Rumeli Notları
03 Ağustos 2009 Pazartesi Ayşe G.Tunceroğlu, Türkiye Gazetesi Halledilemeyen mesele! (Rumeli Notları-10)
Yahya Kemal hatıralarında şöyle diyor: “(Üsküp) halkı rivayet ederdi ki, ya Bağdat’ta bir evliya fazla imiş yahut da Üsküp’te; ulemâ henüz bu bahsi halledememiş...” Üsküp... 520 yıllık Türk şehri! Türkiye Cumhuriyeti’nin dışında beş vakit ezan okunduğunu gördüğüm ilk şehir. Ve bu şehir Avrupa’nın ortasında! Ve bu ezan Anadolu’da okunan ezanların makamında. Ortasından nehir geçen şehirlerden Üsküp. Ortasından nehir geçen şehirlerin hayatı nehire göre şekillenir. Nehir şehri ikiye ayırır. Üsküp’ün ortasından geçen Vardar Nehri şehri coğrafî olarak ayırdığı gibi kültürel olarak da ayırmış. Vardar’ın bir tarafı Müslüman Üsküp, öteki tarafı Hıristiyan Üsküp. Bir tarafta Türkler ve Arnavutlar, öteki tarafta Makedonlar. Üsküp Makedonya Cumhuriyeti’nin başşehri artık. Haritalara baktığınızda adı Skopje... Yarım milyon kadar nüfusu var. Üsküp’ü ve Vardar’ı önce kaleden seyrediyoruz. Gökdelen denemeyecek birkaç yeni bina ile başını yükseltmeye niyetlenmiş fakat hâlâ orta boylu, yeşili kaybolmamış, sırtını Vodno Dağı’na yaslamış bir şehir. Vardar üzerinde 13 gözlü Fatih Köprüsü (Taşköprü). Vodno Dağı’nda yükselen koca bir haç dikkatimizi çekiyor. Dikkat çekmesi için o kadar yüksekte, o kadar uzun boylu zaten. 66 metre. 2001 senesinde dikilmiş oraya. Hıristiyanlığın üçüncü bin yılının şerefine. Şehirde yükselen minarelerden daha yüksekte olmak için. Şehrin Müslüman Osmanlı geçmişinin eserlerini, kubbeleri, minareleri ortadan kaldıramayınca, onların görüntüsünü bastırıp buranın artık bir Hıristiyan şehri olduğunu cümle âleme ilân etmek için. Osmanlı yadigârı beldeler içinde, hâlâ en çok sayıda mimarî eserimizi barındıran şehir burası. Camilerden başka hanlar, hamamlar, çarşılar, çeşmeler, türbeler, mezarlar... Sultan Murad Camii’nin yanındaki Saat Kule Osmanlı mülkündeki ilk saat kulesi. 1963’te yaşanan büyük deprem şehirde ve elbette Osmanlı eserlerinde çok tahribat yapmış. Hasar gören eserlerin kimi yeniden yapılanma sırasında ortadan kaldırılıvermiş. Yine de kalanlar kaç gün gezmenizi gerektirecek kadar çok. Kalanlar... Biz gittik, bir şeyler kaldı. Şimdi neler kaldı, turist olarak görmeye gidiyoruz. Sınır polislerine pasaportumuzu gösterdikten, nazlarını çekip bir de üstüne “baç” verdikten sonra... Ne diyordu Yahya Kemal? “Ya Bağdat’ta bir evliya fazla imiş yahut da Üsküp’te; ulema henüz bu bahsi halledememiş...” Şimdi Bağdat’ta mı, yoksa Üsküp’te mi bir fazla ehl-i salip çizmesi izi var, bu bahsi halledemiyorum. [YAZARLAR] - Ayşe G. Tunceroğlu - Hicretlerin bakıyyesi... (Rumeli Notları-9) : Türkiye Gazetesi Türkiye Gazetesi Temmuz 27, 2009 (06:06) Ohri Gölü kıyısındaki Struga şehrinin adını ilk defa Yavuz Bülent Bâkiler üstadın muhteşem eseri Üsküpten Kosovaya kitabında duymuştuk. O 1976 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Strugadaki şiir festivaline Türkiyeyi temsilen katılmakla görevlendirilince araştırmaya başlamıştı: Struga Yugoslavyanın neresinde? Struga