Anasayfa   İletişim  
Reklam  
-->
   
 
 
   
Google
   
   
    
 
 
 

 
 
 
 
 


Rum

Anadolu'da her Ortodoks aslında Rum degil, Türk'tür!



KONVANSİYONLAR: RUM VE RUMELİ
RUM

"Rum" etimolojik ve tarihsel kullanılışıyla Roma'dan kaynaklanmıştır. Bu sözcükle "Roma İmparatorluğu", "Roma İmparatorluğu'nda yaşayan kimse", "Arap ilinden başka ilden olan kimse", "Anadolulu", "Osmanlı" gibi anlamların karşılığıdır. Örneğin, "Rum Selçukluları (Anadolu Selçukluları)" ve " Rumeli (Osmanlı Devleti'nin Avrupa'daki toprakları)" gibi.

Rumluk ırki birlikten yoksundur. Çeşitli kavimler dinleri bakımından "Rum" adıyla anılmışlardır. Mezhep bakımından Sırplar, Bulgarlar ve Ulahlar Ortodoks olduklarından Rum Cemaati (Rum Milleti) kabul edilmişlerdir. Onların yaşadığı Balkan toprakları da Türkler tarafından " Rumeli " olarak adlandırılmıştır. "Yunanlılık" ve "Rumluk" aynı şey değildir. Yunanlılık Kuzey Yunanistan'a ve Mora çevresiyle sınırlıdır. Buna karşın daha geniş bir anlamı olan Rumluk, bir toplum ve ülkeler anlayışını ifade eder. Batı Anadolu, Adalar-Kıbrıs dahil ve Rumeli Yarımadası gibi daha geniş bir alan Rumlukla ilgilidir. Tarihçi İsmail Hami Danişmend'in bu konuda değerlendirmesi şöyledir:

"Yunanlılık fikri, Rumluk fikriyle başlamıştır. Kuzey Yunanistan'la Mora çevresine sınırlı olan Yunanlılığa mukabil Batı Anadolu, Adalar ve Rumeli 'nin çeşitli taraflarına yayılmış olan Rumluk daha geniş bir camiadır; her ikisi de ırki birlikten tamamıyla yoksundur; bütün Rum-Yunan toplumu bir mezhep ve dil birliğinden ibarettir. Bilhassa mezhep bakımından ilk zamanlarda Sırplarla, Bulgarlar ve Ulahlar bile Rum toplumuna mensup sayılmıştır. İşte bu durumdan ötürü yukarıdaki fıkrada Batısı geçen "Hetairia"ların gayesi Ortodoks istiklali ve Bizans İmparatorluğu'nun ihyası şeklinde ortaya atılmıştır(20)." Buna göre; Yunanlılar, Ortodoksluk mezhebine mensup Yunanlı olmayanlara da sahip çıkarak, güçlerini aşan bir davayı sürdürmeye çalışmaktadırlar. Çapı büyük Rumluk ve Bizans hülyası tarihi gerçeklere göre 1821'de Balkanlar da -özelikle Romanya'da- akamete uğramış, Yunan isyanı ile mevzileşerek Yunanistan ve bazı Ege adalarında Yunanlılık düşüncesine dönüşmüştür. Bizans, Yunanlı olmaktan uzak, özellikle Anadolu kavimlerinin Hıristiyanlık potasında yoğrulmasıyla meydana gelen bir devlettir ki, Anadolu uygarlığını ifade eder. Bizans'a Yunanlıların sahip çıkmaya çalışması tarih gerçekleriyle bağdaşmaz,

Rum Kimdir? Rum, dar anlamıyla Romalı demektir. Roma İmparatorluğu'nun vatandaşı olmuş ve Roma'nın parçalanmasıyla Doğu Roma kültür dairesi içinde kalmış Anadolu halkına Araplar tarafından Rum denilmiştir. Bu topluluk ırk ve kültür bakımındn homojen değildir. Ortak özellikleri Bizans dili olan Grekçe'yi konuşmak ve yine doğu kilisesinin mezhebi olan Ortodoksluğu benimsemek olan bu ulus çeşitli ırkların bir karışımıdır. Rum denilen topluluğun içinde eski Hitit kalıntılarından asimile olmuş Çingenelere kadar pek çok kavim mevcuttur. Fenikeli Samiler, Frigyalı Ariler, Nomadic Turaniler... bu ulus tam bir imparatorluk bakiyesidir. Kıbrıs Rumlarındaki etkin Sami kanı, Arabic fizyonomilerde doğrudan gözlemlenebilir düzeydedir. Anadolu ve Kıbrıs Rumlarının Greko-Roman kültürü, üç süreçte oluşmuştur:

1- MÖ 1000 yıllarında başlayan Yunan kolonizasyonu. (Tahminen bugünkü Rumların %10'u)

2- MÖ 300'lerde başlayan Hellenistik sentez dönemi. (Tahminen bugünkü Rumların %20'si)

3- MS 400'lerde başlayan Bizantinist kaynaşma ve yeni Grekleşme dönemi. (Tahminen bugünkü Rumların %70'i)

Bugün Rumları bir arada tutan Fener Patrikhanesi ve Ortodoks mezhebinin getirdiği mensubiyet duygusudur. Bu durumda Rumlar'a millet demektense ümmet demek daha akılcı görünmektedir.

Yunan Nedir? Yunan veya Yonan kelimesi ise "İonian"dan gelmektedir. İonian, İyonyalı demektir. İyonya Ege'nin güneyine MÖ 650'den sonra verilen addır. Bugünkü Yunanlılar Saf İonian olamaz. Çünkü İonia'yı kuran Akaları Mora'dan kovalayan Dorlar bugün Mora İsyanını başlatarak Yunanistan'ı kuran Anavatan Yunanlılarıdır. Kısacası Yunan kelimesi bugünün Rumları veya Grekleri için bir lükstür. Hele de Büyük İskender(Makedon'dur) çağının kültürünü, Hellenizm'i hatırlatan Hellas ismini kullanmaları apaçık bir küstahlıktır. Yunan sözünün Türk sözlüğünden silinmesi gerekir. O'nun yerine Rum daha uygundur. Bunun aksini söylemek "aşure"ye "nohut yahni" demek gibidir. ( http://www.turkmilleti.net/cyp/kibris4.html )

Bu kitapta düzen birliğini sağlamak üzere, Elen, Rum ya da Grek sözcükleri yerine, sistemli bir şekilde Yunanlı sözcüğünü kullanmayı yeğledik. Dünyanın her yerinde tarih, tarih yazımı esnasında var olan devletlerden itibaren yazılır. Yine de Bizans-Osmanlı dünyasında Rum sözcüğü yukarıdakilerden tek kullanılanı idi. Bizanslı terimi bir Batı ürünüdür.Örnek olarak, Yunan milletinin tarihçisi Konstantinos Paparrigopulos' un (1815-1891) Sakızadalı bir entelektüel olan G. Zolotas' a (1845-1906) 1 Temmuz 1886' da gönderdiği mektupta yazdıklarına bakalım: “Sevgili dostum Zolotas, tarihçilerimiz ve Orta Çağ vakanüvisleri arasında yaptığım tüm araştırmalara rağmen, bunların, senin istediğin Bizanslı sözcüğünü kullandıklarına rastlamadım. Romaios (Romalı, Rum, çoğulu Romaioi), Graikos (Grek, çoğulu Grakoi) ve sonlara doğru da Hellen (Elen, çoğulu Hellenes) sözcüklerini kullanıyorlarmış. Yani korkarım Byzantinos (Bizanslı, çoğulu Byzantinoi) sözcüğü Batılıların bir icadıdır ve biz de bunu cahilliğimizden kabul ettik.”

