Merhaba Rumeli!
Mesut Çevikalp - m.cevikalp@aksiyon.com.tr - Sayı: 726 - 03.11.2008
Merhaba Rumeli!
Türkiye; Kafkasya ve Kuzey Irak açılımının bir benzerini Balkanlar’da uygulamaya soktu. Dengeler gözetilerek atılan adımlar, Anadolu-Rumeli bağlarını yeniden canlandırdı. Açılımın ilk meyvesi de Balkanlar’daki eserlerin sayısını 30 bine çıkaran ‘Osmanlı Eserleri Envanteri Projesi’ olacak.
--------------------------------------------------------------------------------
Oturum başkanının verdiği 20 dakikalık süre, sunumuna yetmemişti. İkinci ikazın ardından 10 dakika geçmişti ki konuyu toparlaması istendi. Daha fazla uzatmadan bitirdi konuşmasını. Kürsüye yaydığı tebliğini toparlarken, yüreğinden seslendi konferans salonuna; resmî görevine, salondaki Sırp temsilcilere bakmaksızın: “Ben bugün Balkanlar’da yaşayan Fatihan torunlarından biriyim. Ailem, Osmanlı yedi cihana hâkim olsun diye Anadolu’yu bırakıp göçmüş o diyarlara. Hadi Osmanlı’nın bize sahip çıkamamasını anladık da siz neden uzak durdunuz yıllarca? Bizi neden öksüz, yetim bıraktınız?”
Sadece onun değil, katılımcıların da gözleri dolmuştu. Uzun süre ayakta alkışlandı. Akademisyenin bu küçük sitemi, belki bazıları için alışılagelmişti; ama onun için belki de yaşadığı ülkede işinden edecek kadar tehlikeliydi…
Tahminin üzerinde bir katılım olunca salon yetersiz kalmış, genci yaşlısı koridorlara taşmıştı. Balkanlar’daki Osmanlı mirası ve soydaşların zorunlu göçlerine dair konuşmaların ardından heyecanla beklenen gösterim için ışıklar söndü. Ekranda beliren, 1923’te Lozan’la Romanya’ya bağlanan Tuna Nehri üzerindeki Adakale’nin belgeseliydi. 1960’larda bin kadar Türk’ün yaşadığı adanın tarihî görüntüleri, salondan yükselen hıçkırık sesleriyle örtüştü. Sanki yıllar önce Adakale’yi, yurtlarını boşaltan Fatihan evlatlarının gözyaşlarıydı bunlar. 60’lı yaşlarını aşan ak saçlı kadın doğruldu, ağlıyordu: “Bizi adadan kopardıkları gün, ben daha küçücüktüm. Annemle babam, evimizin duvarlarını, dört bir köşesini, ağaçlarını öpüyordu. Ben, anlam verememiştim o gün. Evimizin kapılarını da ardına kadar açık bırakarak bindik kayıklara, sanki geri dönecekmiş gibi çıkmıştık. Şimdi diyorum ki: Keşke evime gidebilsem de öpsem duvarlarını. Sarılsam ağaçlarımıza…”
Yönetmenliğini ve senaryosunu İsmet Arasan’ın üstlendiği ‘Kayıp Yurdun Ağrısı: Adakale’ belgeseli, 1967’de Romanya ve Yugoslavya’nın Tuna Nehri’nde ortaklaşa inşa ettiği barajın suları altında kalan Osmanlı kalesi Adakale’yi ve oralı Türklerin hikâyesini anlatıyordu…
Cevahir Otel’in büyük konferans salonu, Bosna-Hersek, Kosova, Arnavutluk, Makedonya ve diğer Balkan ülkelerinin bayraklarıyla donatılmıştı. Yerli yabancı akademisyenler, Balkanlar’ın geleceğini masaya yatırıyordu. Akademisyenlerin yanı sıra bir ilk olarak 9 Balkan ülkesinin müftüsü de iki günlük sempozyumun katılımcılarındandı. İşte, bu müftülerden birinin şu sözleri, salonu dolduran bini aşkın dinleyici tarafından ayakta alkışlanmıştı: “Fitne çıkarıp aramızı bozmak isteyenler var. Türkiye bizim anamızdır. Ana, evlatlarından hiç vazgeçer mi? Türkiye bizden vazgeçmez, biz de ondan vazgeçmeyiz.”
Yukarıdaki anekdotlar, bu yıl içinde farklı tarih ve mekânlarda düzenlenen üç Balkan sempozyumundan. Toplantılar farklı başlıklar altında olsa da aslında çıkış noktaları birdi: Balkanlar’dan gelen çağrılara kulak vermek, uzun bir aradan sonra yeniden Fatihan evlatlarının yanında olmak.
Osmanlı’nın asırlar süren hâkimiyeti, 1912’de patlak veren Balkan Savaşları’nın ardından 1913’te bölgeden çekilmesiyle sona erdi. 1924 ve 1955 mübadeleleriyle yurtlarından edilen, 1990’ların ardından başlayan mikro milliyetçiliğe dayalı iç savaşlarda soykırıma uğrayan Balkan Müslümanları ile soydaşlarımızın sızısı ise hâlâ dinmedi. Fakat yaklaşık bir asırdır hamisiz kalan Balkanlar’a yine Osmanlı torunları sahip çıktı.
