Hırvatçanın 3’te 1’i Türkçe
Güneri Cıvaoğlu Hırvatçanın 3’te 1’i Türkçe 28 Haziran Pazar 2009 Milliyet
Arkadaşına gönderSitene ekleSayfayı yazdırhaberi paylaşFacebookGoogleYahooMixxDiggStumbleUponDel.icio.usredditTwitterMyspacefriend feed HABERİN ETİKETLERİ ART Asya Arap Yunan Latin şarap sahil sanat tekne Avrupa Afrika İspanya Amerika İtalyan İngilizce narenciye Starbucks zeytinyağı Hırvatistan The Fat Duck Latin Amerika Sen de etiket ekle!
gönderDENİZ kıyısındaki barda İngilizce lafladığımız Hırvat barmen bazı kelimeleri bulamadığında Türkçesini söylüyordu. Hem de düzgün telaffuzla... “Bu Türkçe kelimeleri otelde çalışan Türklerden mi öğrendin, yoksa Türk komşuların mı var” diye sordum. Cevabı şaşırtıcıydı: “Hırvat dilinin 3’te 1’i Türkçedir.” Sonra başladı sıralamaya: “Kapı, çekiç ........” Rixos Grubu, Dubrovnik’te de bir otel açıyor. Resmi açılış temmuz sonlarında ama şimdiden “soft opening” denilen hazırlık açılışı yapılmış. Pırıl pırıl deniz, harika bir manzara, dükkânlar, açık ve kapalı yüzme havuzu, SPA, konforlu odalar... Ama... Bunlar kadar bir otelin mutfak şefi de önemlidir. Dubrovnik Rixos’un şefi Özer, yıllar önce oralara gitmiş, bir Hırvat kızına âşık olmuş, evlenmiş. Dubrovnik’e yerleşmiş. Her yıl Avrupa’nın en iddialı restoranlarına giderek 1 ay mutfak bilgisini artırıyor. Örneğin... Daha önce de bu köşede yazmıştım. İspanya’daki El Bulli ile birlikte dünyanın en iyi iki restoranından biri seçilen The Fat Duck’tır. Özer şef geçen yıl The Fat Duck mutfağında 1 ay çalışmış. Bu iddialı mutfak şeflerinden gözlemlerle daha da zenginleşen lezzetler birikimini, damaklarımızda bıraktığı tatlarla kanıtladı.
Dubrovnik gezisini daha da güzelleştiren dostlardı
Hele o levrek büyüklüğünde kayabalığını yerken az daha parmaklarımızı da yiyecektik. Bizde “sarıağız” diye anılan “kayabalığı” ailesinden bir türe benziyor ama bu çok başka bir şeydi. Motorla 1 saat kadar denizden yol aldık. Cennet gibi bir koydaki lokantaya girdiğimizde kurtlar gibi açtık. Lokantanın sahibi Hırvatistan’ın en zengin işadamlarından biri... Orayı keyif için açmış. Cengiz Semercioğlu’nun Hürriyet’te yazdığı sahne aynıyla yaşandı. Mutfağa girdim. Sarımsak, zeytinyağı, fesleğen ve kırmızı biberli İtalyanların en basit, en hızlı hazırlanan, bana göre en lezzetli spagettisini yaptım. Daha mezeler hazırlanırken spagettiyi sofraya getirmiştik. Koca tepsi birkaç dakikada bitti. “Aç ağırlamak kolaydır” derler. Herhalde Cengiz’in methettiği spagettinin asıl lezzet nedeni tüm grubun açlığıydı. (Tevazu erkeğin ziynetidir.) Bunu anlatıyorum. Çünkü bizim spagetti hürmetine lokantanın sahibi beni yeniden mutfağa götürdü. Sözünü ettiğim iri kayabalığını göstererek, “Bu balığın lezzetine ne ıstakoz, ne böcek, ne karides erişebilir” dedi. Fakat biz spagettiyle öylesine doymuştuk ki, kayabalığını akşam şef Özer’e pişirtmek üzere yanımıza aldık. İsabet olmuş. Özer şef öyle bir döktürdü ki...