hangi cumhuriyette? Sonra Yugoslavyanın Ankara Büyükelçiliğinden öğrenmişti. Sonra Struga Şiir Akşamlarında Fazıl Hüsnü Dağlarca ile olan o tansiyonu yüksek muhavereler... Artık Yugoslavya yok. 25 bin kilometrekarelik Makedonya Cumhuriyeti var. (Makedonya adının aslında çok daha büyük bir coğrafî bölgeyi işaret ettiğini, Yunan Makedonyası, Bulgar Makedonyası diye iki parça daha olduğunu söylemiştim.) Struga Ohriye komşu. Rumelide gördüğüm, tıpkı Anadoluda bir kasaba! dediğim kaçıncı yer burası? Bu benzerliği evlerin, dükkânların mimarisi mi yapıyor, insanların fizikî yapıları, kılık-kıyafetleri mi? Binaların arasından görünen minareler mi? Sokakta, çarşıda mutlaka kulağınıza çarpan Türkçemi? Galiba hepsi birden. Sizi hemen saran Türk bir hava var ortalıkta. Struga, ortasından nehir geçen şehirlerden. Ohri Gölünden çıkan Kara Dirin ırmağı şehrin içinden geçip Arnavutluka doğru yoluna devam ediyor. Gölün sularının ırmağa karıştığı, yani Kara Dirinin başlangıç noktası şehrin içinde. Üstünde birkaç köprü. Biri eskice bir tahta köprü ki şiir festivali onun üzerinde yapılırmış. İki kıyıda toplanan şiirseverler dünyanın her yerinden gelen şairleri burada dinlerlermiş. Sonra yine Anadolu kasabaları... Yol boyunca ara sıra küçük şapeller, dağlara dikilmiş haçlar görüyoruz, Anadoluda olmadığımızı hatırlatan. Bir de Anadoluda göremediğimiz kadar orman, gürül gürül dereler. Tekrar Vardar Ovası. Kırçova, Gostivar... Yol tabelâlarındaki isimler alt alta birçok dilde sıralanmış. Sırpça var: Eski Yugoslavyadan kalma. Makedonca var: Devletin resmî dili. Arnavutça var: Güçlü azınlığın dili. Türkçe? Türkçe yok! Olsun, devlet eliyle Türkçe yazılmamış ama her yanda özel sektörün Türkçeleri var. Özel sektörün Türkçelerini Avrupanın başka şehirlerinde de gördüm, İngilterede, Belçikada, Almanyada. Ama oralarda Balkanlar coğrafyasının taşına toprağına sinmiş Türk havası yoktu. Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular içinde olmamızın sebebi de bu hava zaten. Bu coğrafya devlet sınırlarımızın dışında kaldı ama gönül sınırlarımız hâlâ buralardan geçiyor... Bu [YAZARLAR] - Ayşe G. Tunceroğlu - Ohri : Türkiye Gazetesi Türkiye Gazetesi Temmuz 20, 2009 (06:06) (Rumeli Notları-8)
Sofrada kırk çeşit hoşaf ikram etdüler. Hoşaf içmekten şehit olayazdım der Evliya Çelebi Ohriyi anlatırken. Makedonya bereketli bir ülke. Tabiatın cömertliği göz alıyor. Dağlar, vadiler, ormanlar, meyve bahçeleri, ırmaklar... Küçük ülkenin batısında, Ohride bütün bunlara Avrupanın en temiz göllerinden biri olan Ohri Gölünün hârikulâde manzaraları da ekleniyor. UNESCOnun dünya kültür mirası listesine dahil, 358 kilometrekarelik bir göl burası. Denizden yüksekliği 693 metre. Gölün karşı kıyısı Arnavutluk. 