Komünist blokun çöküşüyle çözülen demir kapıları ilk aralayan merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal oldu. Bölgeye ardı ardına düzenlediği ziyaretlerle hem tarihî bağları canlandırdı hem de soydaşların Türkiye’ye güvenini kazandırdı. Ardından Anadolu’nun bağrından kopan Türk girişimcilerin açtığı okullar, tüm Balkanlar’ı sardı. Türk öğretmenlerin yetiştirdiği Fatihan torunlarının yüksek tahsillerini Türkiye’de yapabilmesi sağlandı. Devletin, bölgedeki dengeleri gözeterek attığı adımlar, sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerinde de makes buldu. Önce 1992’deki Bosna Savaşı’nda mağdur olan soydaşlara yardım ulaştırıldı. Ardından her yıl kurban kesimlerine, burs dağıtımına ve Osmanlı mirası eserlerin restorasyonuna başlandı; bu onarım faaliyetlerine bugün birçok kurum/kuruluş destek sağlıyor. Yeniden sahiplenme inisiyatifinin son perdesi, ekranlara da yansıdı. ‘Elveda Rumeli’ dizisi bunun güzel örneklerinden. Dizinin, bazı kısımları tarihçiler tarafından eleştirilse de, Rumeli’yi yeni nesle anlatması açısından önemli misyon üstlendiği bir gerçek. Diğer taraftan yazılı basında da Balkanlar’a yönelik araştırma ve hatırata dayalı eserlerin basımında yaşanan patlama ise dikkatlerden kaçmıyor.
Geçmişteki gibi bugün de dünya jeopolitiğinde önemli bir yer tutan, Afro-Avrasya ekseninde, Asya’dan Avrupa’ya geçiş noktasındaki Balkanlar’ın kapısı bugün Türkiye’ye ardına kadar açık. Başta devlet kurumları, sivil toplum kuruluşları, iş adamları ve eğitimciler akın akın bu bölgeye gidip, hiçbir sebebe bağlanamayan ayrılığa son veriyor. Balkanlar’la Anadolu’yu yeniden etkileşime geçirmeye çalışıyor. Bu çabaların meyveleri de görülüyor. Kosova’nın bağımsızlığına kavuşmasında Türkiye’nin önemli rolünü bilen Kosova’nın ilk diplomatik misyonunu Ankara’ya ataması oldukça manidar. Diğer taraftan İnsani Yardım Vakfı (İHH) tarafından düzenlenen, Başbakanlık ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın desteklediği ‘Balkan Sempozyumu’nda 9 Balkan ülkesi müftüsünün İstanbul’da bir araya gelmesi de önemli bir gelişme. Ankara’nın 2003’ten bu yana giriştiği pro-aktif ve çok eksenli siyaset kanalıyla Orta Asya, Ortadoğu ve Kafkasya’daki açılımın benzerini şuuraltı bağların bulunduğu Balkanlar’da da uygulamaya koyduğu gözle görülür bir gerçek. İşte, Ankara’nın bu yöndeki adımlarından biri olarak değerlendirilebilecek ‘Osmanlı Eserleri Envanteri Projesi’ni masaya yatırdık. Balkan aşaması bitmek üzere olan envanter projesi, yeni ufuklara gebe.
BALKANLAR’DAKİ OSMANLI ESERLERİNİN SAYISI 30 BİNE ÇIKTI!
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ile Türk Tarih Kurumu’nun (TTK) önderliğinde 8 yıl önce başlatılan yurtdışındaki ‘Osmanlı Eserleri Envanteri Projesi’nin Balkanlar ayağı son aşamasına geldi. Yüzde 80’i tamamlanan ve bire bir saha çalışmalarına dayanan projede ezber bozan detaylar öne çıkıyor. Sanat tarihçilerinin yurtdışındaki Osmanlı eserleri üzerine en kapsamlı çalışma olarak değerlendirdiği ve 2010’da tamamlanması beklenen envanter, daha önce 15 bin 787 olarak tespit edilen Balkanlar’daki mimari yapıların iki kat fazla olduğunu ortaya koyuyor. Envantere göre, ayakta kalan eserlerden 5 binine acil müdahale gerekiyor. Envanterin en önemli ayağı olarak görülen 11 Balkan ülkesindeki saha çalışmalarında sadece ayakta kalanların değil, yıkılmış veya ortadan kaldırılmış eserlerin de izi sürülüyor. Balkanlar’da yapılan çalışmaların ardından ortaya çıkan tablo oldukça acı: 11 Balkan ülkesindeki Osmanlı eserlerinin yaklaşık yüzde 90’ı yıkılmış. İmzalanan protokollerle devlet kurumları üzerinden yürütülen ve bu alanda bir ilk olan envanterin, hem Ankara’nın hem de bu ülkelerde yaşayan soydaşların eserler üzerindeki hâkimiyetini artırması bekleniyor.
