TRAKYA BÖLGESİ
- Edirne, Balkan Ticaret Merkezi projesinde ısrarlı, Dünya Gazetesi, 8 Haziran 2006
- Edirne için kenetlenmeli, 20 Nisan 2006, Dünya Gazetesi Ümit Özel
- Balkanlar'da Farklı Konuşmak Dünya Gazetesi Nisan 4, 2006, Kenan Mortan
- Mum Dibini Aydınlatmamış... Dünya Gazetesi Temmuz 7, 2006, Osman S. Arolat
- Edirne Yolculuğumuz Sürecek... Dünya Gazetesi Haziran 8, 2006, Osman S. Arolat
- Balkanlar'da İş Yapmak Dünya Gazetesi Aralık 6, 2005, Kenan Mortan
- Bosna'ya Bakmak Dünya Gazetesi Kasım 1, 2005, Kenan Mortan
- Makedonya'ya Bakmak Dünya Gazetesi Ekim 25, 2005, Kenan Mortan
- Yunanistan'a Bakmak Dünya Gazetesi Ekim 18, 2005, Kenan Mortan
- Balkan Coğrafyasında Dolaşmak Dünya Gazetesi Mayıs 17, 2005, Kenan Mortan
- Lüleburgaz Kent Konseyi Dünya Gazetesi Temmuz 19, 2005, Kenan Mortan
Edirne, Balkan Ticaret Merkezi projesinde ısrarlı, Dünya Gazetesi, 8 Haziran 2006
EDİRNE - Edirne Valiliği, Edirne Ticaret ve Sanayi Odası, Edirne Ticaret Borsası ve Edirne Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği ile DÜNYA Gazetesi tarafından Edirne TSO Toplantı Salonu'nda düzenlenen ortak akıl toplantısında Balkan Ticaret Merkezi Projesi masaya yatırıldı.
Edirne, 2001 yılından beri kentin gündeminde bulunan ve son dönemde kuruluş çalışmaları hızlanan Balkan Ticaret Merkezi'nde ısrarlı. Merkezin kentte ticareti geliştirmesi, başta tarım olmak üzere çeşitli sektörler için fuar sayısını artırması bekleniyor.
Edirne, 2001 yılından beri kentin gündeminde bulunan ve son dönemde kuruluş çalışmaları hızlanan Balkan Ticaret Merkezi'nde ısrarlı. Merkezin kentte ticareti geliştirmesi, başta tarım olmak üzere çeşitli sektörler için fuar sayısını artırması bekleniyor.
Edirne Valiliği, Edirne Ticaret ve Sanayi Odası (ETSO), Edirne Ticaret Borsası (ETB) ve Edirne Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği ile DÜNYA Gazetesi tarafından düzenlenen ortak akıl toplantısı ETSO Toplantı Salonu'nda yapıldı. Toplantıda Balkan Ticaret Merkezi Projesi masaya yatırıldı. Merkezin nerede nasıl yapılacağı konuları tartışıldı. Projenin kapalı cezaevi karşısında bulunan 310 dönümlük arazi üzerinde hayata geçirilmesinin yararlı olacağı belirtilirken AB fonuyla restore edilecek Ekmekçizade Kervansarayı'ndan ve Trakya Üniversitesi'nin yapacağı Balkan Kongre Vadisi'nden Balkan Ticaret Merkezi kapsamında yararlanılması gerektiği vurgulandı. Toplantıya Edirne Valisi Nusret Miroğlu, Belediye Başkan Vekili Namık Kemal Döleneken, Trakya Üniversitesi Rektörü Enver Duran, ETSO Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Mıhlayanlar, ETB Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Yardımcı, Edirne Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Emin İnağ, DÜNYA Gazetesi Genel Yönetmeni Osman Saffet Arolat ile DÜNYA Gazetesi köşe yazarları Kenan Mortan ve Gazi Erçel katıldı.
Mıhlayanlar: Amacımız ticareti geliştirmek
Toplantının açılış konuşmasını Edirne TSO Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Mıhlayanlar yaptı. Kentte Balkan Ticaret Merkezi'nin kurulması için çalışmalara 2001 yılında başlandığına dikkat çeken Mıhlayanlar, "O dönemde Balkan Ticaret Merkezi için Ekmekçizade Kervansarayı'nın kullanılması düşünülüyordu. Son dönemde cezaevi karşısında mülkiyeti Milli Emlak'a ait olan 310 dönüm arsa üzerinde yoğunlaşıldı. Bu arsanın tahsisi için çalışmalar sürüyor. Arsa geçmişte Milli Savunma Bakanlığı tarafından kullanılıyordu ama odamız tarafından yapılan girişimler sonucu bakanlık burayı kullanmaktan vazgeçti. Geçtiğimiz hafta Maliye Bakanımız'la görüşerek, arsanın odamıza tahsisini istedik" diye konuştu. Balkan Ticaret Merkezi'nin finansmanının Trakya Bölgesi'nde bulunan tüm odalar, borsalar ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin desteği ile sağlanacağını kaydeden Mıhlayanlar, "Amacımız Balkan Ticaret Merkezi ile birlikte ticaretin gelişmesini sağlamak, uluslararası fuarlar ve seminerler düzenlemek, bölgenin önemli geçim kaynağı olan tarım ile ilgili ürünleri sergilemek" dedi.