1872'de yayınladığı Historia tu Helleniku Ethnus (Yunan Milletinin Tarihi) adlı kitabın üçüncü cildinin girişinde Paparrigopulos şöyle yazmaktadır : Bugün kendimize Hellenes (Elenler, yani Yunanlılar) adını vermekteyiz. Orta Çağ boyunca başrolü oynamış olanlara ise Byzantinoi (Bizanslılar) demekteyiz. Ama onlar bu adlandırmayı kabul etmiyorlar, kendilerine Romaioi (Romalılar, yani Rumlar), Graikoi (Grekler) ve 11.yüzyıldan itibaren de Hellenes (Yunanlılar) diyorlardı. Byzantinoi (Bizanslılar) sözcüğü ise yalnızca Batı'da egemen olarak kullanılıyordu ve çeşitli aşağılama anlamlarını içeriyordu.”

Aslında İmparatorluğun tarihini nitelemek üzere Byzantion ismini ve Byzantinos sıfatını ilk kez, Alman tarihçi Hieronymus Wolf 1562'de -yani İstanbul'un Frenk sömürüsünden kurtuluşundan 109 yıl sonra- kullanmıştı. Bu adı, İstanbul'a Antik Çağ'da -Büyük Konstantinos M.S 330'da şehre kendi adını vererek Konstantinupolis yapana dek verilen adlandırmadan almıştı.

Bizans İmparatorluğu kendini hep kısaca Roma (yani Rum) İmparatorluğu olarak adlandırıyordu. Yani kendini Doğu Roma bile kabul etmiyordu. Çünkü zihninde hiçbir zaman bir diğeri varolmamıştı. Şarlman'ın M.S. 800 yılında, sonraki binyıl boyunca Kutsal Roma Cerman İmparatorluğu adıyla anılacak devlet kişiliğinde Roma İmparatorluğu'nu yeniden kurma iddiası Bizanslılar tarafından, barbar Frenklerin bu ünvana gayri meşru şekilde ve zorbaca sahip çıkma çabası olarak görülecekti. Frenkler ise, iğreti bir şekilde üzerlerine aldıkları ünvanı, küçümsercesine Grek İmparatorluğu adını verdikleri meşru sahiplerine layık görmemekteydiler. 11.yüzyılda başlayan ve Ortodoks Rumların ve Müslümanların aleyhine çalışan Katolik Haçlı Seferleri, Frenklerin Konstantinupolisli Greklere (Yeni Roma'ya ) karşı duydukları nefreti büyük miktarda artıracaktı.

Tüm bunların tersine, Türkler de dahil olmak üzere Arabölge'deki hiçbir halk Bizans İmparatorluğu sakinleri için kullanılan Romaios (Romalı ya da Rum) adlandırmasının niteliğinden şüphe duymuyordu. İşte bu nedenle;

•  Ege Denizi'nin iki yakası arasında uzanan Rum alanının ortak uygarlığını işaret etmek üzere, kişiler (örneğin Mevlana Celaleddin-i Rumi) ve kurumlar (örneğin Rumi Selçuklu İmparatorluğu ya da -aynı Bizans gibi- Diyarı Rum adını alan Osmanlı İmparatorluğu ve Sultanı Rum sıfatını taşıyan Osmanlı İmparatoru) Rum sözcüğünü kullanıyorlardı.

•  Bugün Atina'daki devletin halkı, aynı; halk kültürünü nitelemek üzere Hellenismos yerine Romiosini (Rumluk) sözcüğünü, resmi dilin adı olan Hellenika (Yunanca) yerine Romaika (Rumca)'yı kullandığı gibi, resmi dilde geçen Helen (Yunanlı) sözcüğüne kıyasla Romaios isminin popüler eşdeğeri olan Romios (Rum) sözcüğünü tercih etmektedir. Zaten bu Romios sözcüğü, bugün Yunanistan' da sınırlayıcı Hellen (Yunanlı) terimini reddeden dinci gelenekçiler tarafından özellikle beğenilmektedir. Çünkü onlara göre, anadili ister Arapça, ister Bulgarca, isterse de Arnavutça olsun, Rum ortodoks dinine mensup olduğu sürece herkes Romiostur.

Bölgenin Batılılaşmasından önce, aynı Yunanlılar gibi Türkler de -İtalya Yarımadasını hiç de çağrıştırmayan - Rum sözcüğünü kullanmakta tamamen haklıydılar. Ama Batılıaşmayı takiben sanki her iki kullanım da Rum sözcüğünün ifade ettiğinden farklı gerçeklikleri tanımlıyormuş gibi; Anadolu' daki antik kalıntılara Romen (Romalı) Yunanistan'dakilere ise Yunan sıfatı eklenecekti. Örneğin, bugün, Yunanistan'dan gelen Yunanlı turistler Türkiye Cumhuriyetini, antik kalıntılara Roman (Roma ya da Romalı) adını kasten vererek, Yunan uygarlığının niteliğini unutturmaya çalışmakla suçlamaktadırlar. Yani Türk ve Yunanlıları birbirlerine düşman edenin Batılılaşma olduğu açıktır. Bu sürecin sonucu olarak da iki halk karşılıklı olarak birbirlerine; daha önce kendilerine ortak olan Frenk düşmanlarınca takılan adları yakıştırmaktadırlar. Kanımca bu sözcük savaşını durdurmanın tek yolu, Rum tarihinin içerdiği her şey için günümüzdeki Yunan-Yunanlı terimini kullanmak olacaktır. Bizans-Osmanlı İmparatorluğunda Yunanlı'dan kastedilenin ise, salt Yunan dilini konuşanlar değil, Helen, Bulgar, Sırp, Romen, Arnavut, Arap, hatta Türk olsun, Ortodoks Hıristiyan dinine, Rum Ortodoks milletine dahil edilenler olduğu belirtilmelidir. Bu kitapta Rum Ortodoks terimini, doğrudan doğruya ve yalnızca dinsel “millet”e işaret ettiğimiz durumlar için ayırdık. Sanki iki ayrı halk mevcutmuş gib, Türkiye Cumhuriyeti ve Kıbrıs'ın Yunanca konuşan sakinlerine Rum, Yunanistan devleti yurttaşlarına ise Yunanlı adının verilmesi alışkanlığı, varolan karışıklığı daha da arttırmaktadır. (Türk-Yunan İmparatorluğu, Dimitri Kitsikis)

Sanki biz Anadolu Türkleri, Yunan'a neden Yunan denildiğini biliyormuyuz? Hiç, Yunan'ın İyon'dan, İyonya'dan türemiş olabileceğini düşündük mü?