56 bin nüfuslu bu sevimli -ve artık turistik- şehirde Osmanlı Türk mimarisi ahşap evler, 9 cami, 1 tekke var. Zeynelâbidin Paşa Camiine bitişik Halvetî tekkesi Pir Muhammed Hayâtî Baba tekkesine gidiyoruz. Bizi Cemal Rahman karşılıyor. Tekkenin sohbet odasına buyur ediliyoruz. Başbakan, cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı dahil, Türkiyeden gelen herkesin ziyaret ettiği bir mekânmış burası. Türkiye sınırları dışında tekkeler millî kültürün devam ettirildiği merkezler, ileri karakollar sayılıyor. Osmanlı zamanında da öyle değil miydi zaten? Gazi dervişler fethedilen beldelere birer tekke kurup toprağı ve gönülleri imar faaliyetine başlarlardı. Cemal Rahman Bey, odadaki, közü tütmekte olan ocağı işaret edip hiç söndürülmediğini söylüyor. (Ocak... Gençler tüpgaz ocağı olduğunu sanmaz herhalde!) Yine ondan öğrendiğimize göre Ohride hutbenin Türkçe okunduğu tek cami burası. Nüfusun yüzde 4ü Türk, yüzde 6 kadarı Arnavut. Çoğunluk Makedon. Bir söz söylüyor Cemal Bey, düşünmeye değer: Kâbede Müslüman olmak kolaydır! Sonra Ohri Türk toplumunun faal isimlerinden sevgili Yıldız Ali. Onunla birkaç sene önce Ankarada Kadınlar Kurultayında tanışmıştık. Engin bir misafirperverlikle koştu geldi. O da bir söz etti ki, düşündüm gittim: Arnavut kızı Türk eve gelin girdiğinde evi Arnavutlaştırır; Türk kızı Arnavut eve gelin gittiğinde Arnavutlaşır. Ohriyi çok sevdim. Ama onu sevdiren göl kıyısında çok şirin bir kasaba olmasından çok oradaki dostlardı. Ne demiş Nâbi: Künc-i gurbet gülşen-i cennet kadar canbahş Dâr-ı gurbette bulunsa âşinâlardan biri. Ya da daha realist olarak Baki: Kişi gurbet diyarında edermiş âşinâdan haz. Ohrideki dostlar içimizi ısıttı ama burası gurbet değil ki? Bu minareler, kubbeler, çeşmeler, hanlar, hamamlar, bu çınarlar ayakta durdukça burası gurbet sayılmaz ki!
[YAZARLAR] - Ayşe G. Tunceroğlu - Bu Niyazi o Niyazi! (Rumeli Notları-7) : Türkiye Gazetesi Türkiye Gazetesi Temmuz 6, 2009 (06:06) Niyazi Beyi biliriz. Herkes bilir. Ne şehittir, ne gazi... diye başlayan meşhur sözün kahramanı! O da buralı. Makedonyalı. Resneli Niyazi Bey... Geyikli Niyazi Bey diye de maruf. Çünkü dağlarda yavruyken bulduğu, yanında gezdirdiği bir geyiği varmış. Hatta geyiğinin adı Rehber-i Hürriyet. Bu Niyazi Bey, İttihat Terakkinin ileri gelenlerinden. İyi bir asker. Vatanperver. Dürüst. Gözü kara. Makedonya desen kaynayan kazan. Niyazi Bey 1897 Türk-Yunan Harbinde büyük yararlık göstermiş. Bulgar ve Sırp komitacılarına aman vermemiş. Bir İttihatçı subay olarak haliyle Saraya kızgın. İkinci Meşrutiyeti Balkanlarda hazırlayanlardan, fedâileriyle dağa çıkarak padişaha isyanı başlatanlardan. Sonra Meşrutiyet... Balkan Savaşında yine kahraman bir subay. Sonra Balkanların elden çıkışı. Yıllarca Makedonya dağlarında yara almadan koşturup duran Resneli, Birinci Dünya Savaşı arefesinde, Rumeli toprakları -İttihat Terakkinin vatansever ve idealist oldukları şüphe götürmeyen, fakat tecrübesiz, siyaset cahili idarecilerinin de gayretleriyle!