DPT ile TTK’nin yanı sıra Başbakanlık, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, TBMM, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türkiye Diyanet Vakfı, TİKA, bazı üniversite ve belediyelerce desteklenen çalışmaya 2000’de Bulgaristan’dan başlanmıştı. Türkiye’den giden uzmanlar ile yerli bilim adamlarından oluşan ekipler, arşivlerde yapılan ön çalışmalardan sonra ortaya çıkarılan eserleri sahada da bulup bugünkü durumlarını raporluyor. Raporlar, hem mimarlar hem de sanat tarihçileri tarafından ele alınıyor. Fotoğrafları çekilen eserlerin mimari çizim ve krokileri de çıkarılıyor. Uzmanlar, yıkılmışlar dahil tüm Osmanlı eserlerinin istatistiki bilgilerini bu envanterde topluyor. Daha önce ‘Osmanlı eseri’ olarak gösterilmeyen birçok yapıyı da millî mirasa kazandırıyorlar.
Proje çevresinde Türkiye’den giden ekipler, sadece cami, kale, medrese veya bedesten gibi akla ilk gelen yapıları değil; tekke, zaviye, türbe, han, arasta, imaret, hamam, köprü, su kemeri, çeşme, kule, mektep, kütüphane, ocak ve tabya gibi birçok eseri tespit ediyor, planlarını ve tek tek mimari özeliklerini çıkarıyor. Saha çalışmalarına katılan sanat tarihçilerine göre, hemen müdahale edilmezse ayakta kalanların çoğu ortadan kaybolacak.
Envanterin tamamlanan kısmı ile Balkan ayağının gidişatını, yıllardır bölgede yürüttüğü çalışmalarla bilinen, başından bu yana ‘proje yürütücüsü’ olarak görev alan, kendisi de bir Evlad-ı Fatihan torunu olan Gazi Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Zeki İbrahimgil ile konuştuk. Trabzon Çaykaralı babasının, imam yapma isteğine direnerek Ankara Üniversitesi’ndeki hocalarının yönlendirmesi doğrultusunda sanat tarihçiliğine yönelen Makedonya doğumlu İbrahimgil, vâkıf olduğu Balkan dilleri sayesinde bu alanda çalışan en önemli akademisyenlerden biri.
- Osmanlı, Balkanlar’da neden eserler inşa etmiş? Geride kaç eser bırakmış?
Osmanlı, 20. yüzyılın başlarına kadar, 500 yıldan fazla hâkim olduğu Balkan topraklarını da Anadolu gibi imar ve ihya etmiş. Ele geçirdiği bu topraklardaki mevcut eserleri korumuş, hatta onarmış ve bunların yanı sıra kendi kültürünü yansıtan eserler inşa etmiş. Bunu imparatorluğunun gereği olarak görmüş. Hem yerliler hem de Anadolu’dan Balkanlar’a getirilenler bu eserleri uzun yıllar kullanmış. Ne var ki, Balkan Savaşları’nın ardından bu topraklar elimizden çıkınca, kimi zaman milliyetçiliğin, kimi zaman da bakımsızlık ve doğal afetlerin etkisiyle çoğu ortadan kalkmış. Bu arada bizden de yıllarca bu eserlere sahip çıkan olmamış, olamamış. Balkanlar’da kalan soydaşların da gücü yetmemiş tahribata engel olmaya. Eserlerin sayısı ile ilgili elimizdeki en önemli çalışma merhum araştırmacı ve mimar Ekrem Hakkı Ayverdi’ye ait. Ayverdi; Türkiye’deki arşivlere dayanarak, Balkanlar’da beş asırdan fazla süren Türk hâkimiyeti döneminde, mimari değeri olan 15 bin 787 yapının inşa edildiğini ortaya koymuş. Ancak, bu sayıya Balkan ülkelerindeki arıştırılmamış arşiv ve kayıp vakıf kayıtlarındaki eserleri de ilave edecek olursak, bugün bu sayı ikiye katlanıyor.
- Ekrem Hakkı Ayverdi’den farklı olarak siz neler yapıyorsunuz?
Onun ortaya koyduğu ilk ve bu bağlamda temel olan eser çok önemli. Döneminde, yani 1970’lerde gerek siyasi gerek teknik imkânlar dâhilinde yapılabilecekleri yapmış. Macaristan, Romanya ve Yugoslavya’ya sınırlı gidebilmiş. Ama Yunanistan, Bulgaristan ve Arnavutluk’a hiç gidememiş. Onun saha çalışması yönü çok eksik kalmış. Bizim Ayverdi’den artımız, saha çalışması yaparak, göremediklerini, artan siyasi ve teknolojik imkânlarla ortaya çıkarmak oldu. Bir de restorasyon yapıyoruz. Bölgedeki ülkelerin arşivlerinden yararlanıp bilinmeyen eserleri ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Yıkılmış eserlerin kalıntıları ve izlerinden kime ait olduğunu bulmaya çalışıyoruz. Bulduğumuz eserlerin yüzde 20’si böyle. Kitâbeleri yok. Arşiv ve vakıf kayıtları yok. Dolayısıyla 16 bin sayısı 30 bine çıkıyor.