Anadolu'daki Yunan kökenli insanlara da, Doğu Roma İmparatorluğu'nun kalıntısı anlamına gelsin diye Rum dememişmiyiz? (Mehmet Barlas)

RUM , Roma ve Bizans impara­torluklarına delâlet eden bir tâbir olup, bâzan “romalılar devleti” için, bâzan da “Bizanslılar” için kullanılmıştır. Orta Asya'da da, bu tâbir Roma devleti mânasına gel­mektedir. [ Eski türk âbidelerinde geçen purum (romalılar) kelimenin part dilindeki şekli from olup, buradan sogdcaya geçmiş ve daha sonra pehlevî dilinde hröm şeklini almıştır. Pehlevi dilinde m ünsüzünden önce gelen ö ünlülerinin, VI. asırda, artık o şeklini aldığı müşâhade edilmek­tedir. Buna göre, kelimenin sogdcadan türkçeye geçmesi de bu zamanlara tesadüf etmiş ol­malıdır: früm= türk. Prum>purum. Bu tâbir çincede fu-lin şeklini almış olup, bu dile türkçeden geçmiş bulunmaktadır (tafsilât için bk. H. H. Schaeder, Iranica, a. Fu-lin, Abh d. Cesel. der Wissensch. zu Göttingen, Berlin, 1934 )].

Sonraları kelimenin mânası gittikçe daralmış­tır, önceleri Konya Selçukluları için Rûm-Selçukluları denildiği gibi Osmanlıların ilk devrin­de Amasya ve Sivas bölge­leri de bu ad ile anılmıştır. Anadolu ise, mer­kezi Kütahya olan bir eyâlete delâlet ederdi. Eski Yunanistan ( krş. İskender-i Rûmî, yâni büyük İskender, Roma İmparatorluğunun şark kısmı ile Bizans için kullanılan bir tâbir olan Rûm (bir de urum) Türkiye'de yünânîyân ( yâni lyonyalılar) denilen eski helenler yerine ye­ni yunanlılara delâlet eden bir kelime olmuş­tur. Rum tâbiri bir zamanlar hattâ umumiyet­le Türkiye yerine de kullanılmıştır; krş. msl. Rûm padişahı. Rûmi tâbiri sonraları kötü mâ­na almıştır: rûm-meşreb, rûm mizaçlı, vefa­sız, sebatsız, kararsız”. (Franz Babinger.)

Rum, urum olarak da bilinir, Müslümanla­rın Anadolu'da ve Roma ile Bizans impara­torluklarının yayılma alanında yaşayan Or­todoks Hıristiyanlara verdiği ad. Romanoi (Roma Devleti) ya da Romania (Roma Ülkesi) sözcüğünden geldiği sanılır. Sözcüğün kullanılışı Kuran'daki Rum su­resine değin iner. Sözcük Göktürklerce “Urum” biçiminde Anadolu ve Bizans dev­letlerini belirtmek için kullanılmıştır. Ana­dolu, Türklerin burada yerleşmeye başladı­ğı 10. ve 11. yüzyıllarda Türkler ve Ortado­ğu Müslümanlarınca yaygın olarak Rumiye ya da Diyar-ı Rum olarak adlandırılıyordu. Bu nedenle eski kaynaklarda Anadolu Selçukluları, “Selçukiye-i Rumî” adıyla ge­çer. Anadolu'daki kentler de “biladü'r-Rum”, “memalik-i Rum”, “kişver-i Rum” olarak anılır. Anadolu'nun fethine ve Türk­leşmesine öncülük edenlere ise “gaziyan-ı Rum”, “abdalan-ı Rum”, “ahiyan-ı Rum” denir. Osmanlı döneminde Sivas ye yöresi­ne Rumiye-i Suğra (Küçük Rum Ülkesi) ve Eyalet-i Rum (Rum Eyaleti, sonradan Sivas vilayeti) denmiştir. II. Mehmed (Fatih) dönemine (1444-46, 1451-81) değin Osmanlı I Devleti Rum Sultanlığı olarak da anıldı. Öte yandan Osmanlılar Trakya'dan başlayarak Avrupa yakasında fethettikleri toprakları Rumeli olarak adlandırdılar. Osmanlı döneminde ayrıca Batı Anadolu, Adalar, Trakya ve Balkanlar'daki Ortodoks Hıristiyanlara Rum dendi. Osmanlı padişahları genel olarak gayrimüslimler içinde Rumlara bazı üstünlük ve ayrıcalıklar tanıdılar. İstan­bul'da Fener Rum Patrikhanesi'nin kurul­ması, Fenerli Rumların Osmanlı Devleti'nde etkin görevler üstlenmeleri, Rumlarca yürütülen ticari etkinlikler bu ayrıcalıkları gösterir.

Rum cemaatinin Osmanlı yönetimine olan bağlılığı 18. yüzyılın sonlarında Rusya'nın Ortodoks Osmanlı tebasını koruma altına alma siyasetiyle sarsılmaya başladı. 19. yüzyıldaki Mora Ayaklanmasının, ayrıca Ethniki Hetaireia ve Mütareke döneminde Mavri Mira örgütlerince yürütülen eylemle­rin bu gelişmede önemli rolü oldu. Kurtuluş Savaşı sırasında önemli Rum kesimleri iş­galci Yunan kuvvetleriyle birlikte hareket ettiler. 1923 Lozan Antlaşması uyarınca Anadolu'daki Rumlarla Yunanistan'daki Türklerin büyük bölümü karşılıklı değişti­rildi (bak. Ahali Mübadelesi). İstanbul Rumları ile Batı Trakya'daki Türk azınlığı ise mübadele dışı tutuldu.

