTV’ye ve nihayet projeyi ilk duyduğu anda heyecanımızı paylaşan ve bu kriz döneminde desteğini esirgemeyen Güler Sabancı’ya da güvenleri için teşekkür ediyorum.
“Mustafa”yı bu haftadan itibaren ekibin son halkası olan seyirciye devrediyoruz.

 

 
Nutuk (Sesli ve Görsel)
 
Etkinlik Takvimi
Kasım , 2024
PzrPztSalÇrşPrşCumCts
1 2
3 4 5 6 7 8 9
10 11 12 13 14 15 16
17 18 19 20 21 22 23
24 25 26 27 28 29 30
 
 
 
 
 
Copyright Aralık 2002 © balkanpazar.org
tasarım ve uygulama Artgrafi.net