Duran: Kongre vadisi 2 yıl içinde tamam
Toplantıda konuşan Trakya Üniversitesi Rektörü Enver Duran da üniversitenin Güllapoğlu Yerleşkesi içinde yapacağı Balkan Kongre Vadisi'nin anlaşmasının imzalandığını belirtti. Duran, "Burada toplam 2 bin 650 kişilik 4 kongre salonu yapıyoruz. Ayrıca 2 bin 200 metrekarelik sergi alanı, 385 kişilik restoran, 200 yatak kapasiteli otel bulunacak. Edirne'yi değiştirecek kongre ve fuar merkezi olacak Balkan Kongre Vadisi'ni, 2 yıl içinde tamamlayacağız. Ticaret Borsası Salonu dışında bir salonumuz yok. Edirne'de göçebe toplumu gibi yaşıyoruz. Profesyonelce davranamıyoruz. Biz, 2 bin 650 koltuklu yer yapıyoruz. Tabii beraberinde getireceği ihtiyaçlar olacak. Edirne'de yeterli sayıda otel yok" diye konuştu. Vadinin planlarını hazırlarken Edirne'de tarım ürünleri fuarı yapmak için 2 bin 200 metrekarelik fuar alanı oluşturduklarını vurgulayan Duran, "Bizim ticaret ile ilgimiz yok, biz kimseye rakip değiliz. Yakında Teknopark projesini de hayata geçirerek serbest bölge kurulmasının ilk aşaması olan proje üretimini yapacağız" dedi.
Döleneken: Ürünler Balkan'a satılmalı
Edine Belediye Başkan Vekili Namık Kemal Döleneken ise bölgenin hızla geliştiğine işaret ederek "Edirne lider bir il olamadığı için bu değişimde sürükleniyor. Tarihte yıllarca başkentlik yapmış Edirne'de odaklaşılan nokta Balkanlar. Balkanlar deyince akla Edirne ve Balkan Ticaret Merkezi geliyor. En yakın komşularımız Bulgaristan ve Yunanistan'da genç nüfus bulunmuyor. Bu ülkelerde üretememe ve yaşlı nüfusa bakamama gibi bir sorun çıkıyor. Türkiye'nin ise sayıca ve nitelik olarak ciddi bir genç nüfus ve üretim potansiyeli bulunuyor. Edirne Balkanlar'ın merkezinde yer almak istiyorsa bu ülkelerin genç nüfus eksikliğini ve Doğu Bloğu'ndan kopan ülkelerin organizasyon eksikliğini kullanmalı. Üretim yapmalı ve ürünleri bu ülkelere satmalı. Kentin tanımı serbest şehir Edirne olmalıdır" şeklinde konuştu.
Miroğlu: Desteğe hazırız
Edirne Valisi Nusret Miroğlu da Balkan Ticaret Merkezi ile ilgili her türlü desteği vermeye hazır olduklarını vurguladı. Miroğlu, "Profesyoneller ile çalışılması gerek. Öncelikle ETSO'nun projesiyle ilgili olarak söz konusu arsanın satın alınması lazım. Burada görev ETSO'ya ve ETB'ye düşüyor. Toplanıp karar verilmesi gerekiyor. Valilik olarak proje ile ilgili yasal konularda her türlü desteğe hazırız" dedi. Edirne'nin bir modele ve markalaşmaya ihtiyacı olduğunu da dile getiren Miroğlu, "Edirne'nin peyniri vardı, o da artık kayboldu. Bu gibi bir ürünün markalaşmasıyla insanların gelir seviyesi de artacaktır. Edirne bir şeyler söylemeli. Edirne için en uygun ifade `Müzeler Şehri'dir" diye konuştu. Miroğlu, son zamanlarda kentte turizm ile ilgili gelişmelerin yaşandığına da dikkat çekti. Kapıkule Sınır Kapısı'ndan yılda 5-6 milyon kişinin geçtiğini ancak Edirne'ye uğramadığını söyleyen Miroğlu, "İnsanların şehre uğramaları için bir çözüm yolu bulmalıyız. Edirne'nin çok fazla gezilecek yeri var. Bu noktada da konaklama sorunu ortaya çıkıyor. Bu tür toplantıların sorunların aşılması için faydalı olacağına inanıyorum" dedi.
Konuşmaların ardından DÜNYA Gazetesi Genel Yönetmeni Osman Saffet Arolat ve DÜNYA Gazetesi yazarları Kenan Mortan ile Gazi Erçel konu ile ilgili görüşlerini dile getirdi.