RUM, İslâm kaynaklarında Rum kelimesi Romanoi "Ro­ malılar Devleti" veya Bizanslılar'in kendi ülkelerine verdik­ leri Romania adından muharref bir isimdir. Roma ve Bizans imparatorlukları için olduğu kadar genellikle Anadolu hakkın­ da kullanılmıştır. Rum kelimesi ilk Türk yazıtlarında da Purum biçiminde geçmektedir. Kelimenin Türkçe'ye Soğdçadan alın­ mış olması muhtemeldir. VI. yüzyılda Göktürkler ile Bizans arasındaki siyasî ve ekonomik ilişkilerin gelişmesi üzerine Türk boyları arasında Urum biçiminde Bizans imparatorluğu topraklarına verilen bir ad hâline gelmiştir. Oğuz istilâsın­ dan sonra ise bilhassa Anadolu'ya mahsus bir isim olmuştur. Bu sebeple Anadolu Selçuklu sultanlığına da Rum Selçuklula­ rı adı verilmiştir: Selâçika veya Selçûkıyye-i Rum. Maamâfih XVI. yüzyıla kadar Ön Asya kavimlerince İranlılar ile Araplar ve Türk aydınları arasında Bilâdü'r - Rum, Memleketü'r - Rum, Di- yâr-ı Rum, Kişver-i Rum biçimlerinde bu yarımadanın ve de bura­ da kurulan Türk devletlerinin adı olmuştur. Hattâ Türkiye Cumhuriyeti teşekkül edinceye kadar Hindistan halkı bu ül­ keyi aynı isimle anmaktan vazgeçmemiştir. Söz gelimi Cem Sultani'ın mektubunda "Sığınub Hakk'a Şâm'un leşgeriyle Rum'a azmitdük" veya 1485 Osmanlı-Kölemen savaşı Türkçe kay­naklarda "Ceng-i Rumu Arab" biçimlerinde geçmekte ve aynı kavramı ifade etmektedir. Kütahya merkez olmak üzere Ana­ dolu eyâleti kurulduktan sonra Rum deyimi Osmanlı devlet teşkilâtında bütün Anadolu için değil de bu yarımadada bazı kesimleri tanımlayan bir anlam kazanmıştır; Rûmiyye-i Suğrâ, Vilâyet-i Rum ve Erzurum. Ama Osmanlı devleti XV. yüzyıl sonlarına kadar Arap kaynaklarında yine aynı adla yer almış, Niğbolu zaferinden sonra Mısır'daki Abbasî halî­ fesinin Osmanoğulları'na sultanlık tevcihi ile ilgili menşu­ runda da Yıldırım Bâyezîd'e Sultân-ı İklîm-i Rum unvanı veril­ miştir. Anadolu sözünün coğrafî kapsam itibariyle özellikle XIX. yüzyılda giderek yarımadanın tümüne doğru genişle­ mesi üzerine Rum adı yavaş yavaş unutulmuştur. 1918'den sonra ise bütün yarımada, Van'dan Üsküdar'a değin doğu kesimlerini de içine alarak bütün Asya Türkiye'sinin yerel karşılığı olarak benimsenmiş ve Rum deyimi kesinlikle bırakıl­ mıştır.

Rum kelimesi aynı zamanda Yunanlaşmış (İon) bütün Anadolu ve Balkanlar eski kavimlerinin de ortak adı olmuş­ tur. Yeni Yunancayı (Rumeka/Rumca) konuşan ve Ortodoks mezhebinde olan bütün Osmanlı teb'asına Müslüman Türk­ lerce verilen bu ad, Türkçe konuştukları halde Ortodoks mez­ hebinde olan etkin gruplara da teşmil edilmiştir: Karaman Rum'ları gibi. Rum'lar Osmanlı imparatorluğunda reâyâ ve ehl-i zimmet hukuku içinde öteki Müs­ lüman olmayan teb'a ile aynı haklara sahip olmakla beraber, bu çeşit teb'anın önde gelen grubu olarak daha farklı bir değer taşımışlardır. Devletçe kendilerine ticaret, denizcilik v.b. konularında bazı kolaylıklar öngörülmüştür. Devşirme usûlü ihdas edildikten sonra Kapukulları arasına alınacak gençler arasında gerek Rumeli'de, gerek Anadolu'da yaşayan Rum'lar ön planda tercih edilen bir etnik grup olduğu gibi, Fâtih'in istanbul'un fethinden sonra Rum kilisesini yeniden teşkilâtlandırması Rumlara verilen ödünlerin bir başka örne­ ğidir. Osmanlı devletinde dış politikasında Rum asıllı tercüman­ ların kullanılması, Fenerli Rum beyleri, Eflak ve Boğdan bey­ liklerine Rum soylularının atanmaları, Avrupa devletleriyle ya­ pılan barış andlaşmalarında dahi Rum asıllı kimselerin Osmanlı delegeleri arasında görev almaları, söz gelimi İskerlet oğlu Alexandre Mavrokordato'nun Karlofça görüşmelerinde ter­ cüman ve ikinci delege oluşu, Osmanlı devletinin bu etnik gruba gösterdiği müsamaha ve verdiği değerin ne ölçüde ol­duğunu açıklamaktadır. Ayrıca Osmanlı devlet adamları ara­ sında da Rum asıllı pek çok kimse yer almıştır. Bunlardan 10 kadarı vezîr-i âzam derecesine kadar yükselmişlerdir. Osman­ lı devletinin Rum etnik grubuna takındığı bu tavra karşılık Rumlar gizli gizli eski Bizans imparatorluğunu yeniden can­landırma emelini kendi aralarında yaşatmışlardır. Patrikhane ile Ortodoks kiliseleri Megalo İdea denilen bu hayâli canlı tutmuş ve nesillerden nesillere intikalini sağlamıştır. Rus çarı Petro'nun Osmanlı devletine karşı yürütmeye giriştiği politi­ ka, daha sonra Çarlık Rusya'sının temel politikası olunca, Rum'lar bu güçlü devletin desteğini de kazanmış oIdular. Ruslar ilk defa 1768-1774 Türk-Rus savaşında Mora ve Ege ada­ larındaki Rum'ları fiilen Osmanlı idaresine karşı harekete ge­ çirmeye muvaffak oldular. 1774 Kaynarca andlaşmasının 7. maddesi ile de Rusya, Osmanlı devletinin Ortodoks teb'asının istek ve tutumu konusunda bir çeşit müdahale hakkına sahib olunca, Rum'ların Osmanlı idaresine karşı tutumları daha baş­ ka bir gelişme gösterdi. II. Ekaterina, ikinci Türk savaşı (1787- 1791) başında Odesa'da müttefiki Almanya imparatoru II. Josef'in "Büyük Grek projesi" denilen çok geniş hayalî prog­ ramını kabul etmiş ve kendi torunu Konstantin'in imparator­ luk tahtına oturtulması şartıyle Bizans imparatorluğunu can­ landırmaya azmetmiş idi. Ancak Fransa ihtilâlinin Avrupa'ya yayılması, Rus ordularının Birinci Türk harbinde olduğu ka dar Türkler'e karşı başarılı olamamaları bu hayâli suya dü­ şürmüştü. İhtilâl savaşları sırasında Sultan III. Selim'in ta­rafsız bir politika izlemesi ise Osmanlı bandırası altında ti­ caret yapan Rum gemicilerinin Fransa'ya karşı uygulanan ablu­ kadan yararlanmalarına fırsat verdi. Böylece zenginleşen ada­ lar ve Mora Rum'ları Fransız ihtilâlinin getirdiği fikirlerden de aldıkları heyecanla bağımsız bir Yunan devleti kurma haya­ llini geliştirdiler. Buna göre teşkilâtlanmaya ve hazırlanmaya başladılar. Napoleon savaşlarının Yunan denizine değin yayılması ve Yedi ada cumhuriyetinin kuruluşu Osmanlı imparatorluğunun hemen hemen her vilâyetinde yaşayan Rum'Iarın Türk idaresine karşı başkal­ dırmalarına sebeb oldu. Bu kez eski Yunan kültürüne hayran batılı düşünce adamla­rının oluşturduğu kamu oyu ile İngiltere ve Fransa hükü­ metlerinin de desteğini sağlayan Mora yarımadası ve bir kı­ sım ada Rum'ları böylece müstakil devletlerini kurmuş oldu­ lar. Yeni Yunanistan Rum kilisesinin yüzyıllar boyunca yaşat­ tığı Megalo İdea'yı Türkiye'ye karşı tutacağı politikada esas aldı. Bundan sonra İngiltere, Fransa ve Rusya'nın devamlı müzahereti ile Türkiye hakkında mütecaviz bir politika izledi. Osmanlı hükümetlerinin karşılaştığı her buhranı fırsat bildi. Bu politikanın en son tezahürü ise Türk İstiklâl sava­ şı olmuştur. Bu savaşın başında kilise ve Türkiye Rum'ları o den­ li kendilerini kaybetmiş bulunuyorlardı ki, İznik metropolidi Gerrasimos Türk kalmayıncaya kadar soy kırımından söz edebilmekte, İstanbul patrikhanesi ise Rumları bundan böyle Osmanlı vatandaşı saymamakta idi. Bu politik gelişme en so­ nunda Türk devletinin radikal bir çözüme yönelmesine yol aç­ tı. Bu da Anadolu Rum'larının yurtlarını terk etmelerine sebeb oldu. Yeni Türkiye kurulduktan sonra Batı Anadolu'dan sa­ vaş sonu kaçamayıp kalan Rum'Iarın da Yunanistan sınırları için­ de yaşayan Türk ve Müslümanlara karşılık Türkiye'den çıkar­ tılmaları İle sonuçlandı. 1924 anlaşmasına göre yapılan mü­ badelede etnik menşe yerine din unsuru temel ilke olarak alındığından Konya, Niğde, Kayseri bölgesinde yaşayan Orto­ doks Türkler de Rum sayılarak yurt dışı edilmiş, buna karşılık Yunanistan'daki çeşitli Müslüman topluluklar Türkiye'ye kabûl edilmişlerdir. Sadece İstanbullu Rum'lar Batı Trakya Türkler'ine karşılık Türk vatandaşı olma hakkını koruyabilmişlerdir. Bu­ gün Rum adı sadece İstanbul Fener Patrikhanesine bağlı Orto­ dokslar için kullanılmaktadır. Son yıllarda ise Kıbrıs Ortodoks topluluğu da Rum sözü ile anılır olmuştur. (İ. Parmaksızoğlu)