- Uzun yıllar bu eserlere sahip çıkan olmamış. Bu durum nasıl ve ne zaman değişti?
Uzun yılların ardından Osmanlı eserlerine ilk kez Turgut Özal’lı yıllarda sahip çıkıldı. Özal’ın ziyaretleri ve beyanatları sayesinde Balkanlar’a direkt ilgi başlıyor. Bir de onun döneminde Demirperde ülkeleri yıkılıyor. Yugoslavya’nın yıkılmasına da bağlı bu sahiplenme. Balkanlar’da da bir meyil vardı hamileri Türkiye’ye. Rusya ve Balkanlar’daki kapalı rejimlerin çöküşüyle Türkiye Balkanlar’a yeniden eğildi. Ancak tahribat bu dönemden sonra da sürdü. Türkiye’nin artan ilgisi karşısında milliyetçiliğe kurban gitti eserler. Ama direnç de arttı. Yani 1980’lerden sonra Türkiye bu bölgedeki eserlerle artık açık açık ilgilendi. Son dönemde de hem buradan hem oradan insanların gelip gidişleri arttı. Türkiye’ye geldi oradaki soydaşlar, buradakiler de oraya gitti. Bağlar yeniden kuruldu. Türkiye daha da yakın oldu Balkanlar’a. Dolayısıyla eserler de daha fazla sahiplenildi.
- Demirperde dönemine göre Balkanlar’da çalışmak artık daha mı kolay?
O zamana göre bu ülkelere girmeniz, oturup eserler üzerinde konuşmanız ve hakları genişlediği için oradaki soydaşların eserleri sahiplenmesi kolaylaştı. Ancak, saha çalışmaları için gittiğiniz ülkenin arşivlerine girmeniz lazım. Bu hâlâ tam yapılamıyor. Bazı ülkelerde saha çalışmalarına da engel çıkaranlar oluyor. Bu tür kısıtlamaların yanı sıra eserler hakkında kasıtlı olarak yanlış yazılan araştırmalar var ortada. Onların arasından sahih olanları ayırma güçlüğü yaşıyoruz.
- Eserlerle ilgili en büyük sorun ne?
Askerî, ticari, ekonomik, kültürel ve sosyal öneminden dolayı Osmanlılar Balkanlar’da yoğun bir imar faaliyeti yürütmüş. Mevcut şehirler yeni bir anlayışla imar ve ihya edilirken yeni şehirler ve yerleşim yerleri de kurulmuş. Bu suretle bölgeye Türk şehir dokusunun yanı sıra yeni hayat tarzı, ticaret ve medeniyet de getirilmiş. Ancak Osmanlı’nın ayrılmasından sonra, bazı ülkelerde Türk ve Müslüman nüfus kalmadığı için eserler kolayca ortadan kaldırılmış. Türk ve Müslüman nüfusunun olduğu bölgelerde ise eserlerin bir kısmı ayakta. Mesela, Macaristan’da nüfus kalmayınca 700 eserden sadece 28’i bugüne ulaşabilmiş. Onlar da turistik maksatlarla kullanılıyor. Kosova, Bosna Hersek ile Makedonya’da Müslüman nüfus fazla olduğu için birçok eser varlığını koruyabilmiş. Dolayısıyla eserlerin en büyük sorunu sahiplenilmeme, bakımsızlık, milliyetçi saldırılar, doğal afetler, kasıtlı müdahale ve yanlış restorasyonlar.
ARNAVUT İLE SIRP KAVGA EDİYOR, YANAN TÜRK CAMİSİ OLUYOR
- Peki, hangi ülkede eserlerin durumu iyi, hangisinde kötü?
Kosova, Makedonya ve Bosna Hersek’teki eserlerin durumu iyi. Bulgaristan ile Arnavutluk’ta da ayakta olanlar var. Ama Hırvatistan’da yapı kalmamış. Sadece kale ile kuleyi bırakmışlar. Zaten daha çok dinî yapılar tahrip edilmiş ilk olarak. Sonra da diğerleri. Bir de ülkedeki milliyetçilik akımları bu eserleri vuruyor. Meselâ, 2004’te Mitroviçe’de bir Arnavut çocuk derede boğulmuştu. Arnavutlar kiliseleri ateşe vermişti. Sırplar da bu eyleme karşılık Osmanlı’dan kalan Belgrad’daki Bayraklı ve Niş’teki Ağa Camii’ni yaktı. Kavga edenler Arnavutlarla Sırplar, ama yakılan Türk camisi. Bu olayda hem dine hem de milliyete saldırı var. Camiler daha sonra oradaki Müslümanlarca onarıldı; ama eskisi gibi olamaz tabii. 2001’de Makedonya ile Arnavutluk arasında çıkan savaşta 15. yüzyıla ait Pirlepe Camii kundaklandı. O zaman 3 kilise ile 11 Türk eseri zarar gördü. UNESCO bu mabetleri onaracaktı. Kiliseler onarıldı; ama Türk eserlerinin onarımı Pirlepe Belediyesi’ne takıldı. Belediye ölen Makedon aileler için 3 milyon dolarlık tazminat istedi Türkiye’den.