Arolat: Düşünülenler ortaya konulup karar verilmeli
DÜNYA Gazetesi Genel Yönetmeni Osman Saffet Arolat, Edirne'nin 4 konu ile ilgili ne düşündüğünü ortaya koyup sonuca varması gerektiğine işaret ederek şöyle konuştu:
"İlk olarak Ekmekçizade Kervansarayı'nın nasıl bir fonksiyona kavuşacağı, Trakya Üniversitesi'nin yapacağı fuar ve kongre merkezinin kentle iç içe olmasının nasıl sağlanacağı, Ticaret ve Sanayi Odası'nın 310 dönümlük arazi üzerine yapacağı Ticaret Merkezi'nin nasıl finanse edileceği belirlenmeli. Kentin kendini nasıl ifade edip koruyacağı ve turizmin nasıl gelişeceği konularında da karar verilmeli. Ortada bulunan 3 projenin nasıl birleştirileceği, içinin nasıl doldurulacağı, sınır ülkeleriyle nasıl işbirliği yapılacağı ve finansman konusunun kararlaştırılması gerek. Bununla ilgili bir görev bölümü yapılmalı. Kurulması düşünülen ticaret merkezinde Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan'a 30'ar dükkan verilebilir. Bu proje ile ilgili Karadeniz Yatırım Bankası'ndan da destek alınabilir."
Mortan: Güven sorununu çözmeliyiz
DÜNYA Gazetesi köşeyazarı Kenan Mortan ise Balkan Ticaret Merkezi kurulması fikrinin temelinin 1997 yılında Balkan ülkeleri arasında imzalanan mutabakata dayandığını vurguladı. Mortan, "1997'nin şartları ile 2006 yılının şartları arasında çok açık farklılıklar bulunuyor. O dönemde bu anlaşmayı imzalayan ülkeler Doğu Avrupa'da bulunup ticaret yapamayan Avrupa ile diyaloğu bulunmayan ülkelerdi. 2 tür ticaret bulunuyor. Biri spot diğeri düzenli ticaret. Düzenli ticarette daimi teşhir merkezi, sergiler ve seyyar panayırlar kurarak malınızı satmaya çalışırsınız" dedi. Bulgaristan ve Yunanistan ile yaşanan sıkıntılara da değinen Mortan, "Bulgaristan ile yıllardır Suakacağı Barajı sorunu çözülemedi. Yunanistan'ın Gümülcine kentindeki soydaşlarımız birçok sıkıntılar yaşıyor. Güven sorununu çözmeliyiz. Bu ülkelerle sürekli diyaloğu mümkün kılmalıyız" diye konuştu. Balkan Ticaret Merkezi için Karadeniz Ekonomik İşbirliği ve Karadeniz Yatırım Bankası'ndan finansman sağlanabileceğine dikkat çeken Mortan, "Bu işin nirengi noktası belirlenmelidir. Bu iş yazıya dökülerek, alternatif maliyetler ortaya konulmalıdır" dedi.
Erçel: Yol haritası çıkarılmalı
DÜNYA Gazetesi köşeyazarı Gazi Erçel de AB'nin Ekmekçizade Kervansarayı restorasyonu için verdiği parayı ticaret merkezi yapımı için kullanılmasına izin vermeyeceğinin söyleyerek şöyle devam etti:
"Orası restore edilerek saray olarak kalsın. ETSO'nun ticaret merkezi projesi TOBB desteğiyle hayata geçirilir mi bunu tartışmak gerekir. Burası büroların bulunacağı, bir merkezin olacağı, internet ile bilginin sağlanacağı fiziksel bir teşhir merkezi şeklinde olmalıdır. Burada antrepoların da bulunduğu bir serbest bölge de kurulabilir. Türkiye'de serbest bölge kavramı kimsenin giremediği bir yer gibi algılanıyor. Balkan Ticaret Merkezi kurulurken ETSO'nun projesi ana proje olarak ele alınıp, Trakya Üniversitesi'nin fuar yeri olan ve insan kaynağı üretecek Kongre Merkezi projesiyle birlikte turizm amaçlı kullanılacak Ekmekçizade Kervansarayı bir arada düşünülmelidir. İlk adımlar atılarak, bir yol haritası çıkarılmalıdır."
Edirne için kenetlenmeli, 20 Nisan 2006, Dünya Gazetesi Ümit Özel
DÜNYA Gazetesi olarak İş Geliştirme Toplantıları'nın ilki altı yıl önce Edirne'de yapılmıştı. Toplantının ikincisini de geçtiğimiz gün gerçekleştirdik. O günden bu yana Edirne hala kimliğini yeterince bulmuş değil. Edirne tarım kenti mi, turizm kenti mi ya da sanayi kenti mi olacağına karar verse her şey çok daha farklı olacaktır. Toplantıda yapılan değerlendirmeler şunu gösterilor ki; önceli kararını vermeli tercih sıralmamasını yapmalı ve ona göre faaliyet takvimini hayata geçirmeli.
Edirne son toplantıda da tanımlama yerindeyse yine "kendini tartıştı..." Evet 'Edirne kendini tartıştı' diyoruruz. Çünkü öncelikli olarak Edirne'nin ne ile ön plana çıkmasının kararını vermesi gerekiyor. Edirne'de yıllardır sanayi ve ekonomiye canlandıracak ciddi yatırımlara yönelinmemesinden yakınılıyor. Yakınılmasına yakınılıyor ama ne yapılması gerektiği net. Daha doğrusu somut olarak ortaya konulymuyor. Dahası ortaya konulanlarda hayata geçerilemiyor... Örneğin; kentimiz sadece Trakya'nın değil, Balkanlar'ın en önemli tarihi kentlerinden biri olmasına rağmen turizim açısından ciddi anlamda önemli atılımlar yapılmamış ya da yapılamamış.
