Bulgaristan Dışişleri Bakanı İvailo Kalfin’le Sofya’da bir ufuk turu yaptık:
Cumhuriyet 21.12.2008 Bulgaristan Dışişleri Bakanı İvailo Kalfin’le Sofya’da bir ufuk turu yaptık:
PAZAR kONUĞU/Leyla Tavşanoğlu
PORTRE
İVAİLO KALFİN
Sofya, 1964 doğumlu. Yükseköğrenimini Sofya Ulusal ve Dünya Ekonomisi Üniversitesi’nde yaptı. Daha sonra İngiltere’de Loughborough Üniversitesi’nde uluslararası bankacılık konusunda lisans üstü derecesini aldı. Bulgaristan Sosyal Demokrat Siyasi Hareketi’ni kurdu. 1994’ten beri çeşitli aralarla milletvekili seçildi. Bir dönem Bulgaristan’ın önde gelen büyük şirketlerinde yöneticilik ve yönetim kurulu üyeliği yaptı. 2000 yılından beri Sofya Uluslararası Üniversitesi’nde ekonomi profesörlüğü yapıyor. 2005’ten beri Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı.
AB’ye laik Türkiye üye olur
Anayasa Mahkemesi’nde iktidar partisi hakkındaki kapatma davasını biliyorum. Ona yöneltilen eleştirilerin de farkındayım. Bütün dileğim Türkiye’nin laiklik yolundan taviz vermeden yürümesidir.
NATO artık Rusya karışıtı bir pakt değil. Ben Rusya’nın da NATO ve Avrupa ülkeleri için bir tehdit oluşturmadığını düşünüyorum. Güvenlik tehdidi başka yerleden geliyor.
SÖYLEŞİ
LEYLA TAVŞANOĞLU
Bulgaristan Cumhurbaşkanı Georgi Parvanov’un Ankara’yı ziyaret ettiği saatlerde Sofya’dayım. Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı’nda Dışişleri Bakanı İvailo Kalfin’le konuşuyoruz. Türkiye’yle Bulgaristan arasındaki ilişkilerin mükemmelliğinden söz ediyor. “Laik Türkiye’nin bir gün AB üyesi olduğunu görmek istiyorum” diyor. NATO ve AB üyeliğinin özellikle Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri için büyük güvence olduğuna işaret eden Kalfin, Rusya’nın NATO’nun genişlemesinden kaygı duymaması gerektiğinin, bu genişlemenin Rusya’yı kesinlikle hedef almadığının da altını çiziyor.
- Şu saatlerde cumhurbaşkanınız Ankara’yı ziyaret ederken Türkiye-Bulgaristan ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
KALFİN - Bulgaristan’la Türkiye arasında yıllardır son derece olumlu geçen üst düzey temaslar yapılıyor. Başbakanınız Erdoğan bu yılın ortalarında Bulgaristan’daydı. Geçen yıl başbakanımız Türkiye’ye gitmişti. Aramızda çok olumlu bir diyalog var. Bu siyasi diyaloğun olumluluğu ekonomik işbirliğimize de yansıdı. Birkaç yıl önce ben Cumhurbaşkanlığı’nda görevliyken bizim cumhurbaşkanının, Bulgaristan’la Türkiye arasındaki ticaretin bir milyar doları bulduğu an büyük bir resepsiyon vereceğini söylediğini hatırlıyorum. Bugün aramızdaki ticaret dört milyar dolara ulaştı. Üstelik iki ülke, Asya ve Avrupa’yı bağlayan yol üzerinde oldukları için altyapılarını geliştirmekte de işbirliğini yürütüyorlar. Enerji işbirliğimiz de mükemmel. Cumhurbaşkanımızın bu ziyaretinden çıkan somut sonuç her iki cumhurbaşkanının her iki Dışişleri Bakanlığı tarafından, önümüzdeki dönemde iki ülkeyi ilgilendiren ortak konuları ele alacak ortak bir komisyon kurulmasını kararlaştırmış olmalarıdır. İki komşu ülke olarak çok iyi bir işbirliği yürüttüğümüzü düşünüyorum.
- Türkiye’nin AB üyeliği şansını nasıl görüyorsunuz?