BALKANLAR’DA KİLİSEYE ÇEVRİLEN CAMİLER VAR
- Eserleri kasıtlı deforme eden var mı?
Elbette var. Mesela, kendilerine mal etmek için saat kulelerine haç takıyorlar. Makedonya, Hırvatistan ve Yunanistan’da kiliseye dönüştürülmüş camiler var. Tüm Balkanlar’da var bu gerçi. İçki deposu ve basket sahası olarak kullanılan eserler gördüm. Makedonya’daki Haydar Kadı Camii’ni basket sahası olarak kullandılar. Zeminini komple yıkmışlardı. Sadece duvar ve kubbesi kalmıştı. Basket sahasından sonra da bira deposu yaptılar. Baskı gelince boşaltılar; ama o bölgede Müslüman nüfus olmadığı için eser sahipsiz kaldı. Genelde de Müslüman eserlere müdahalede bulunulmuş. Kosova’daki bazı eserler kasıtlı olarak Arap mimarisine göre restore edilmiş.
- Sanırım bu yönde yürütülen en önemli çalışmalardan biri, sizin de görev aldığınız Osmanlı Eserleri Envanteri Projesi. İçeriğinden biraz bahseder misiniz?
2000’de başlayan bir çalışma bu. O zaman DPT’nin Türk Tarih Kurumu’na verdiği bir projeydi. Yurtdışındaki ‘Kültür Varlıklarının Tespiti Projesi’ kapsamında Türk tarih eserlerinin bir envanterinin çıkarılması hedeflendi. Ortadoğu, Orta Asya, Balkanlar ve Anadolu coğrafyasını kapsıyor. 2000’de ben Balkan ayağında çalışmaya başladım. Balkanlar’da ilk Bulgaristan’dan başladık. 2001’de Kosova’yı tamamladık. Tüm eserlerin yerleri tespit edildi, ayakta kalanların bugünkü durumları hakkında raporlar tutuldu. 2002’de Makendonya’yı, 2004’te Bulgaristan’ı, 2005’te Sırbistan ve Hırvatistan’ı tamamladık. 2005’ten beri Yunanistan ve Bosna üzerinde çalışıyoruz. Macaristan, Arnavutluk ve Romanya’da ön hazırlıklar tamamlandı. Altyapımız, ön arşiv çalışmalarımız sağlam olduğu için mimarlar ve sanat tarihçilerinden oluşan ekip çok hızlı ilerledi. İlk ekipte ODTÜ’den Tarihçi Ömer Turan ve Mimar M.Barış Yağlı vardı. Daha sonra Gazi’den Sanat Tarihçisi Neval Konuk, Mimar Mehmet Emin Yılmaz, Filiz Canyurt, Sevil Osmani-Öztürk, Esra Yıldız, Mimar Ammar İbrahimgil ve başka uzmanlar da dahil oldu. Yabancı danışmanlar Prof. Dr. Lubomir Mikov, Zoran Pavlov, Mimar Gejlane hoca da çok gayret gösterdiler.
- Ankara’nın ilgisi nasıl bu projeye?
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) projenin bir ayağını destekledi. Biz de TBMM için seçilmiş eserleri bir kitapta topladık. Türkiye için önemli eserlerin bilgilerini onlara verdik. Estergon Kalesi, Evranoz Bey Türbesi gibi. Türk Tarih Kurumu şemsiyesi altında Bulgaristan, Makedonya, Hırvatistan, Kosova ve Sırbistan’ın envanterini tamamladık. TTK de Kosova çalışmasını 2 cilt hâlinde kitaplaştırdı. Makedonya, Sırbistan, Hırvatistan ve Bulgaristan’ın envanterlerinden oluşan kitaplar da basılmayı bekliyor. Envanterin kalıcı olması için kitap hâline getirilmesi gerekiyor. Hâlihazırda sadece bir ülkeninki çıktı. Hızlandırmak lazım. Envanter çalışmasına Devlet Planlama Teşkilatı ile Gazi Üniversitesi de destek verdi daha sonra. Yunanistan ile Bosna Hersek’teki çalışmalara devam ediyoruz. Yani Diyanet, TTK, TBMM, DPT projenin ana kaynaklarından. Şimdi belediyeler de para veriyor.
- Peki, envanter Türkiye ile Balkanlar’daki soydaşlarımıza ne kazandıracak?