Ayrıca Edirne yalnız Trakya bölgesinin değil, ülkenin en önemli tarım havzasına sahip olmasına karşın çeltik ve yağ sektörlerinde ve hatırı saylır üretim yapıldığı halde tarımda yetirince ön planda çıkmadı, çıkarılamadı. Ayrıca Edirne, Türkiye'nin Avrupa'ya açılan önemli kapısı olmasına rağmen bu önemi, bu avantajı maalesef yeterince değerlendirilemedi. Özetle, Edirne, özellikle tarım, turizm ve sanayi potansiyelini en iyi biçimde değerlendirebilecek projeleri hazırlatayak, uygun bir takvimle sağduyulu biçimde uygulamaya koymalıdır. Kısacası kabuğuna artık kırmalıdır.
Bizce Edirne'de yaşayan yöneticiler, iş dünyasının temsilcileri öncelikle bu alanları bir an önce net biçimde belirmeli ve projeleri o bağlamda hayata geçirebilmek için imkanlarını harakete geçirmelidir.
Edirne ilk çıkışını tarım konusunda yapmalıdır. Türkiye'deki ayçiçeği üretiminin yüzde 27'sini karşılayan ayrıca Türkiye'deki çeltik üretiminin yüzde 50'sini karşılayan bu kentin yarattığı tek bir marka vardır. O da biliyoruzki Olin'dir. Oturup düşünmeliyiz tarım konusunda bu kadar şanslı bir şehir iken neden markalarımız yok. Bence Edirne nasıl bir kent olacağının kararını vermek istiyorsa öncelikli adımlardan biri tarım sektörü olmalıdır. Özellikle Edirne'de üretilen Osmancık pirinci sektörü oldukça olumlu yönde etkiledi. Edirneliler bu pirince sahip çıkıp markalaşma yoluna gitmelidir. Edirne'nin ünlü beyaz peyniri ise hala marka tescili yapılamamış bir şekilde bekliyor. Yakında bu şehrin isim haklarını başkaları satın alıp üretime geçerlerse şaşırmamak lazım.
Edirne kabuğunu kırmalıdır. Edirne bu bağlamda; sanayicisiyle, tüccarıyla, akademisyeniyle, brokratıyla, esnaf ve çiftçisiyle, tabii ki yerel yöneticileriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla ve de parlamenteriyle kenetlenerek harekete geçmelidir.
Balkanlar'da farklı konuşmak Dünya Gazetesi Nisan 4, 2006, KENAN MORTAN
"Holistik bakış" deyimini ilk duyduğumda çok fazla yorumlayamamıştım. Anlamak için hissedebilmek gerekiyordu. Söz, "bütüncül bakış" eski Yunanca'daki "holizm" sözcüğünden alınma. Bütünü görmeden parçayı ayrıştıramayacağımızı söylüyor. Ayrıştıramayınca anlamak ve çözmek mümkün değil kuşkusuz. Son zamanlarda giderek öne çıkan bir zihni tarz, tekil bir ekonomik olayı kendi içinde ve tek başına değerlendirmek. İhracatsa ihracat, döviz kuru söz konusu ise sadece kura bakmak. Karşılıklı iç ilişkileri hiç gözetilmiyor. Çapraz ilişkilere aldırılmıyor. Oysa Howkins, insanlar için modelden bağımsız gerçeklik olmadığını söyler. Her model zaman içinde denenir. İşe yarıyorsa varlığını korur yoksa ya yeniden uyarlanır ya da unutulur. Türk işletme dünyası kur baskısı nedeniyle ihraaat yapılamadığını ileri sürüyorsa bir modeli sorguluyor demektir. Bu Kemal Derviş tarafından sisteme alınmıştır. Bu model yanlışsa, bütünlüğü görerek bunu söylemek gerek. Görünür ve belirgin değişkenler üzerinde odaklaşıp, bütünlüğü göremeyince doğru bir zihni model de kurmak mümkün değil. Bugün, 3 anlamlı örnek vermek istiyorum. Örneklerden 1'i Bulgaristan, 2'si ise Romanya'dan. Üçü de Türkiye'den gitme girişimlerin eseri. Doğru ve bütüncül bakmalarıyla hepsi başarı örneği yaratmışlar.
Birinci örneğimiz Bulgaristan'ın Şumen kentinden. Kuzeyde 80 binlik bir yerleşim. Yüzde 30'u Türk asıllı. Fikret İnce ismindeki bir mühendis özelleştirmeden "Alcomet" şirketini almış. Hem alüminyum hem de profil üretiyor. Ortalama maliyeti 400 Euro olan 800 çalışanı var. (Yüksek istihdam özelleştirmenin önemli bir koşulu). 2005'te 50 milyon Euro'luk ihracatı var. Alcomet ihracatta ilk 10'da yer alıyor. Geçen yıl en başarılı yabancı şirket seçilmiş. Ülkenin de en fazla kurumlar vergisini veriyor. İTÜ çıkışlı mühendis ince başarısını üç nedene bağlıyor. Birincisi, sıçramalı büyüme yolunu seçmesi. İkincisi, piyasada hep hedefe odaklanması. Üçüncüsü dikey entegrasyondan hiç taviz vermemesi. Elinde özelleştirmeden bira fabrikası varken bunu satıp, fabrikada tüm makinelerin yenilenmesini sağlamış. Alcomet'in özel bir teşviği yok. Kullandığı enerji 5.5 Ç'ye geliyor. İşçi maliyeti Türkiye'nin altında değil. Bulgar Levası da aşınmamış yani ihracatı destekler bir seyir izlememiş. Ama sonuç ortada...