- elden çıktıktan sonra, Avalonya limanında İstanbula gitmek üzere vapur beklerken, vurulup öldürülüyor. Adamlarından biri tarafından. Bu suikastı kimin planladığı, tetiği çekme emrini kimin verdiği konusunda rivayet muhtelif. Onu İstanbulda istemeyen İttihatçı ileri gelenleri mi, Arnavut milliyetçileri mi? Meşhur söz de, o kadar badire atlatıp bana mısın demeyen bir subayın bu şekilde ölümü üzerine halkın dilinden dökülmüş. Halkımızın, kim olduğunu bilmeden bu tekerlemeli sözle hâlâ dilinde yaşattığı Niyazi bu işte! Resne, şimdiki adıyla Resen, Makedonyada küçük, âsûde bir kasaba. Zaman durmuş gibi burda. Niyazi Beyin metruk konağı vilayet konağı ile karşı karşıya. Şehirde eli yüzü düzgün, ışıltılı, yeni apartmanlar gördük. Alamancılarınmış! Batı Avrupa ülkelerine çalışmaya giden, para kazanan, sonra da vatan toprağında yatırım yapan Makedonyalıların. Halkın büyük çoğunluğu elmacılıkla uğraşıyor. Çok bakımlı elma bahçeleri var. Türküden de belli: Resne kızları elma dizerler, Ohri kızları gölde yüzerler, Üsküp kızları kapıcık kapıcık gezerler. Kızları ve elmaları görmediysek de bembeyaz çiçeklerle bezenmiş dönümlerce elma bahçesi gördük. Şimdi önümüzde Ohri...
[YAZARLAR] - Ayşe G. Tunceroğlu - Makedonya 2009 : Türkiye Gazetesi Türkiye Gazetesi Haziran 29, 2009 (06:06) Makedonya öncelikle coğrafî bir bölgenin adı. Bugün üç ayrı devletin elinde: Bulgar Makedonyası, Yunan Makedonyası ve 1992den beri müstakil bir devlet olan Makedonya. Osmanlının bir vali paşa ile yönettiği Makedonya coğrafyasında bugün üç devlet var. Otobüsümüzün yanı başında Osmanlının döşediği demir yolu gidiyor. İstanbul-Selânik-Üsküp hattı. 1908de Kolağası Mustafa Kemalin, müfettişliğine tayin edildiği demir yolu. Çok bakımlı kiraz ve şeftali bahçelerinden, erguvanlı vadilerden geçerek Yunanistanın Florina şehrinden Makedonyaya giriyoruz. İlk minare sınırda. Makedonya Müslümanları minareleri hayli uzun yaparlarmış. Çünkü dağların tepelerinde haçlar dikili, yol boylarında küçük kiliseler (şapeller) var. Onlarla rekâbet etmek için minareler de normalden uzun. Var olma mücadelesi. Yunanistan Avrupa Birliği fonları ile kalkınmış, kanadı, tüyü düzmüş; sınırı geçip de Makedonyaya girince birdenbire yoksul bir ülkeye geldiğinizi anlıyorsunuz. Evler bakımsız, otomobil modelleri eski. Fakat tabiat öyle zengin, öyle cömert ki! Gür bir orman örtüsü, kara yolu boyunca gürül gürül akan dereler, şelâleler, yemyeşil vadiler... Kuraklık buralara uğramamış. Ülkenin nüfusu Makedon, Arnavut, Türk, Boşnak, Sırp, Ulah, Çingene unsurlarından oluşuyor. Dolayısıyla din, dil, kültür çeşnisi var. Makedon salatası lâfı, tarih boyunca zaman zaman içinden çıkılmaz durumlar meydana getirmiş olan bu karışık nüfusa telmih olsa gerek. Makedonyada ilk durağımız Manastır. Ve Manastırın ortasında var bir havuz.... Çarşıda, küçük bir meydanın ortasında havuza benzer bir şey gördük. O havuz bu havuz mu bilmem. Suyu yoktu. Etrafı iskele ile çevrilmiş, tamirat, tadilât, meydanı güzelleştirme çalışması yapılıyordu. Meydana nâzır onaltıncı asır Osmanlı eseri saat kulesinin tepesine bir haç dikilmiş. Şehrin adı artık Bitola. Ama biz, şimdi müze olarak hizmet veren Askerî İdâdîdeki Atatürk Anı Odasını gezip ziyaretçi defterini imzaladık, sonra da 1506 yılında bina edilmiş, ibadete açık İshak Çelebi Camiinde mihmandarımız Mustafa İsmet Saraçın okuduğu aşr-ı şerifi dinledik. İsimler değişse de Osmanlının bastığı mühür kolay silinmiyor.