Birçok yönden hem Türkiye’ye hem de Balkanlar’daki soydaşlarımıza pozitif katkı sağlayacak. Mesela, Yunanistan Türkiye’deki Ruhban Okulu’nun açılmasını istiyor. Biz de elimizde bilimsel envanteri ve raporu bulunan Atina’daki Fatih Camii’nin ibadete açılmasını isteyeceğiz. Şimdi müze olarak kullanılıyor. Tüm dünya biliyor bu yapının cami olduğunu. Envanter çalışması sonrasında basılacak kitaplarla bu eserler kayıt altına alınacak. Gelecek yıllar için büyük bir kazanım yani. Mesela, Kosova’da Türk mimari varlıklarıyla ilgili eser yok neredeyse. Bizim yaptığımız envanteri oranın devleti kullanmaya başladı. Bu Türkiye’nin dışarıdaki tanıtımı için de çok önemli.
- Büyük paralar mı gerekli?
Hayır, gerekmiyor. Üç kişi gidiyorsunuz, bir-iki ay çalışıyorsunuz. Toplam maliyet çalışanların günlük yurtdışı yevmiyeleri ve kırtasiye masrafları. Mesela, bir ay süren Bosna Hersek’in tüm masrafı 10 bin YTL kadardı. Girit, Rodos ve İstanköy çalışmaları da bu kadar tuttu.
AB ONARIM İÇİN 1 MİLYON DOLAR VERİR
- AB fonları kullanılabiliyor mu?
Yunanistan, Osmanlı eserlerinin onarımında bu fonları çok etkin kullanıyor. Sonra o eserler üzerinden bir de turizm geliri sağlıyor. Bizde o büyüklükte proje hazırlayabilecek durum yok. Yunan adalarında birçok yapı restorasyon görmüş ama bilinçli-bilinçsiz yanlış onarılanları da çok. Bir de bizim uzmanlarımızı kullanmıyorlar. Mesela, bu eserlerin eski gelenekle inşa edilmesi lazım. Onlar ise bazilika formatında kubbe yapmışlar. Kasnaksız yapmışlar. Bu kasıtlı mı bilmem ama çok kötü bir durum. Aslında AB’de 300 milyon dolarımız var. Biz 3-4 milyon dolar kullanmışız bugüne kadar. Hâlbuki proje oluşturup 1 milyon dolar daha istesek verecekler. Ama bizden talep yok.
- Diğer ülkelerin bu türden çalışmaları var mı?
Biz 2001’de Bulgaristan’daki eserleri incelemek istediğimizde, onlar da Türkiye’deki kiliselerin envanterini çıkarmak istediler. Karşılıklı iyi niyet protokolü yapıldı. Bulgar ekibi de Edirne ve civarındaki kiliselerini ortaya çıkardı. Anlaşma gereği biz de onlar da 5 eseri restore edecektik. Bulgarlar 5 eserini restore etti, biz daha tamamlayamadık.
- Ödenek mi yetersiz?
Ödenek değil sorun. Bürokrasi de önemli bir zorluk. Bizdeki sıkıntı şu: Para bir kurumda, uzman başka kurumda, yetki diğer kurumda, onay başka birinde. İşleyiş ve süreç uzuyor. Yetki kurumlarda ama oradaki yapıların detayına da ancak akademisyenler vâkıf olabiliyor.
ESERLERİ TAKİP İÇİN ÖZEL ENSTİTÜ
- Bu karmaşık yapı çözülecek mi?
Yetki tek elde olmalı. “Mimar Sinan Enstitüsü” adında bir yapı üzerinde çalışma var. Bu, hem paranın hem yetkinin hem de uzman kişilerin bulunduğu bir kurum olacak. Yetki tek elde olacak. Bu kurum bakanlıklar ile yurtdışına bilgi akışı sunabilecek. Eserler tek tek takip edilecek, restorasyon projeleri hazırlanacak. Ayrıca görsel arşivi de olacak. 3 yıldır üzerinde çalışılan enstitünün kanun aşamasını tamamlamak üzereler.
- AK Parti döneminde canlanma var mı?
Bu dönemde bir canlanma var tabii ki. Ancak koordinasyon hâlâ güçlü değil. Siyasi rant ve prestij olarak onarıma gidenler var. Bu, eserlere daha çok zarar veriyor.
Özcan Pehlivanoğlu:* BALKANLAR’DAKİ TÜRK NÜFUSUNU KORUMAMIZ LAZIM
Son dönemde Balkanlar’la bir irtibat artışı var. Bağlar yeniden kuruluyor; ama genel manada bir devlet politikamızın olduğunu söylemek çok doğru olmaz. Bürokrasimiz yıllarca Rumeli’ye uzak durmuş. Bu bölgelere sahip çıkmak, “Osmanlı’yı yeniden canlandırmak” gibi değerlendirilmiş. Türkiye belki de ilgilenemedi dengeler gereği. Ancak yakın dönemde bir değişim var. STK’ler de Rumeli’ye sahip çıkmaya başladı. Aslında biz Osmanlı’nın devamıyız ve orada sadece Türkler değil, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomak ve Torbeşler de bize miras bırakılmış. Dolayısıyla, o bölgeye sahip çıkmak bizim tarihî misyonumuzdur. Onların bir yüzü Türkiye’ye dönük, çok büyük beklentileri var. Fakat maalesef Balkanlar’dan hâlâ Türkiye’ye göçler sürüyor, bunu durdurmamız lazım. Çünkü hem Türkiye hem de Balkanlar için akrabalarımızın, soydaşlarımızın o bölgede kalması çok önemli. 2 milyonluk Türk nüfusu var Balkanlar’da, bunu azaltmak yerine artırmamız lazım. Bu da devlet politikasıyla mümkün olur. Devlet adamlarımız sık sık oralara gitmeli.