İkinci örneğimiz ise "Erdemir Romania". Bükreş'in 80 km batısında Tirgovişta kentinde. Geçmişi 35 yılı aşıyor. Silisli sac üreten tesis 2002'de batık konumda Erdemir'ce özelleştirmeden alınmış. Çalışan sayısı 350 ve emek maliyeti ayda 500 doların altında değil. Yıllık 40 milyon Euro'luk ihracatı var. Avrupa'nın hemen her ülkesine girmiş. Giremediği belki de tek ülke Türkiye. (Rusya'nın dampingli satış fiyatlarını altetmesi mümkün değil). Türkiye'den gelen sayısı bir mangayı bulmayan insanla olay götürülüyor. Erdemir'in kurumsal kültürü bunda etkili. Romanya'da döviz kuru son zamanlarda değer kazanmakta. Ama böyle olması Erdemir'in hedeflerini büyütmesine engel değil. Özel bir teşvik almasa da 2006'da 80 milyon Euro'yu yakalamak istiyor. Sonuç tartışmasız...
Türkiye'nin Muş'u sayılabilecek bir bölgede Moldova'ya komşu Birlad kentindeki "Rulmanti" ise yarım yüzyıllık bir tesis. 2000'de Kombassan tarafından alınmış. Tesiste aynı kurallar nedeniyle 3100 kişi çalışıyor. Enerji maliyeti bu yıl ilk kez 6 Ç'ye düşmüş. Üretimin yüzde 8O'ini ihraç ediyor. Üstelik bu ihracatın yüzde 70'i de gelişmiş ülkelere yapılıyor. 2005'te "en başarılı özelleştirilen kuruluş" unvanını almış. Özel bir teşvik almasa da yine iki elin parmağı kadar çekirdek profesyonel Türkiye'den gelmiş kadroyla, hedefler gerçekleştiriliyor. Birlad'ın lokasyon dezavantajına rağmen AB üyeliği sonrası rulman ihracatının daha da artması bekleniyor.
Bu birebir verdiğim 3 örnek, "verim ile öğrenen organizasyon" gerçeğinin yan yana gelmesiyle nelere erişilebileceğini gösteren 3 tartışmasız başarı öyküsü.
Şimdi yapay sorunları asal kılarak, bütünü analiz etmeden bir yaklaşımla Türkiye'nin komşu ülkelerdeki kurumsal başarılarına haksızlık etmiş olmuyor muyuz?
Söz komşulardan açılmışken bilim dünyamızın yenisi Dr. Barış R. Tekin'in bir çalışmasından söz edeyim. İnceleme, İstanbul Ticaret Odası'nca 2005-34 no ile yayınlandı. Başlığı "Türkiye'nin komşu ve çevre ülkeleriyle sınır aşan ticaretin geliştirilmesine yönelik bir strateji denemesi". Dr. Tekin, temel olarak coğrafi yakınlığın dış ticarette ne denli etkili olduğunu araştırmakta. Gördüğü "coğrafi yakınlık katsayısı"nın değişmediği. Küreselleşme ortamında bu durum altı çizilesi bir olay. Dahası, eğer ülkeler arasında kültürel yakınlık varsa dış ticaret hacmi daha da büyümekte. Bu tesbiti arkasına alan Dr. Tekin, Türkiye'nin "ticaretin kolaylaştırılması" ilkesini daha fazla benimsemesi gerektiğinin altını çiziyor. Bu önemlidir! Çünkü bütün ticari protokollere rağmen mal hareketi hala istenen akışkanlıkta değildir. Malı bırakın, insanın Türkiye'den Bulgaristan toprağına geçmesi, 40 dakikalık bir koşuşturmacayı gerektiriyor. İkincisi, Türkiye'nin komşularıyla sadece ticaret yapmasını öngören "komşu ülkeler stratejisi" yeterli değil. Bunun ötesi strateji, sanayi politikası öngörüsü de içermeli. Üçüncü ilke ise sınır aşırı örgütlenme gereğini gözardı etmemeli. Açık anlatımıyla, dışsal faydalardan yararlanmak amacıyla sınır-aşırı şirket birleşmeleri teşvikle desteklenmeli. Örneğin, Ereğli Romania ile Ereğli Türkiye arasındaki yatırım ortak paydasında "Ereğli" yazmasının dışında hiçbir şey yoktur. Dr. Barış Tekin'in analizi bence yol arayan girişim sermayesi için yeni çıkış yolları sunmakta. Dr. Tekin bunları söylerken, insani mesajı unutmamış olması sevindiricidir. "Bölgesel kamu malları" kavramıyla bu genç bilim adamı politikacıya sorumluluğunu hatırlatmaktadır. Görünüşte, Türkiye-Suriye arasında sorun yok. Ama Suriye, Asi Nehri'nin kapaklarını açınca, Antakya'da ölümler yaşanıyor. Ya da Bulgaristan ile sorun yok diyoruz. O da Tunca'nın fazla gelen sularını Türkiye'ye salınca Edirne'de yaşam duruyor. İşte "bölgesel kamu malları" kullanımında rekabet unsurları içermeyen, sınırlama-tahdit bulunmayan ve kullanımı bölgesel refahı artıracak mal ve hizmetlerin tümü oluyor. Uygulamaya dönüştürürsek Asi Nehri üstünde Dost Barajı'nı ortak yapmak, Bulgaristan'la Tunca Nehri'ni ortak olarak işletmek ya da Kars ve çevresi için Ermenistan'da enerji üretip almak, hepsi bu kavramın içinde yer buluyor. Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın komşu ülkeler arasında ilişkiyi bölgesel kamu mallarını içerecek boyuta taşımasının günü bence gelmiştir. Bu yeni yaklaşım, Türk iş dünyasına 100 milyar dolara yaklaşan ihracat büyüklüğünü, ülke sınırlarını aşarak üretme olanağı tanıyacaktır.