Rum ateşi , greguvar ateşi olarak da bilinir, ortaçağ ve öncesinde savaşlarda kullanılan çeşitli yanıcı bileşimlerin genel adı. Terim daha çok, 7. yüzyılda Bizans Rumlarının bulduğu bir karışım için kulla­nılır. Aslında petrol kökenli bir karışım olan Rum ateşi Bizans imparatoru IV. Konstantinos döneminde (668-685) Suriyeli bir mülteci tarafından bulundu. Ateş doğru­dan kazanlardan ya da borular aracılığıyla fırlatılıyor, anında alev alıyor ve suyla söndürülemiyordu.

673'te İstanbul'a saldıran Arap donanma­sına, Bizans gemilerinin pruvalarına yerleş­tirilmiş borulardan fırlatılan Rum ateşleriyle büyük hasar verildi. Rum ateşi daha sonra III. Leon tarafından 717'de Arap saldırılarına, I. Romanos Lekapenos tara­fından da 10. yüzyılda Rus donanmasına karşı kullanıldı. Etkililiği ve kullanışlılığı nedeniyle Bizanslılarca çeşitli düşmanlarına karşı kullanılması, imparatorluğun varlığını uzun süre sürdürmesinde önemli rol oynadı. Rum ateşini oluşturan karışımın formülü gizli tutulduğundan, günümüzde de tam olarak bilinmemektedir.

Rum Eyaleti , merkezi önce Amasya, sonra Sivas olan Osmanlı eyaleti.

15. yüzyıla değin Rumiye-i Suğra (Küçük Rum Ülkesi) olarak anılan ve merkezi Amasya olan eyalet, Yukarı Kızılırmak ve Yeşilırmak havzalarını kapsıyordu. Güney­doğudaki Divriği ve Arapkir'in 1516'da Osmanlı topraklarına katılmasından sonra yeni bir tahrir yapılarak Sivas merkez olmak üzere Eyalet-i Rum adıyla daha geniş bir eyalet oluşturuldu. Eyalet en geniş sınırlarına ulaştığı 16. yüzyılda Sivas (paşa sancağı), Amasya, Tokat, Çorum, Kayseri, Canik (Samsun), Divriği, Arapkir ve Bozok (Yozgat) sancaklarını içine alıyordu. Eyalet beylerbeyinin hassı 900 bin akçe, sancakbeylerininki 200-350 bin akçeydi. Eyalette 109 zeamet, 3.021 tımar vardı, izleyen dönemde Celalilerin eylemleri, İran'daki Safevi yönetiminin Şii-Alevi propagandası ve göçebe Türkmen boylarının yol açtığı sürekli huzursuzluk eyalet topraklarının yeterince güvenlik altında tutulmasını güç­leştirdi. Bunun üzerine 17. yüzyılda eyalet sınırları Sivas, Amasya, Bozok, Divriği, Canik, Çorum ve Arapkir'i kapsayacak biçimde daraltıldı. Ama yeni düzenlemeyle de güvenlik sağlanamadı. Küçük çeteler Çorum'dan Malatya'ya uzanan yollan kese­rek, köy ve kasabaları basarak sürekli bunalım ve güvensizliğe yol açtılar. Bu durum Sivas'tan ve sancaklarından göçlere neden oldu. Rum Eyaleti 19. yüzyılda Sivas vilayetine dönüştürüldü.