- Bulgaristan’ın dileği bütün komşularının AB üyesi olmasıdır. Türkiye’nin AB üyesi olmasını çok istiyoruz. Bu bizim çıkarımızadır. Türkiye’nin AB üyeliği süreci çok uzun sürdü. Ayrıca bu sürecin hiçbir yere varmayacağını düşünüyorum. Bize kalsa biz bu süreci çok hızlandırırız. Türkiye çok büyük bir ülke. Bulgaristan Türkiye’den çok daha küçük olduğu için üyelik süreci de nispeten kolay oldu. Ama Türkiye doğru yolda. Tam üyelik müzakereleri sürüyor. Evet, önünde engeller var. Ama dediğim gibi Türkiye doğru yönde ilerliyor.
- Demir Perde döneminin Bulgaristan’ıyla NATO ve AB’ye tam üye olan bugünkü Bulgaristan arasında bir kıyaslama yapar mısınız? Ayrıca Bir zamanlar Varşova Paktı’nın bir üyesi olan Bulgaristan bu kadar kısa zamanda bu radikal değişikliklere nasıl uyum sağlayabildi?
- Siz kısa zamanda hızlı değişim geçirdiğimizi söylüyorsunuz ama çevrenizdekilerle konuştuğunuzda size eminim ki bu değişimin çok yavaş seyrettiğini, önümüzde kat etmemiz gereken daha uzun bir yol olduğunu söyleyeceklerdir. Hiç kuşkusuz Bulgaristan’da son 20 yılda çok önemli değişiklikler oldu. Bulgaristan 13 yüzyıldan beri varlığını sürdürüyor. Ama dediğim gibi bu son 20 yılda inanılmaz siyasi değişiklikler oldu. Bulgar halkının zihniyeti, ülkenin hedefleri, başarılması gereken işlerle ilgili motivasyon çok değişti. Bunun hiç de kolay bir süreç olmadığını söylemeliyim. Bir kuşağın dünyaya bakışı, çalışma perspektifleri, ekonomik koşullar tümden farklılaştı; serbest piyasa ekonomisi çerçevesinde rekabet etme çabaları güçlendi. Yirmi yıl öncesine dönüp baktığımızda tabii ki insan hayatı için önemli bir zaman. Ama bir ülkenin yaşamı için kısa denilebilir ve çok şey değişti.
‘NATO ve AB üyeliği sancılı oldu’
- Ya bir zamanlar Varşova Paktı üyesi olan Bulgaristan’ın NATO üyeliği için ne diyeceksiniz?
- O süreç de kolay olmadı. Bir kere demokrasi dışı bir yaşamdan önce çok partili rejime, ardından da tam anlamıyla demokrasiye geçtik. Bu 20 yıl içinde pek çok seçim yaptık. Sosyalist ekonomiye bağlı olarak merkezi planlı ekonomiden serbest pazar ekonomisine geçtik. Bugün ihracatımızın yüzde 50’sini AB ülkeleriyle yapıyoruz. Varşova Paktı’nın lağvedilmesinin ardından NATO’ya geçiş süreci de kolay olmadı. Çok kararlılık, çok çalışma gerekti. Ama son 20 yılda Bulgaristan’da çok değişik görüşten siyasi partiler kurulmasına karşın AB ve NATO üyeliği konusunda bütün Bulgar toplumu fikir birliğine varmıştı. Bugün başardığımız işler tamamıyla toplumsal ittifak sayesindedir. Bir anlamda toplumsal ittifak ve mutabakat ülkenin yönünü ve yolunu belirlemiştir.
- Peki, Varşova Paktı’nın dağılması sırasında NATO genişlememe sözü vermişti. Ama verdiği sözü tutmayarak genişledi ve bu genişleme sürecini de sürdürüyor. Buna ne diyorsunuz?
- Bana göre NATO’nun genişleme kararı almasının haklı nedenleri vardı. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Rusya dahil bütün Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri 20 yıl öncesine kıyasla çok değiştiler. Bulgaristan’dan örnek vermem gerekirse bizim için ulusal güvenlik sistemi çok önemlidir. Türkiye gibi Bulgaristan’ın da çokuluslu bir güvenlik örgütüne üye olmakta sayısız yararları vardır. Bu arada NATO’nun da ciddi bir değişim geçirdiğine dikkatinizi çekmek isterim. NATO sırf askeri bir pakt olmaktan çıktı. Şimdi siyasi diyaloğa da ağırlık veriyor.