HAFTANIN NOTU: Bükreş'e inen THY uçakları Romen makamlarınca körüğe alınmadan önce kuş gribi gerekçesiyle tümüyle ilaçlanmakta, sonra yolculardan aşağılayıcı bir beyana imza koymaları isteniyor. Dışişleri'nin bunu bir nota konusu yapması gerekiyor!
Balkanlar'da iş yapmak Dünya Gazetesi Aralık 6, 2005, KENAN MORTAN
Balkan dünyası Türkiye'nin son 10 yıllık arka bahçesi. Kaba istatistikler yaklaşık 6.000 şirketimizin bu 10 Balkan ülkesinde varolduğunu söylüyor. Ama yaşayan ve doğru dürüst iş yapan şirket derseniz, sayı 1.000'e düşüverir. Ama doğru dürüst k‰r edenini arıyorsanız bu onun da yarısı ancak 500'dür. Kolay bir sav, şirketlerin ciddi olmadığından battığını söyler. Bu sav doğru olsa bile, bence olayın ancak yarısını anlatıyor. Çünkü, bu ülkelerin hemen tamamında yabancı sermaye ilke olarak kabul görüyor. Ama buna karşılık bu ülkelerin bürokrasisi yerinde yapılmış bir benzetmeyle dışı yeşil ama içi h‰l‰ kıpkırmızı... Bunu aşmak mümkün mü? Özellikle, Balkan dünyasını KOBİ'ler için nasıl bir "arka bahçe" yapabiliriz?
Önce Balkan dünyasının Türkiye açısından önemini bir kez daha özetleyeyim:
1- Türk iş dünyası bu bölgede bilinçli hareket etmiyor, popüler başlıklara göre davranıyor (Bulgaristan'a 90'lı yıllarda gidildi, ücretler yükselince, Moldova gözde ülke haline geldi).
2- İş dünyası bu ülkelere giderken, fizibilite ve çevre araştırması yapmadığı gözleniyor/anlaşılıyor.
3- Balkan ülkelerinin Türkiye'nin KOBİ dünyası için vereceği antreman ve dış saha deneyi göz ardı ediliyor.
4- Balkan dünyasında NATO, BM-OHR ve AB'nin bu ülkelerin yeniden yapılanmasındaki özel işlevi değerlendirilmiyor.
5- Balkan coğrafyası bakış ve değerlendirme genellikle "Türk dünyası" kavramıyla sınırlandırıyor. Öyle bile olsa bu dünyanın anlamlı sinerjisinden yararlanılmıyor (iyi bir örnek Bulgaristan ve Moldova). Üstelik dış Türkler'in siyasi oluşumlarına genelde iyi komşuluk ilişkisi ya da içişlerine karışmama savıyla yabancı duruluyor (Örnek, Yunanistan'daki Türk hareketine resmi devlet tavrı).
6- Bulgaristan ve Romanya'nın 2007'de ve Hırvatistan'ın da 2010'da AB üyesi olması sonrası, bunun Türkiye çıkışlı şirketlerin kuruluşu için getirdiği zorluklar göz ardı ediliyor.
7- Balkan ülkelerindeki özelleştirme potansiyelinden yeterince yararlanılmıyor. Bu ülkelerin çoğunda özelleştirme en geç 2006 sonunda tamamlanmış olacak (Çok iyi bir örnek Bosnak-Hersek'deki Kastamonu Entegre'nin natron özelleştirmesidir).
8- Bu ülkelerde İstanbul metropol iş dünyasından çok taşra iş dünyasının ilgi ve yönelimi dikkat çekici (tüm Trakya TSO'ları ve Bursa iş dünyası Balkan dünyasında kümelenmiş).
9- Güneş Kıbrıs (AB adıyla Kıbrıs Cumhuriyeti) yoluyla mafia ekonomisinin bu bölgede yayılımı var.Bunun dışında Sırbistan halen kaçak sigara üretiminin önemli dünya merkezlerinden biri durumunda.