* Rumeli Balkan Türkleri Federasyonu Genel Başkanı
ACİL RESTORASYON İSTEYEN ESERLERDEN BAZILARI:
ARNAVUTLUK - Tiran: Kaplan Paşa Türbesi Korça: Mirahor Camii ve Mirahor Türbesi İşkodra: Buşatlı Mehmet Paşa Camii Vlora: Muradiye Camii Berat: Bekârlar Camii Elbasan: Çarşı Hamamı
BOSNA HERSEK - Sarayevo: Ferhat Bey Camii, Bursa Bedesteni Travnik: Süleyman Paşa Camii Banyaluka: Ferhat Bey Camii Mostar: Saruca İbrahim Paşa Camii Kladanj: Hacı Bali Bey Camii Odzak: Çarşı Camii Visoko: Tekke Tuzla: Cami
BULGARİSTAN - Filibe (Plovdiv): Perşembe Pazarı Camii Razgrad: İbrahim Paşa Camii Köstendil: Fatih Camii Provadija: Abdulaziz Camii Selvievo: Malkoç Bey Türbesi Karlovo: Karlı İli Mehmed Bey Camii
HIRVATİSTAN - Zadar: Valpovo Han Dırniş: Cami Osijek: Kaleiçi Mustafa Paşa Camii
KARADAĞ - Podgoriça: Hasan Ağa Camii ve Türbesi Bar: Starigrad Camii minaresi Çetinje: Türk Konsolosluğu binası
KOSOVA - Priştine: Yaşar Paşa Camii Prizren: Gazi Mehmed Paşa Hamamı, Prizren Kalesi, Prizren Rüştiyesi Cakova: Büyük Tekke
MACARİSTAN - Eger: Valide Sultan Hamamı Peç: İdriz Baba Türbesi, Yakovalı Hasan Paşa Camii Zigetvar: Kanuni Sultan Süleyman Camii, Erd Camii
MAKEDONYA - Ustrumca: Baniça Köyü Camii, Hünkâr Camii İştip: Hüsamettin Bey Camii Pirlepe: Çarşı Camii Manastır: Haydar Kadı Camii, İshakiye Camii Radoviş: Cami minaresi Pirlepe: Çarşı Camii Debre: Fatih Camii
ROMANYA - Köstence: Hünkar Camii Hırşova: Sultan Mahmut Camii İshakça: Mahmut Yazıcı Camii
SIRBİSTAN - Belgrad: Şeyh Mustafa Paşa Türbesi Niş: İslam Ağa Camii Novi Pazar: Altın Âlem Camii, İsa Bey Hamamı
YUNANİSTAN - Serez: Mehmet Bey Camii, İskeçe: Sünne Camii Gümülcine (Komotini): Eski Cami Yenitsa
Bülent Katkak:* BALKANLAR YENİDEN FARK EDİLDİ
Balkanlar’a yönelik turlar, devletin bu yöndeki açılımıyla birlikte, refah ve iletişim-ulaşım imkânlarına bağlı olarak sıklaştı. İnsanlar Balkanlar’ın farkına vardı bir de. Bizim yıllar önce tek otobüsle başlattığımız turlar, bugün uçak seferleriyle daha da arttı. Medyada bolca yansıyan Balkan haberleri de bu yöndeki talebi çoğaltıyor. Bu talebin farkına varan seyahat acenteleri bu yöndeki faaliyetlere ağırlık verdi. Şimdilerde en az 30 seyahat acentesi Rumeli’ye gezi programları düzenliyor. Son 10 senede gezi haritaları ve kitapları yönünden de doyurucu bir birikim oluştu. * Eman Tur Yöneticisi.
ÇAYKARA’DAN VRAPÇİŞTE’YE UZANAN BİR OSMANLI AİLESİ
- Sizi tanıyabilir miyiz? Mehmet Zeki İbrahimgil kimdir?