[YAZARLAR] - Ayşe G. Tunceroğlu - Değişimler! : Türkiye Gazetesi Türkiye Gazetesi Haziran 22, 2009 (06:06) (Rumeli Notları-5) Yunanistan coğrafyasında yer isimleri büyük ölçüde değiştirilmiş. Bütün Rumeli öyle aslında. Bugün elinize aldığınız haritada tanıdık isimler görmeniz zor. Hemen sınırımızın öte tarafında, yani Batı Trakyada Alexandropoli-Dedeağaç. Sonra sırasıyla Komotini- Gümülcine, Xanthi- İskeçe. Kavala ve Drama aynen muhafaza edilmiş. Ardından Serres-Serez. Thessaloniki-Selânik. Giannitsa- Yenice-i Vardar, Edessa-Vodina. Makedonyaya sınır kapısı olan Florinada değişiklik yok. Gönderde dalgalanan bayrak değişince isimlerin değişmesi yadırganacak birşey değildir. Elbette kendi isimlerini, yahut isimlerin kendi dillerindeki telâffuz şekillerini kullanacaklar. Bu her devletin hakkı ve bayrak gibi, millî marş gibi istiklâl, hükümranlık alâmeti. Coğrafi isimlerdeki değişikliğe söylenecek sözümüz yok. Selânik rıhtımında, eski sahil surlarından arta kalmış, şimdi tek başına bir kule olarak yükselen, Mimar Sinan eseri Beyaz Kulenin, Yunanistan istiklâlini kazandıktan sonra beyaza boyanıp bu renk değişikliğiyle karanlık geçmişine sünger çekilmek istenmesine, şu anda rengi beyaz olmasa da adı öyle kalmış bu kulenin Yunan istiklâlinin sembolü sayılmasına da sözümüz yok. Yalnız bazı değişimler incitici. Selânikin Via Egnetia denen ana caddesi üzerinde, -ki bu cadde İstanbulu Adriyatik sahillerine bağlayan ana yoldur ve Osmanlı Vardar Caddesi demiştir-, şehrin en eski camii, 1468de yapılmış Hamza Bey Camiini iskeleye alınmış gördük. Tamirat vardı. Bu camii yıllarca porno filimlerin gösterildiği sinema olarak kullanılmış. İşte bu değişime itirazımız vardır! Selânikte sinema olacak o kadar bina varken bir mâbedin böyle mübtezel işlerde kullanılması yanlış! Bereket versin, 1997de Selânik Avrupa Kültür Başkenti organizasyonu dairesinde cami restorasyona alınmış. Bakalım tamirat ne zaman biter? Hiç bir dinin mâbedi, o dine ait kutsal sayılan mekânlar o dinin mensuplarını incitecek şekillerde kullanılmamalı. Vardar Nehrinin Egeye döküldüğü deltada kurulu Selânikten sonra sahili bırakıp içeriye doğru dönüyoruz. Rumelinin akıncı merkezlerinden, Evrenos Gazi ve oğullarının türbesi de bulunan Yenice-i Vardar yahut Vardar Yenicesi yolunda Vardar nehri ve ovası ile ilk defa karşılaşıyoruz. Sıla parası kazanılamayan yerler buralarmış!... Bu Makaleyi Arkadaşınıza Gönderin!