10- Bu bölge, Türkiye'nin olduğu kadar Yunanistan'ın arka bahçesi durumunda. Yunanistan Balkan ülkeleri üzerinde Makedonya "fikri hakimi" işlevini oynamak istiyor. Ekonomik anlamdaki yayılımı ise Türkiye'ye hem daha bilinçli ve hem de çok büyük rakamlara ulaşıyor.
11- TC'nin elçilikleri hemen bütün ülkelerde çok etkin. Sırbistan dahil her ülkede iş konseyi var. TOBB-DEİK geliştirdiği bir orta çözümle KOBİ'leri bilgi ve ilişki sistem altyapısından yararlandırıyor. Vize hemen hiç yok ya da kolay alınıyor (çok zorlanılan Bulgaristan'dan 30 saatlik transit vizesi alarak sorunu çözmek mümkün, ancak girilen sınır kapısı dışındaki bir kapıdan çıkış yapmak gerek). Ancak tüm ülkelerin çeşitli adlarla uyguladığı giriş harçları (aslında bir haraç) çok fazla.
12- 2005'i izleyen 5 yıllık sürede özellikle AB fonlarıyla yol yapım ihaleleri var (bunlar arasında Burgaz-Köstence-Varna yolu öne çıkıyor). Ayrıca Durres-İstanbul arası Batı-Doğu koridoru türünden, Türkiye'nin inisiyatif kullanmasıyla geliştirilecek karayolları için de benzeri finansman desteği alınması mümkün.
13- Bankacılık genelde iyi çalışıyor. Zerbank hemen tüm ülkelerde var. Ancak Bosna'daki özel statüsü nedeniyle çok farklı ve özel başarısı var. Garanti Bankası, Bulgaristan ve Romanya'da mevcut. Bayındır'ı ismen Finansbank üstlenmiş durumda. Ülkeden ülkeye değişen akreditif ve transfer sorunları yine de var. Ancak bu sorunlar çözümsüz değil. Bu arada Türk -Eximbank'ın ülkeden ülkeye değişen ülke kredileri, büyük oranda kullanılmıyor. Bunların işlerlik kazanması için, özel çözüm geliştirilmesi gerek.
14- Türkiye hep OGÜ (orta büyüklükte ülke) konumunda kalıyor. Politika geliştirmiyor, belirlenen politikaların da ancak kötü bir takipçisi oluyor. Oysa Mostar'daki onarım etkinlikleri sonrası, Türkiye'nin bu ülkedeki değişen konumu ve edindiği iş hacmini hatta bu ülkeden Eurovizyon -50. yıl töreninde aldığı puanı unutmamak gerek.
15- Balkan dünyasından gelme, Türkiye'de olup gönül bağı olan insanlar bunu iş bağına dönüştürmekte eksikli kalıyor. Ruder Vakfı'nın geleneksel iftar davetine 500 kişi katılırken, bu STK'nın bu ülkelerle ilgili bir tespit ve arama konferansı çalışmasına ancak 25 kişi katılıyor.
Özetlediklerim, aşağı-yukarı bu ülkelerin Türkiye açısından durumunu söylüyor. Ama aldığımız yakınmalardan bu ülkelerin bürokrasisi halen en önemli engel. Ülkelerin potansiyeliyle, bürokrasi adeta ters düzlemlerde çalışıyor.
Görünen o ki, iyi çalışan TC elçilikleri sorunun çözümünde çok önemli katkı sağlıyorlar. Ama bütün bunlar süreç ve sorunlarla ilgili. Hatta daha ötesi tanımlı sorunlarla ilgili. Oysa, Balkan ülkelerinde garip koşul ve dayatmalar var. İstihdam neredeyse yatırımın öncesi bir koşula getirilmiş durumda. Böylesi bir durumda, Türkiye'nin bir elçilik mensubunun ya da ticaret müşavirinin sorunu çözmesini beklemeyelim. Mayıs ayında devlet bakanı Tüzmen'in Moldavya ziyaret grubundaydım. Çıkan bazı sorunlar üzerine Tüzmen'in, "Bu sorunlar çözümlenene dek bu ülkeden ayrılmıyorum" dedi. İyi ki de demiş! sorun tatlıya bağlandı, bakan ülkeden ayrıldı. Ama sonrası? Onu ancak oradaki yatırımcılar bilir. Tika'yı yurtdışında organize ettiğimiz mantığa uygun bir organizasyona ihtiyacımız var. İşin kolayı, dışişlerinin daha fazla devreye girmesi olacak. Ama gerek iş yükleri gerek sınırlı personel sayısını abartmak istemiyorum. Bildiğim özellikle KOBİ ağırlıklı işletmelerin balkan dünyasındaki yoğun sorunları. Bunu klasik enstrümanlarla ve "ya sabır" çekerek çözmemiz mümkün gözükmüyor. TOBB acaba bu konuda ne düşünüyor?