Rum Mehmed Paşa Camisi , İstanbul'da Şemsi Paşa semtinde, II. Mehmed'in (Fa­tih) vezirlerinden Rum Mehmed Paşa'nın 1471/72'de yaptırdığı cami. Beş kubbeli bir son cemaat yerinden geçilerek girilen dikdörtgen planlı ibadet mekânı, yaklaşık 11 m çapında bir kubbe ve onun kıble tarafında yer alan aynı büyüklükte bir yarım kubbe ile örtülüdür. Yarım kubbenin altın­da döşeme biraz daha yüksektir. Kubbeli bölümün iki yanında ikişer tane daha küçük kubbeli kanat mekânı yer alır. Bu plan düzeniyle cami, daha geç tarihli (1496) Atik Ali Paşa Camisi'ne benzerse de, yan mekânların orta mekâna katılmayıp yalnız­ca birer küçük kapıyla bağlanması nedeniy­le ondan ayrılır. Rum Mehmed Paşa Camisi'ni, iki büyük kubbeli ve yan kanatlı Bursa camilerinden (çok işlevli, ters T planlı ya da zaviyeli camiler) klasik dönem camilerinin ön örneği sayılan Atik Ali Paşa Camisi'ne geçişte bir basamak kabul etmek daha doğru olur.

Caminin beden duvarları taş ve tuğlayla almaşık olarak örülmüştür; kubbenin otur­duğu dört büyük kemer ise sırf tuğladandır. Bu kemerlerin ortası, alışılmamış bir uygu­lamayla, cami kitlesinden yukarıya, kubbe kasnağı hizasına doğru taşar. Kasnak pen­cerelerinin kemerleri de aynı biçimde kub­be eteğinden yukarıya doğru yükselerek, dalgalı bir etek çizgisi oluşmasına yol açar. Bu özellikleri dolayısıyla bazıları camiyi eski bir Bizans yapısı sanmışlardır.

Rum Mehmed Paşa Camisi, medrese, hamam, imaret ve türbeden oluşan bir külliyenin parçasıydı. Bugün bunlardan yal­nız caminin kıble tarafındaki türbe ayakta­dır. Sekizgen planlı türbede Mehmed Paşa'nın mezarı bulunmaktadır.

RUMCA i. (rum'dan Rum-ca). Rumların konuştuğu dil. || Teşm. yol. Yunanca. || Bugünkü Yunancada ve özellikle Demotikos Yunancasında, bilim diline karşılık, yazı ve konuşma dili olarak kullanılan ortak dil ve lehçelere verilen ad.

RUMBEYOĞLU FAHREDDİN BEY (1867 - İstanbul 1942), Sadrâzam Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa'nın dama­ dıdır. Petersburg'da büyükelçi vekilliği; Hüseyin Hilmi Pa­ şa Viyana'da sefirken onun yanında müsteşarlık ve Çetine'de sefirlik yapmışdır. Hâriciye müsteşarlığında da bulunan Fah reddin Bey, San Remo Konferası'na katılan Ayan Reisi eski Sadrâzam Tevfik Paşa başkanlığındaki hey'ette de vazife gör­ müştür. San Remo Konferansında alınan karar gereğince Os manlı sulh murahhaslarının 10 Mayıs 1920 tarihinde Paris'te bulunmaları Bab-ı âlî'ye resmen bildirilmiştir. İtilâf Devletleri murahhasları ile Osmanlı memâliki hakkında müzakerele­ re katılarak kararları imzalamak üzere 26 Nisan 1920'de Tev fik Paşa başkanlığındaki hey'ete Dâhiliye Nâzırı Reşid, Maârif Nâzırı R.F.B., Mahmud Muhtar ve Operatör Cemil (To­ puzlu) Paşalar tâyîn edilmişlerdir, Hey'et 30 Nisan 1920'de trenle Paris'e hareket etmiştir.

R.F. B., 5 Nisan 1920'de, Hâriciye Müsteşarlığından Dâmâd Ferid Paşa Kabinesi'nde Maârif Nâzırlığı'na getiril­ miş ve 30 Temmuz 1920'ye kadar 3 ay 26 gün Maârif Nazır­ lığı yapmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Haziran 1340 (1924) tarihli toplantısında kararlaştırılan Yüzellilikler listesine (13 sıra numarası ile) giren ve yurt dışına çıkarılan R.F.B., 1938'de çıkan Af Kanunu ile yurda dönmüş ve 1942'de İs­tanbul'da vefat etmiştir. (F. Tevetoğlu)

RUM KÜLTÜRÜ için bakınız: http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum.asp

Fener Rum Okulu , İstanbul'un en eski Rum okulu. Adını bulunduğu semtten alan okulda Rumca ve Türkçe öğretim yapıl­maktadır.

İstanbul'un fethinden önce Ortodoks Patrikhanesi'nin koruması altında öğretim ya­pan okul, 1454'te Matheos Kamaryotis tarafından yeniden düzenlenerek Fener Rum Mektebi adı altında öğretime başladı. Özellikle zengin Rumların öğretim için ayırdığı taşınır ve taşınmaz malların geliri ile varlığını sürdüren Fener Rum Mektebi, İstanbul'un en eski Rum okulu olduğu gibi, kendisinden sonra açılan okullardan daha üstün olan öğretim ve eğitim düzeyini de hep korudu. Rum Ortodoks Patrikhanesi kurallarına göre bütün Rum okulları patrik ve metropolitlere bağlı idiyse de, Fener Rum Mektebi'yle patrikhane arasında öteki okullardan daha farklı ve yakın bir ilişki vardı. Bu nedenle okulun adına patriarhiki (patrikliğe ait) sıfatı ekleniyordu. Okul, Rum cemaati arasında Mekteb-i Kebir (Bü­yük Mektep) adıyla biliniyordu. Bazı Batılı araştırmacılar da yürütülen öğretim progra­mından dolayı akademi düzeyinde olduğu­nu vurguladıkları kurumu Patrikhane Aka­demisi olarak anıyorlardı.

Bugünkü yerine 1883'te taşınan Fener Rum Mektebi'nde Türkçe, tarih, temel ilahiyat ve kilise tarihi, Yunan edebiyatı, felsefe, hitabet, riyazi ilimler, Latince ve Fransızca dersleri okutuluyordu. Daha son­ra bunlara kimya, fizik, iktisat, ticaret ve muhasebe dersleri de eklendi. 1888'de okul­da öğretmen yetiştirmek üzere bir de ilköğretmen okulu şubesi açıldı; bu program 1919'a değin sürdürüldü.

1856 Islahat Fermanı'ndan önce patrikha­nenin seçtiği ve beş metropolitten oluşan bir kurulun yönettiği okul, bu tarihten sonra, patrikhanenin Sen Sinod'u (Meclis) üyele­rinden bir metropolitin başkanlığında, Rumların ileri gelenleri arasından seçilen beş kişilik bir kurulca yönetilmeye başladı. 1923 Lozan Antlaşması sonrasında patrik­hanenin dolaysız yönetiminden çıkarak Rum cemaati arasından seçilen bir mütevel­li kurulunun yönetimine giren okulun büt­çesi, devletin genel bütçesinden azınlık okullarındaki eğitim için ayrılan paydan, cemaat yardımından, taşınmaz mal kirala­rından ve öğrenci ücretlerinden oluşuyordu.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu (1924) ile birlik­te Fener Rum Erkek Lisesi olarak yeniden düzenlenen okul, ilkokulun son iki sınıfı, ortaokulun üç sınıfı ve lisenin üç sınıfı olmak üzere, sekiz sınıflıydı. 1949-50 öğre­tim yılında buna fen kolu eklendi. 1969'da öğrenci yokluğu nedeniyle ilkokul sınıfları kapandı. Fener Rum Erkek Lisesi'nde bu­gün Türkçe ve Türk kültürü dersleri dışında öğretim Rumca yapılmakta, yabancı dil olarak Fransızca, İngilizce ve Latince okutulmaktadır. Rum asıllı Türk öğrenciler ilkokul diplomalarıyla okulun orta bölümü­ne, ortaokul diplomalarıyla da lise bölümü­ne Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı öteki okullardaki koşullarla kaydolmakta, okulu bitirenler Türkiye'deki üniversitelere gire­bilmektedir.