[YAZARLAR] - Ayşe G. Tunceroğlu - Selânik... Suyun bulanık... (Rumeli Notları-4) : Türkiye Gazetesi Türkiye Gazetesi Haziran 15, 2009 (06:06) Dâr-ı Yahûd. Kâbe-i hürriyyet. Balkanların Kudüsü. Selânike verilen isimler bunlar. Bir Cuma vakti, otobüsün teybinde ilâhilerle, yemyeşil bir tabiatın ortasından Selânike doğru yol alıyoruz. Atatürkün çocukluğunda dayısının yanına geldiği, karga kovaladığı Langada(Langaza) çiftliklerinden geçiyoruz. Yunanistanda kara yolları boyunca sık sık küçücük kilise maketleri görüyorsunuz. Kimi derme çatma, kimi orta halli, kimi hayli sükseli. Kiminin içinde mum yanıyor. Hepsine küçücük Meryem Ana, Hazret-i İsa figürleri, haçlar yerleştirilmiş. Mevsim paskalya mevsimiydi, bazılarında renkli yumurtalar gördüm. Bunlar kara yolunun o noktasında ölümlü bir trafik kazası olduğunu gösteriyormuş. Kazada yakınlarını kaybedenler o yere böyle bir kilise maketi dikerek, kaybettikleri yakınlarının hatırasını yaşatıyor, geçenlerin onlar için dua etmesini sağlıyormuş. Bir de sürücülerin uyarılması vazifeleri var tabiî: Burda bir kaza oldu, insan öldü, ayağınızı denk alın! Selânik İzmire o kadar benziyor ki?! Kordonboyu, Alsancak, Karşıyaka... Zaten Yunanistana girdiğimizden beri her şehir için aynı şeyi söyleyebilirim. Konuşulan dili duymazsanız, bir de tabelalardaki alfabeyi görmezseniz memleketimizin bir şehrinde sanırsınız kendinizi. Mimarî yapı, yollar, ağaçlar, sokak köpeklerinin bolluğu, esnafın karakteri, insan tipleri... İnsanların çok sigara içmeleri... Sıra sıra kafeleri hıncahınç doldurmuş insanların -üstelik hafta içi gündü- keyifle, kaygısız, telâşsız oturmaları... Tavla şakırtıları... Yunanistanda kafelerde en çok içilen de frappe. Uzun bardaklarda sunulan buzlu, köpürtülmüş kahve. Akdenizlilere biraz tembel mi diyeceğiz, ehl-i keyf mi diyeceğiz, karar veremiyorum! Ayasofyası, Yedikulesi, Tophanesi ile Selânik... İzmirde olmadığınızı hatırlatan sadece kordonboyundaki Beyaz Kule. Şehrin sembolü. İkinci Abdülhamidin sürgünde oturduğu Alatini Köşkü şimdi Selânik valiliği. Bugün müze olarak kullanılan Dönmeler Camii de o civarda. Atatürkün doğduğu ev Türkiye Başkonsolosluğunun bahçesinde. Selânik 482 yıllık Türk beldesi. 1430dan 1912ye. Türkü neden: Selânik, kahbe Selânik... / Çok suyun içtim bulanık Bu Urumeli çok dolanık, / Kalk Akkirmana gidelim diyor. Belli ki birinin canı çok yanmış bu şehirde...