NATO ayrıca geçmişte sadece kendi üyelerine odaklanmıştı. Ama artık güvenlik tehdidinin dünyanın başka köşelerinden gelmekte olduğu açıkça görülüyor. NATO bu güvenlik tehdidinin önünü almak için harekete geçmek zorunda kaldı. Bunun bir örneğini NATO’nun Afganistan’a müdahalesinde gördük. Oysa bunu yapması 20 yıl önce mümkün değildi. Bunun dışında depremden sonra NATO Pakistan’ın yardımına koştu. Yine 20 yıl önce bunu yapması mümkün değildi. Dolayısıyla NATO da artık dünyanın koşullarına uygun olarak değişim geçiriyor.
Zamanında NATO’nun Rusya’yla yaptığı anlaşmaya gelirsek... NATO artık Rusya’nın karşıtı bir pakt değil. Ayrıca ben Rusya’nın hiçbir şekilde NATO ve Avrupa ülkeleri için bir tehdit oluşturmadığını düşünüyorum. Güvenlik tehdidi başka yerlerden geliyor.
- Sizce güvenlik tehdidi nerelerden geliyor?
- Bir kere uluslararası terorizm var. Pek çok ülkede terorizmin temel bir sorun olduğunu görüyoruz. Burada bir askeri örgütün terorizm tehdidiyle nasıl savaşacağı sorusu ortaya çıkıyor. İşte burada NATO’nun siyasi diyaloğu geliştirdiğini görüyoruz. NATO buna çok önem veriyor. İşte, bu nedenlerle Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri bu güvenlik paktına entegre oldular. Böylece güvenliklerini garanti altına alma yoluna gittiler. Varşova Paktı’ndan NATO’ya geçiş çok açık bir mantık muhasebesine dayalıdır. NATO’ya yeni üyeler girdikçe NATO’nun kendisi de değişiyor. Tekrarlıyorum. Rusya artık bir tehdit değildir. NATO’yu da kendi güvenliğine karşı askeri bir tehdit olarak algılamamalıdır.
- İyi de Bulgaristan’da askeri üs açma fikrinin Rusya’yı rahatsız ettiği biliniyor. Son olarak da Polonya’ya füze kalkanı kurulması fikrine karşı Rusya çok sert çıkıp aynı şeyi Kaliningrad’da yapacağını söylemedi mi?
- Öncelikle bunu yapmak isteyen NATO değil ABD’ydi. Ayrıca bu proje Rusya’dan korunmak için geliştirilmemişti. Üstelik de Polonya’da hiçbir nükleer başlık yok. Proje sadece savunma amaçlıdır. Bulgaristan’a gelince... Biz ABD’yle ortak askeri tesisler için bir savunma anlaşması imzaladık. Bunlar tamamıyla Bulgar askeri üsleri olacak. Amerikalılar oralarda sadece bulunacaklar. Üsler tamamıyla bizim kontrolümüzde olacak.
‘Rusya düşmanımız değil’
- Adana’daki İncirlik Hava Üssü gibi mi?
- Hayır. Bu durum tamamıyla değişik. Amerikalılar yıllardır İncirlik’teler. Bulgaristan ve Romanya’da ise her altı ayda bir askeri birlikler rotasyona tabi olacak. Bu üslerde ortak askeri tatbikatlar yapılacak.
Daha açık söyleyeyim. Bizdeki durum Almanya, Hollanda gibi ABD üslerinde ABD personelinin aileleriyle birlikte yıllarca yaşaması gibi olmayacak. Üstelik bu uygulama, tekrar ediyorum, Rusya’yı kesinlikle hedef almıyor. Ayrıca şunu da belirtmeliyim ki Bulgaristan kamuoyunda Rusya’yla ilgili çok olumlu, dostça yaklaşımlar var. Rusya’ya karşı askeri bir çıkış yapmak burada hiç kimsenin aklının ucundan bile geçmez. Rusya Bulgaristan’ın düşmanı değil, dostudur.
- Gürcistan ve Ukrayna’nın bu ay başında yapılan NATO zirvesinde üyelik için hiçbir olumlu işaret alamamaları konusunda ne düşünüyorsunuz?
- Bu iki ülkenin de NATO’yla entegre olmak için daha çok uzun bir yol kat etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu iki ülkeye nisan ayında üyelik hareket planı verilmesini biz destekledik. Ama NATO içinde bu konuda fikir birliği oluşturulamadı. Burada haklısınız. Rusya bu konuda çok duyarlı.