Öğretim düzeyinin yüksekliği nedeniyle uzun yüzyıllar Rum cemaatinin en gözde öğretim kurumu olarak tanınan Fener Rum Okulu, Rumların tüm dünyevi ve dinsel kurumlarının yönetiminde görev yapan me­zunlar vermiştir. Özellikle 16. yüzyıl sonra­sında, Fener Rum ailelerinden gelen Os­manlı tercüman ve baştercümanlarının çoğu bu okuldan yetişmiştir. 1711'den sonra Ef­lâk ve Boğdan voyvodalıklarına getirilen Fenerlilerin büyük bölümü de gene bu okulda öğrenim görmüştür.

Anadolu’daki her Ortodoks aslında Rum değil, Türk’tür
Asya’dan batıya doğru 10. yüzyılda yaşanan göçler sırasında bir kısım Oğuz Türkleri Karadeniz’in kuzeyinden dolaşarak Tuna boylarında yerleşmişlerdi ve sık sık Tuna suyunu geçerek Bizans memleketlerine hücum ederlerdi.
Bu Türkler putperest iken, Bizans’la temas neticesinde Ortodokslaşmışlardı. Zamanla Bizans ordusunda ücretli asker olarak hizmet etmeye başladılar. Cesur ve cengâver olduklarından dolayı ücretli askerin en makbul sınıfından sayılıyorlardı. Alparslan, Malazgirt harbinden sonra onları Anadolu’nun muhtelif yerlerine kitle halinde iskân etti. Lâkin zaman geçtikçe Hristiyanlık tesiriyle kendilerini maalesef Rum sanmaya başladılar.
Ama, dillerini muhafaza etmişlerdi. İşte, Anadolu’da oturan ve Rumca bilmeyen, hatta İncillerini bile Rum harfleriyle ama Türkçe yazıp okuyan ve yanlış olarak Rum sayılan Hristiyanlar, bu Oğuzlar’ın neslindendir. Bir kısmı ise yoğun Ermeni bölgesinde kalmışlar ve Gregoryen mezhebini kabul etmişlerdi: Bunlar da Türk oldukları ve Türkçe konuştukları halde zamanla kendilerini Ermeni sayarlar, hatta Ermeni harfleriyle, ama Türkçe okuyup yazarlardı.

 

KONVANSİYONLAR: RUM VE RUMELİ
Dr.Tamer Yılmaz

Amac nedir? Rumelinin Turkiyeye ait oldugunun saglamlastirilmasi degil midir? Bunun birden fazla yolu vardir.

Rumeli'yi Turkeli yapalim sonra biz bunu kullaniyoruz diye diretelim ki herkes yerli yabanci bu yeni kelimeyi kullansin, sirf biz istiyoruz diye. Oysa bizim uydurdugumuz bir seyi kabul etmeleri, kendi yanlis olarak
yaptiklari bir kullanimi kabul edip degistirmelerine oranla cok daha zordur.

Rum kelimesinin gomulmesi yerine tarihsel ve bilimsel olarak dogru platforma oturtulmasi bence daha uygun olur.

Rum = Romali demektir. Tarihte dogu Roma diye bir devlet yoktur. Sadece Roma vardir. Bizans sehir devleti dahi sonuna kadar Roma Imparatorlugu adini tasimis, bu adla sikke bastirmis, senetler, tapular, hukuki yazilar hep bu kelimelerle ifade edilmistir. Dogu Roma ve Bizans imparatorlugu 17. yuzyildan itibaren batili tarihciler tarafindan kullanilmaya baslanmistir. Bunun da sebebi Roma imparatorlugunu kendilerine uygarlik bazi olarak kabul ettikleri zaman Kutsal-Roma-Germen imparatorlugu altinda Istanbul'a rakip bir Roma yaratmalarindan kaynaklanmaktadir. Kutsal Roma Germen Imparatorlugu Roma'yla alakasi olmayan franklar, germenler, gotlar, vb tarafindan kurulmuslardir. Bu gelismeye Istanbul buyuk itiraz gostermis kendilerinden baska bir olusumun bu adi devlet olarak kullanamayacaklarini bence hakli olarak savunmuslardir. Daha sonra Fatih Sultan Mehmet Roma Imparatoru olarak tac giymistir. Vatikan bile bunu kabul edecegini ancak Fatih'in Italyadaki Vatikani Hristiyanligin tek temsilcisi olarak tanimasini istemistir. Bilindigi Gibi o tarihlerde Vatikanda Roma Katolik Kilisesi, Anadolu'da da Roma Ortodoks Kilisesi var idi. Fatih Tebasinin destegini saglamak icin Ortodoks kilisesine destek vermistir. Roma Ortodoks Kilisesinin Turkcedeki bugunku adi Rum Ortodoks kilisesidir. Ama her nedense 20. yuzyildan itibaren bu ad Ingilizceye "Greek Ortodoks Kilisesi" olarak tercume
edilmektedir ki asil duzeltilmesi gereken, hem de birlesmis milletler ve uluslararasi platformlarda duzeltilmesi gereken ad budur.

Rum adi sade "Anadolu Rumu" gibi bir basite indirgenemez, "Anadolu Yunani" terimi de zaten yanlistir. Bu indirgenme bilhassa bati ve ozellikle Grekler tarafindan yapilmistir. Cunku onlar Grek, Yunan, Rum, Hellen, Kibrisli gibi farkli kavramlarin hepsini birbirine katarak uluslararasi platformlarda "Greek" kelimeisini konvansiyon yapmislardir. Gercek Yunan = Yonan = Ionan = Ionian seklinden turemistir. O halde bir tek bizim kullandigimiz Yunanistan dahi yanlistir ve asil gomulmesi gereken kelime budur.