1958’de eski Yugoslavya bugünkü Makedonya’nın Vrapçişte şehrinde doğdum. Müftü olan babam ve ailesini Osmanlı 1890’larda Trabzon Çaykara’dan Yugoslavya’ya görevli olarak göndermiş. Ben Makedonya’da doğan 6. nesildenim. Annem ile babam Makedonya’da gömülü. İlk ve orta eğitimimi Vrapçişte’de tamamladıktan sonra liseyi Gostivar’da okudum. Aldığım eğitim ve yaşadığım çevreden dolayı Makedonca, Sırpça, Arnavutça ve Bulgarcayı öğrendim. Babam Hafız Cavit, medrese tedrisatı görmüş olduğundan çocuk yaşta emsile, bina, izzi, merah usulü ile Arapçayı öğrenmeye başladım. Babamın arzusu beni din hocası yapmaktı. Bu arada Fransızcayı da öğrendim. 1978’de Ankara İlahiyat’a girdim. 1983’te mezun oldum. Yüksek lisansı da Sanat Tarihi dalında yaptım. Yüksek lisansım Makedonya’daki tekkeler, doktoram da duvar resimleri üzerineydi. 1987-1991’de eski Yugoslavya Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görev aldım. 1992’de Brüksel Universite De Libre’da 1 yıl İslam sanatları ve minyatür dersleri verdim. 1993’te Ankara Üniversitesi’nde başladığım sanat tarihi derslerine 1994’ten beri Gazi Üniversitesi’nde devam ediyorum. Yaklaşık 10 yıldır Balkanlar’daki Osmanlı eserleri üzerine çalışıyorum. UNESCO’nun Kosova’daki Türk Eserleri Komisyonu’nun üyesiyim.
H. Yıldırım Ağanoğlu:* BÜYÜK GÜÇLER ORADA, BİZ NEDEN OLMAYALIM?
Balkanlar’ın kapıları, komünizmin çöküşünün ardından aralandı Türklere. Ancak Rumeli ile Anadolu arasındaki iletişim Turgut Özal’lı yıllarda artarak çoğaldı. Dışa açılım ve refah bu dönemde arttı. Annem 1955’te ayrıldığı Üsküp’ü tam 27 yıl sonra, yolculuk imkânı bulunca son kez ziyaret edebildi. Son dönemde hafızalarımız tazelendi ve Türkiye’deki Rumeli göçmenleri ile Balkanlar’daki aileler arasında yeniden kültür köprüleri kuruldu. Bir bakıma dizilerin de faydası oldu. Balkanlar’a sahip çıkmada geç kalındı; ama bir başlangıç yapılması önemli. Büyük güçlerin, konumu ve yeraltı kaynakları bakımından önemsediği Balkanları Türkiye’nin önemsememesi düşünülemezdi zaten. Hükûmetin açılımını gören sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler de projeler geliştirdi. Yardımların yanı sıra iletişim ve kültür bağlarını kuvvetlendiriyorlar.
* Araştırmacı-Yazar
BALKANLAR’DAKİ OSMANLI ESERLERİNİN SAYISI* İnşa Ayakta
Ülkeler edilen kalanlar
Arnavutluk 1.015 110
Bosna-Hersek 3.560 657
Bulgaristan 3.339 512
Hırvatistan 187 53
Kosova 361 221
Macaristan 724 28
Makedonya 1.411 467
Romanya 291 110
Sırbistan-Karadağ 1.098 160
Yunanistan 3.771 1400
(*) İnşa edilen eserlerin sayısı, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin envanterine aittir.
RESTORASYON ÇALIŞMALARI TAMAMLANAN ESERLER
• Kosova’da 2 cami, 1 hamam, 1 türbe
• Makedonya’da 2 cami, 1 küçük yapı
• Bulgaristan’da 2 eser
• Bosna Hersek’te 5 eser
• Macaristan’da 2 eser
• Sırbistan’da 2 eser
MOSTAR ASLINA UYGUN İNŞA EDİLDİ, AKSİ İDDİALAR DOĞRU DEĞİL
UNESCO Mostar Köprüsü İnşa Komisyonu’nun 9 bilim adamı üyesinden tek Türk bendim. Orijinal inşa tekniği ve orijinal taşlar kullanılarak yapıldı. Kurşun dökümü tekniği ile yapıldı. İlk yapıldığında kullanılan taş ocağından alındı taşlar. Eski hâli korundu.
BULGARİSTAN İLE SIRBİSTAN’DA AJAN MUAMELESİ GÖRDÜK
- Çoğu sanat tarihçisi geçmişte ajanlıkla suçlandı. Size de oldu mu böyle bir suçlama?
Bulgaristan’da 2004’te bir çeşmeyi fotoğraflıyordum. Belediye başkanı engelledi ve polise intikal etti durum. Hatta yanımızda bir Bulgar profesör de var anlaşma gereği. Engel oldu yine de. Sonuçta itiş kakış oldu ve polis geldi. Karakola gittik. Polis “çalışabilir” dedi. Belediye başkanı engel olmaya çalışsa da işimizi hallettik. 2000’de de Sırbistan’a Bulgar plakalı bir araba ile girdik. Karadağ-Sırbistan arasındaki sınır kapısında durdurdu polis. Sırpça konuştum polislere ama daha da şüphelendiler. Türk olduğumuzu öğrenince “büyük problem” diyerek karakola götürdüler. Türk olmamız problem oldu yani. Yine itiş-kakış oldu. Ajan olarak görüyorlar, bir de dili bilince daha çok şüpheleniyorlar.
|