- Sizce Rusya neden bu kadar duyarlı davranıyor?
- Çünkü Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyesi olmalarına karşı çıkıyor. Bu noktada Rusya’yla çok ciddi bir diyalog oluşturulması gereği ortaya çıkıyor. Rusya özellikle komşusu ülkelerdeki güvenlik konularıyla ilgili ciddi argümanlar getiriyor. Ama bu ülkeleri de kendilerine yararlı olacağını düşündükleri bir örgüte girmekten men edemezsiniz. Bu benim için kabul edilemez bir durumdur. Açıkça söyleyeyim. Bu ülkelerin NATO üyeliğini seçme özgürlükleri olmalıdır. Ama aynı zamanda bunun Rusya’ya karşı takınılmış bir tavır olmadığı konusunda da Moskova’ya güvence verilmelidir. Tekrar ediyorum. Bulgaristan Rusya’yı kesinlikle kendisine düşman gibi görmüyor. Rusya bizim için kesinlikle tehdit değildir. NATO siyasetinin Rusya’yı sıkıştırmaması gerekir. Zaten Rusya’yla ne zamandır bu siyaset izleniyor. Karadeniz sadece petrol değil
- ABD’nin Genişletilmiş Karadeniz Projesi var. Washington’un Karadeniz’e duyduğu bu büyük ilginin esas nedeninin bölgede bulunan muazzam enerji potansiyelinden kaynaklandığını düşünmüyor musunuz?
- Tabii bu çok önemli. Ama sadece sorunun bir nedeni. Ayrıca bölgenin altyapısı konusu var ki bu da çok önemli. Orada yapılacak Karadeniz bölgesini çevreleyen yol, otoyollar, hepsi önem taşıyor. Asya’dan gelen ticaret ürünleri Bulgaristan ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşıyor. Önemli bir başka konu da Karadeniz bölgesinin çevre koruması. Boğazlardan her gün dev petrol tankerleri geçiyor. Bunun dışında Karadeniz turizm açısından çok güzel bir bölge. Bulgaristan’ın en gözde turizm bölgeleri Karadeniz kıyısında. Şunu da belirtmek istiyorum ki Karadeniz’i sadece bir enerji işbirliğine çevirirsek korkarım yaratılan bu işbirliğinin çok önemli yanlarını gözden kaçırmış oluruz.
- Gürcistan’daki savaşın ardından Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını ilan etmelerini nasıl karşıladınız?
- Gürcistan’daki savaştan sonra Kafkaslar’da çok olumsuz gelişmeler meydana geldi. Her iki taraftan sürekli provokasyon yapılırken bu haklı, ya da bu haksız demek çok zor. Yalnız bana göre Gürcistan olacakları iyi hesaplayamadı. Rusya’nın da askeri tepkisi gereğinden fazla sert oldu. Bugün Rusya’dan başka bağımsızlıklarını hiç kimsenin tanımadığı iki küçük devlet var. Öte yandan Gürcistan kendi toprakları üzerinde egemenliğini kuramıyor. Cenevre’de çok uzun zaman süreceğe benzeyen müzakereler devam ediyor. Bugün önümüzdeki sorunlar Gürcistan savaşı öncesine kıyasla daha büyük ve vahimdir. Karadeniz bölgesinde birden çok dondurulmuş sorun bulunuyor. Bu sorunlar böylesine buzdolabında kaldıkları sürece daha da kötüleşme eğilimi gösterirler. Uluslararası toplumun bu bölgeye daha fazla ağırlık vermesi ve bu sorunların çözümüne yardımcı olması gerekiyor. Türkiye’nin Kafkaslar’da bölgesel bir işbirliği oluşturulması girişimi son derece yararlıdır.
ABD’de Obama Yönetiminin temel siyasetlerden sapması mümkün değil
- Kosova’nın bağımsızlık ilanı Rusya’nın Gürcistan’a karşı aşırı sert davranmasına yol açmış olabilir mi?
- Gürcistan’da olanlardan sonra Rusya’da Kosova’nın bağımsızlık ilanını gerekçe göstererek hareketi haklı çıkarmak isteyenler oldu. Ama bunun hemen ardından Rusya resmi ağızlardan çok akıllı biçimde Kosova ve Kafkaslar’daki durumun belirgin biçimde farklı olduğunu açıkladı. Bana göre de bu doğru.