Anadolu'da Galatlar, Frigyalilar, Capadoccialilar, erken zamanda goc etmis Turkilere hep Roma vatandasligi verilmis ve bunu kiyi kasabalarindaki Hellenlerin Anadoluluyu kucumsemelerine karsi bir tepki olarak seve seve yapmislardir. Yani Rumluk gercek anlamiyla Yunanliliga tepki olarak dogmustur. Anadolu Selcuklu Devletinin gercek adi, senetlerde, tapularda ve resmi yazismalarda kullandigi ad "Anadolu Rum Sultanligi" idi. Okul kitaplarinda bu konular yanlis olarak ogretilmekte, sonucta bu bilgilerle buyuyen gencler maalesef "Rum" sozune karsi antipati beslemektedirler.

Rumeli'ni sirf ideolojik nedenden oturu Turkeli gibi uydurma bir adla degistirmek yerine Rum adinin dayanagi ve anlami herkese anlatilirsa ve gelisi-guzel olarak "Grek" kelimesi ile esdeger olarak kullanilmasina karsi hakli bir mucadele verilirse bence bu daha etkili olur. Yoksa kendi kendimize gelin-guvey olmusuz, kimin umurunda. Rum kelimesi batinin yaptigi tarafgirli yorumlarin ve incelemelerin karsisinda duran anahtar bir kelimedir. Bu kelime giderse, batinin bize besledigi bilgilerin aksini ispat etmek zorlasir.

Uluslararasi konvansiyon yapilan kelime "Helen" kelimesidir. Bu ise ozellikle Ingilterenin marifetidir. Greklerin bu konvansiyona sarilmasi tam anlamiyla armut pis agzima dus olmustur. Ne yapalim Allah kimine petrol veriyor kimine kelek yedirtiyor.

Hatta Grekler, 2. dunya savasini takiben BM'e basvurup isimlerinin "Helenya" olmasi icin dilekce vermislerdir. Ancak Bati devletleri "Dunya uygarligi butun dunyaya aittir" dusuncesi altinda bunu red etmislerdir. Bugun bile Grekistan posta pullarinda "Ellas" yazar ki bu resmi olarak kimse tarafindan taninmaz. Su var ki, Onasisler ve ABDli gocmen Grekler ve Grek asiki batili yazarlar tarafindan Helen = Grek yazmak gayri resmi bir konvansiyon haline gelmistir. Boylece Anadolu'daki hemen her sey de Helen semsiyesi altina sokulmustur. Grek, Yunan, Helen, Rum kullanislari cok guc olmakla birlikte tarihsel ve gercekci bir konvansiyona once Turkcede donusturulmelidir.

Bizim kendi konvansiyonumuz ne olacak? Var olan konvansiyon Batinin bizim icin elimize verip tutusturdugu Orta Asya milliyetciligidir. Bu simdiye kadar hic bir ise yaramamis ve hatta Turkiye'de ve Osmanli'da boluculuk yaratmissa da yeni jeopolitik gelismelerden hem de eskinin ataletinden dolayi kolay kolay vazgecemeyecegimiz bir konvansiyondur. Dikkat ederseniz, Turki cumhuriyetlerle iyi kotu gelismekte olan iliskilerimiz var. Ve meyvalarini da topluyoruz. Ve ileride daha buyuk yararlarini gorecegiz insallah. Simdiye kadar dokunulmamis olan iki adet daha konvansiyonumuz var: Osmanli Imparatorlugu ve Bati ile kultur ve genetik baglarimiz.

Osmanli Imparatorlugu komsularimizla baglarimizin artmasi, iliskilerimizin gelismesi icin bir kaynak olabilir. Mesela kulturel anlamda bir "Commonwealth" benzeri olayin baslatildigini dusunelim. Belirli zaman araliklariyla Osmanli yad edilir, torenler duzenlenir bu torenlere eski "sancak beyleri" davet edilir. Ve Osmanliya yaptiklari katkilardan oturu temsili olarak taltif edilir. Eger komsularimiza onurlandirici bir sekilde yaklasirsak, Osmanli Imparatorlugu eskinin bir baski unsuru olarak gorulmekten ziyade bir kultur olayi, bir araya gelmek icin bir bahane olur.

Bati ile yaklasim ise ayri bir konvansiyon gerektirir: bu konvansiyonu iki alt-konvansiyona ayirayim: Roma ve Keltler. Roma batinin eskiden beri taptigi bir uygarlik. Ketller ve Keltlik nostaljisi ise son 30 yildir tapilan bir olgu. Bizler Galatlar vasitasiyla da Bati ile akrabayiz ki buda yapilan arastirmalarda P5 geni (?) sayesinde kanitlanmistir. Roma derseniz, halk olarak neredeyse 1500-2000 yila yakin uzun bir beraberligimiz var.

Sonucta hangi tarafa yaklasiyorsak ona uyan bir konvansiyon sahibi olmaliyiz. Bunda utanilacak bir durum yok. Bu icinde bulundugumuz ve "artik bolunemez olan" bu karisimimizin, yani gercegin ta kendisi. Tabii bu simdiye kadar bizim ideolojik anlamda alisamadigimiz bir durum. Ne var ki tarihsel, jeolojik, politik, ekonomik velhasil hangi gercekci acidan bakarsak bakalim Turkiye bir koprudur. Turkiye'nin cografi olarak kopru oldugunu nedense kabul etmisiz de genetik, kulturel, linguistik, dinsel, tarihsel, dusunsel olarak kopru oldugunu henuz kabul etmemisiz. Bunun nedeni de "saflik" "irkcilik" teorileridir. Oysa yine Darwinin teorisine siginip karismanin aslinda guzel ve yararli bir sey oldugunu savunabilirz. Aksine kendi icine kapali kalmanin, "ic uremenin" toplumlara her bakimdan bir piclik ve yozlasma getirecegi aciktir. Yani en zayif yanimiz "konvansiyonsuzlugumuz" aslinda en guclu yanimiz olabilir.

Biz ne kadar Turki isek, hemen hemen ayni miktar Batiliyiz, Ortadoguluyuz, Romaliyiz, Keltiz,vb. Sicilya koylerinde "guma" 2. hanim (bkz Sopranolar dizisi) demekse, peynir Anadolu'nun gobeginden Irlandaya kadar "kesh" ise artik bati ile akrabaligimizi inkar etmenin de bir anlami yoktur. Belki bunlarin hepsini bir konvansiyonda toplayarak "En buyuk (yada en zengin) Karisim" diyebiliriz. Turkey: The Great Divide or the Great Union"

Aslinda benim butun bunlari soylememe hic gerek bile yok. Cunku Turkiye'de genel gidisat o yonde. El yordamiyla da olsa olmasi gereken seyler yavas yavas oluyor. (Bu sizin Balkanpazar.net'den dahi goruluyor.) www.galloturca.com da benim sayfam.

Dr.Tamer Yilmaz

 


 

.....
sayfa başına dön


 

 
Nutuk (Sesli ve Görsel)
 
Etkinlik Takvimi
, 2024
PzrPztSalÇrşPrşCumCts
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31
 
 
 
 
 
Copyright Aralık 2002 © balkanpazar.org
tasarım ve uygulama Artgrafi.net