[YAZARLAR] - Ayşe G. Tunceroğlu - Kavaladan Sereze yol gider Rumeli Notları -3- : Türkiye Gazetesi Türkiye Gazetesi May 25, 2009 (06:06) Bizim Rumeli otobüsünde her sabah yola koyulduğumuzda iki dua okunuyordu. İlki sefer duası ki turun idarecisi Mustafa İsmet Saraç Beyden hem Arapça, hem Türkçe olarak dinliyorduk. İkincisini Haluk Dursun Hocadan öğrendik ve dinledik ki o da Yörük duası. Efendim, padişah ovaya otâğ-ı hümâyununu kurmuş, sefer hazırlığı içinde. Belde ileri gelenleri birer dua ile hünkârı selâmlayıp, bağlılıklarını bildirirken hâzırun arasında bulunan bir Yörük de, söz istemiş, bir adım öne çıkıp duasını etmiş: Sevgili Hünkârım, sabah-ı şeriflerin hayrolsun. Yediğin bal ile gaymak, güzergâhın çayır olsun!.. Yörük için en makbul şeylerin ne olduğunu bir kere daha hatırlamış olduk. Buna benzer bir rivayeti de çocukluğumda dinlemiştim: İki yörük konuşuyorlarmış. Biri sormuş, padişah acep ne yer ki? Öteki cevap vermiş: Gara bekmezin koyusuylan soğanın göbeğini yerdir, zaa... (Sondaki zaa için zâhirin Yörükçesi diyebiliriz!) Bu ikisinden daha kıymetli, daha lezzetli bir yiyecek yok nazarında. Kavaladan sonra Drama... Dramanın içinde kurulur bir pazar... Drama köprüsü bre Hasan dardır geçilmez. Dramanın halkı Anadoludan gelen Rumlar. Bizim İzmir havalisinde en çok Kavala, Drama ve Nevrekoptan gelmiş mübâdiller tanımışımdır. (Nevrekopa uğramıyoruz ama yakın, Dramanın az kuzeyinde) Hepsi bu topraklardan gitmiş işte. Onlar gitmiş, bunlar gelmiş. Dramada bizden eser görmek zor. Elimizde Dramanın sadece türküleri kalmış. Dramadan sonra Yörüğün duası mucibince güzergâhımız çayır çimen oldu. Serez yolunda bülbül deresi mesire yerinde yuva kurma, yavru çıkarma mutlulukları yaşayan mevsimin ilk kuşlarını dinledik. Yeşilin en canlı tonları, gelincikler, papatyalar arasında. Sonra Serez... Serez deyince aklıma ilk gelen Şeyh Bedreddin. Ve onun idam edildiği çınar. Çarşıda küçük meydanın ortasında o çınarı görüyoruz. Osmanlı bedesteni arkeoloji müzesi olarak ziyaretçiye açık. Malum çınar da onun hemen önünde. Serezde bir de kubbesi yemyeşil ot bağlamış, dört bir yanını otlar basmış metruk bir cami var: Ahmetzâde Gedik Mehmed Paşa Camii. Mimarî eserler arasında en tahammül edilmeyeni camiler. En iyi korunanlar ise bedesten ve hamamlar...
YAZARLAR] - Ayşe G. Tunceroğlu - Rumeli Notları -2- : Türkiye Gazetesi Türkiye Gazetesi May 18, 2009 (06:06) İskeçenin odunu, yakan bilir tadını... İskeçeden kız alan / Hanım koysun adını. Balkanlar coğrafyasında ilerlerken peşimiz sıra türküler geliyor: Rumeli türküleri... Gittiğiniz yerde, sizden önce oraya varmış bir türkünüzü buluyorsanız orası vatan köşesi demektir. Siyasî coğrafyada elinizden çıkmış olabilir ama gönül coğrafyasında öyledir. Şimdiye kadar gittiğim her ülkede Türk izi aradım. Bulunca sevindim. Balkanlarda Türk izi bulmak kolay. Ama bu buluş insanda karışık duygular uyandırıyor. Hem gurur hem hüzün. Kaybedilenin arkasından duyulan hüzün ve buralarda hâlâ azametle yükselen eserler bırakmış bir ecdada sahib olmanın gururu. Dedeağaçı, Gümülcinesi, İskeçesi ile, Rodop Dağlarının güney ucundan da geçerek Batı Trakyayı geride bırakıp Kavalaya revân olduk. Şehre girişte bizi Mimar Sinanın dimdik duran su kemerleri karşıladı. Bir taraf yemyeşil yamaçlar, yamaç yukarı kırmızı kiremitli küçük beyaz evler, bir taraf Kuzey Egenin maviliği. Kemerler şehrin boynunda gerdanlık gibi. Kavala sevimli bir sahil kasabası. Minaresi yıkılıp çan kulesi haline getirilerek kiliseye çevrilen İbrahim Paşa Camii (Kânunînin sadrazamlarından, Makbul iken Maktul olan Damat İbrahim Paşa), Kavalalı Mehmet Ali Paşanın imâreti ki Mısırlıların maddî desteğiyle otel haline dönüştürülmüş, Kavalalının konağı, şehre hakim tepede yaptırdığı kale, taş döşeli daracık yollar... Kavalalının adı kaleye giden bir sokağa verilmiş. Doğduğu evin önündeki meydana da at üstünde koca bir heykelini dikmişler. Haluk Dursun Hoca geçen yıllarda şahit olduğu bir olayı anlattı. Almanyadan arabalarıyla Türkiyeye gelmekte olan iki gurbetçiye rastlamış burada. İki adam heykele bir süre baktıktan sonra biri ötekine sormuş: Sen biliyor musun kimdir bu adam? Ne yapmıştır? Neden heykeli dikilmiştir buraya? Hoca hiç sesini çıkarmadan, kendini belli etmeden kulak misafiri oluyor. Öteki cevap vermiş. Bilmiyorum. Amma bu bilmem ne adam hayırlı bir adam olaydı, bu bilmem ne adamlar buraya bu koca heykeli dikmezdi. Hoca sansürlü anlattı, ben de sansürlü yazdım. Ve hükmünü verdi: Türkler bilgileri yetmediğinde müthiş bir yorum kabiliyetine sahiptirler. Evet, Yunanistanda heykeli dikilen bir Osmanlı paşası! Ne dersiniz?