Çünkü Kosova’daki durum Kafkaslar’dan tamamıyla değişiktir. Kosova’yı kullanarak paralellik kurmak hataya düşmek olur.
- ABD’nin Obama Yönetimi altında uluslararası alanda nasıl bir siyaset izleyeceğini düşünüyorsunuz? Sizce Bush Yönetimi’nin şahin politikasını mı yoksa daha barışçı bir siyaset mi izler?
- Ben ABD’nin dış siyasetinde çok önemli değişiklikler olmasını beklemiyorum. Bana göre U dönüşleri olmaz. Ama pek çokları da bu tür değişiklikler olmasını bekliyor. Zaten Obama’nın seçim kampanyasının önemli bölümü bu konu üzerine oturtulmuştu.
Bence Obama, Bush yönetiminin aksine Atlantik ötesi işbirliğinde karar aşamalarında ortaklarıyla daha sık istişarelerde bulunacaktır. Bu ABD’nin askeri ve siyasi açıdan gücünün azalacağı anlamına gelmeyecektir. ABD askeri ve siyasi gücünü sürdürecektir.
- Son bir soru. Bulgaristan meclisinde temsil edilen Ataka isimli aşırı milliyetçi bir parti var. Üstelik de koalisyon ortağınız Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne etnik Türkler tarafından kurulduğu için de sözlü olarak saldırıyor. Bu durumu nasıl karşılıyorsunuz?
- Ne yazık ki böyle aşırı milliyetçi partiler Avrupa’da sadece Bulgaristan’da değil hemen hemen her ülkede var. Ataka’nın siyaseti Bulgaristan toplumunun çoğunluğu tarafından kesinlikle kabul edilemezdir. Bu parti NATO’ya, AB’ye karşı çıkan bir tutum içinde. “Bizim AB’nin değil, AB’nin bizim peşimize takılması gerekir” diye bir siyasetleri var ki tabii ciddiye alınamaz.
Hiç küçümsenemeyecek bir seçmen tabanı var. Toplam seçmenin yüzde 8-10’u arasında bir orana sahipler. Ama ben bunu tehlikeli görmüyorum. Aksine olumlu bir durum. Çünkü en azından ortadalar. Yeraltında değiller. Böylece de attıkları her adım herkes tarafından görülüyor. Onların ne olduğunu bilmek, mecliste bulunmaları kontrol altında tutulmaları için yeterlidir. Ben hiçbir Bulgar partisinin onlarla koalisyona girmeye yanaşacağını düşünmüyorum.
DÜNYADA KÖKTENCİLİK GÜÇLENİYOR
- Ama bütün dünyadaki aşırı milliyetçi akımların güç kazanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bence bütün dünyada kavramlar değişiyor. Köktencilik de gittikçe güç kazanıyor. Böylece de terorizmin kökleri oluşuyor.
Burada şunu söylemek istiyorum ki kültürler, gelenekler, inançlar arasındaki farklılıkları ısrarla tartışma konusu haline getirirseniz işler tehlike boyutlarına varır. O nedenle de aşırı milliyetçiliğe karşı çok sert muhalefet yürütmeliyiz.
- Köktencilikten söz ettiniz. Sizce Türkiye’de İslami köktendincilik tehlikesi var mı?
- Sanmıyorum. Evet, Anayasa Mahkemesi’ndeki kapatma davasını biliyorum. İktidar partinize yöneltilen eleştirilerin de farkındayım. Benim bütün dileğim Türkiye’nin laik yolundan taviz vermeden yürümesidir. Öyle olacağından da eminim. Laik Türkiye’nin bir gün AB’ye tam üye olmasını görmek istiyorum.
- Ama Sarkozy ve Angela Merkel Türkiye’nin Müslüman kimliğiyle hiçbir zaman Avrupa’nın bir parçası olamayacağını söylemediler mi?
- Avrupa ülkelerinde kalabalık Müslüman nüfuslar yaşıyor. Ben bu ayrımcılığa karşıyım. Avrupa’ya tehdit aşırı uçlardan geliyor. Türkiye bir tehdit olamaz. Tehdit örneğin Afganistan’dan geliyor. Hepimiz de bu sorunun üstesinden gelmek için ortak çaba içine girmeliyiz.
|