İNCİ KOLYE BİRAZ da Hırvatistan... Dantela gibi kıyılar... Beton istilası yok. Kıyıya paralel iki dizi inci kolye gibi uzanan birbirine paralel yüzlerce ada... Su tertemiz. Bazen zümrüt yeşili, bazen mavi... Her istediğiniz yere demir atamıyorsunuz anında sahil güvenliği gelip okkalı bir ceza kesiyor. Hele sintine basmak, deterjanla tekne yıkamak, tuvalet boşaltmak, bira şişesi ya da çöp atmak... Bunları kimse aklından geçiremiyor. Kültür ve sanat kenti olarak tanımlanan Dubrovnik’in kale içindeki eski şehir denen yöresi eğlence merkezi. Yerlerin kaplı olduğu, kim bilir kaç yüzyıllık mermer ya da taş bloklar sanki cilalı gibi pırıl pırıl. Daracık sokakların açıldığı meydanlarda kafeler, lokantalar... Çoğu turist binlerce kişi tarihi bir sahnede 21. yüzyıl yaşamını oynuyor. Kimse son iç savaşı konuşmak, hatırlamak istemiyor. Mutluluğu bulmuşlar, tadını çıkarıyorlar. En kısa zamanda tekrar Dubrovnik’e gideceğim. Hem de böyle iki günlüğüne değil, en az 1 hafta... Şimdi bazı dostların artık tekneyle Yunan adalarına değil de neden Hırvatistan sahillerine gidişlerini daha iyi anlıyorum. KAHVE TADIMI ŞARAP ve diğer içkilerin tadımlarına hatta yapıldıkları tesislere, bağ bozumlarına çok kez gittim. Ama... İlk kez kahve tadımına davet edildim. Starbucks Genel Müdürü Can İkinci’nin konuğu oldum. Tıpkı şarap someliyesi gibi kahve someliyesi olan bir uzmanından ilginç şeyler dinledim. Özetle paylaşayım... En iyi kahve çekirdekleri Yengeç ve Oğlak dönencelerinin arasındaki tropik kuşakta yetişiyor. 3 bölge farklı kahve lezzetleri veriyormuş. Afrika/Arap Yarımadası kahvesi, kiraz, egzotik baharatlar, narenciye, limon ve çiçeksi tatları kakao aromalarıyla birleştiriyormuş. Asya Pasifik bölgesinin kahveleri ise dolgun karakterli ve baharlı lezzetleriyle damaklarda kahve tadı uzun süre kalıyormuş. Latin Amerika kahveleri ise dengelenmiş aromaları, keskinliğin yanı sıra kakao ve fındığı da anımsatan tatlarıyla ünlüymüş. Biz böyle aroma anlatımlarını şarap tadımlarında dinlerdik. Demek kahvede de aynı aromaların harmanı var. Bir de bunların birleşimiyle yaratılan kahve lezzetlerinin yanı sıra, bunların kavrulmaları da önemli. Kahve çekirdeklerinin 4 dakikadan 11 dakikaya kadar çeşitli sürelerde kavrulmaları da farklı kahve lezzetleri üretiyor. Kavrulma süresi en uzun kahve çekirdek türleri en dayanıklı olanlar... Örneğin... İtalyan kahvesi daha az sürede kavrulan çekirdeklerden öğütülüyor. Fransız kahvesi ise 11 dakika kavrularak elde ediliyor. İşte Starbucks bütün bu özetle yansıttığım kahve literatürünün merkezine koyuyor kendini... Kahve tadımının 2 aşamasına da değineyim. İlk adım “koklama”, bardağın üstü elle kapanır ve sadece koklanır. İkinci adım “höpürdetme...” Şimdi ayıp sayılıyor ama anneannelerimiz, büyükbabalarımız höpürdeterek içerlerdi. Höpürdeterek içilen kahve, ağza püskürüyor ve her noktada eşit algılanmayı sağlıyor. Sağ olsunlar, bende 40 yıllık hatırları oluştu.
|