Ayşe G. Tunceroğlu ayse.tunceroglu@tg.com.tr 11 Mayıs 2009 Pazartesi Ver elini Rumeli -1- Bir hafta boyunca Osmanlı fütuhat coğrafyasında ecdad izi aradık. İpsala sınır kapısından çıkıp... Osmanlı’nın fetih çıkışlarında üç kol var: Sol kol ki Selânik istikâmeti, orta kol ki Sofya ciheti, sağ kol ki Varna’ya doğru. Bizim güzergâhımız sol kol üzre oldu sayılır. Türkiye-Yunanistan sınırını burada Meriç Nehri üzerindeki uzun köprü çiziyor. Köprüden geçince Yunanistan topraklarındayız. Sınıra yakın köylere “minaresi olmayan köyler” dedi mihmandarımız Haluk Dursun Hoca. Yunan hükûmeti sınıra yakın bölgedeki Türk köylerini daha içerilere taşıyıp onlardan boşalan yerlere Rumları iskân etmiş. İpsala’dan çıktıktan 40 küsur kilometre sonra Yunanistan’daki ilk durağımız Dedeağaç oldu, sonra Gümülcine, İskeçe. Seçilmiş müftü Merhum Mehmet Emin Aga ile özdeşleşen İskeçe Müftülüğü binasını, müftünün mütevazı evini ziyaret ettik. Yabancı topraklarda değiliz! Dağların yemyeşil eteklerinde beyaz minareli köyler, şehir çarşılarında Türkçe tabelalar, bize benzeyen insanlar. Anadolu’daki kasabalara gelmiş gibiyiz. Hatta Gümülcine girişindeki Türk şirketine ait mobilya mağazasını görünce “İstikbal Mobilya bizi istikbal etti” demekten kendimizi alamadık. Batı Trakya’nın sınırını çizen Karasu (Netsos) Irmağını geride bırakıp Makedonya coğrafyasına (coğrafî Makedonya, devlet değil) giriyoruz. İstikâmet Kavala! Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan arasındaki mübadelede Karasu Irmağı sınır teşkil etmiş. Karasu’nun batısında kalan bütün Müslüman Türkler Türkiye’ye gönderilmiş, karşılığında Anadolu’daki Ortodoks Rumlar da Yunanistan’a. Dolayısıyla ırmağın batısındaki şehirler, köyler Türk yerleşim yerleri değil artık, “Batı Trakya” değil. Ama Türkçe bilen çok. Bugüne kadar gittiğim ülkelerde halk çat pat İngilizce bilirdi, Yunanistan’da halk çat pat hatta bazen iyi derecede Türkçe biliyor. Bir kısmı mübadele Rumları ve onların çocukları, yani Anadolu’dan göçenler; bir kısmı da turizm ve komşuluk münasebetleriyle öğrenmiş. Otobüsümüz yürüyen dershâne... Haluk Dursun Hoca, verdiği tarihî bilgilerle, daha da önemlisi o bilgileri anlatışındaki lezzetle gezinin kıymetini bir misli arttırdı.
|