Bosna'ya bakmak Dünya Gazetesi Kasım 1, 2005, KENAN MORTAN
Bosna-Hersek coğrafyası Türk coğrafyası mıdır? Kesinlikle hayır! Türkiye'nin etki sahası içinde midir? Kesinlikle evet! Çünkü bu coğrafyada Türkiye'nin etkinliği var. İzmir ilinin sadece 5 katı büyüklüğündeki bu 4 milyonluk ülke dünyanın laboratuvar ülkesi durumunda. 1995'te Dayton Antlaşması ile bir anayasa imzalanmış. Bu antlaşmanın 10. yılında gözüken o ki ekonomik gelecek AB politik gelecek ise ABD ile bütünleşmeyi muhtemel gösteriyor. Tuzla'daki ABD karargahı Berlin'den sonra Avrupa'nın en büyük ABD üssü durumunda. Ülkenin konumu ne olursa olsun, ABD bu üssünü koruyacağa benzer. Buna karşılık ülkenin ekomonik gündemini ise AB belirlemekte. Bunun en güzel kanıtı ülkede Euro'nun ülke ulusal parası mark gibi geçerli olması. Tabii bu iki önemli siyasal erk dışında bir de BM'nin atadığı yüksek temsilci var. Bu temsilci ve aralarında Türkiye'nin de bulunduğu Yönlendirme Kurulu ülkenin her türlü siyasi olayında kontrol kalemi gibi çalışıyor. Bu kontrol kaleminin bakanları azletme yetkisi bile var. Gördüğümüz o ki Bosna-Hersek üstündeki Batılı müdahale daha uzun süre devam edecek. Anlaşılan en geç 10 yıl içerisinde bu ülke AB üyesi `yaptırılacak'. Böyle bir ülkede Ziraat Bank Bosnia ikinci lider durumundayken Türkiye yüzde 1.7'lik payıyla dış ticaretin niye 9.'luğuyla yetinir?
. Türkiye Bosna-Hersek dış ticareti düz rakamlara bakarsak güzel bir sıçrama gösterdi. Hacim 1997'te 33 milyon dolar iken 2004 sonunda 111 milyon dolar oldu. Hele hele politika yapanlar dış ticaretin artı bakiye verdiğini görerek daha da keyiflenebilir. Ama biz iş yapmak isteyen DÜNYA okurlarının ihtiyacını gözeterek bu ülkenin Hırvatistan/Sırbistan/Almanya/Slovenya ile 1 milyar dolarlık dış ticaret hacmine sahip olduğunu söyleyelim. Demek ki, tutarı 8 milyon dolar olan elektrikli makine ya da 7 milyon dolar olan makine satarak, Türkiye bir yere varmamış. Oysa varması için her türlü politik, fiziki hatta askeri altyapısı var (Zenica'daki Türk taburunun tamamını İngilizce TOEFL sınavına soksak sanıyorum ortalama 650 puanı yakalayabilirler). Böylesi bir altyapıda, bu güdük rakamlar, hem komik hem de anlamsız geliyor. Ama Bosna'ya Türkiye askeri ya da edebi bir olay olarak baktığı sürece bu rakamların değişmesi de mümkün değil. Değiştirilmesi için ilgili bakanlığın buraya Bağdat Ticaret eski Müşaviri Şevket Ilgaç gibi misyoner gibi çalışan bir ataşeyi ataması gerek. Ama gördüğüm mevcutları ancak `stajyer' gibi çalışıyor.
. Bosna-Hersek'teki tek çıkmaz, kuşkusuz dış ticaret memurları değil. Buraya gelen yatırımcı ya da tacirin ağırlıklı bölümünü Mahmutpaşa esnafı. Adı üstünde onlar günlük bakar, günlük satar ve günlük yaşıyor. Hepsi o kadar. Bunu değiştirmek kısa vadede galiba elimizde değil. Ülkenin kişi başına geliri 1000 doları geçmeyince, beklenen ya da umulan mal Mahmutpaşa düzeyini geçmiyor. Ama adını koyalım. En geç 3 yıl içinde artık geleceğe bakan Bosna-Hersek dünyası, Mahmutpaşa yerine Türkiye'den yeni bir kimlik talebine davetiye çıkaracak. Burada önemli olan Türkiye'nin bu davetiyeyi geç almaması.
. Bürokrasi halen çok ağır. Bu ağırlık sürecek. Ama bunu bir Sloven ya da Avusturyalı bir işadamı aşıyorsa, aynı özelliklere fazlasıyla sahip Türk işadamının haydi haydi aşması gerekmez mi?
. Bosna-Hersek dünyası, sadece BM ve AB'nin ağırlığı değil, daha önemlisi ülkelerin büyük rekabetini yansıtıyor. Slovenya, Avusturya, Almanya bu ülkede ticaretleriyle de fazlasıyla mevcutlar. Dolayısıyla, bu rekabet gücüne uygun davranış refleksi göstermek gerek. Bu malda kalite, fiyatta uygunluk kadar bu pazarlarda uzun soluklu durmayı gerektiriyor. Oysa Ziraat Bosnia'nın Genel Müdürü Öznur Özeniş'in anlamlı saptamasıyla, "Yabancılar maraton koşarken, Türkiye'den gelme işadamı 100 metreyi hem seviyor hem de çok ısrarlı". Bu uzun soluklu dünyada nefesi yeterli işadamına davetiye var.
. Türkiye kuşkusuz iyi örnekleriyle de mevcut. Örneklerin en iyisi politik organizasyon yapısında yatıyor. TC Büyükelçiliği 2. no'su olan Müsteşar Hidayet Eriş bize bilgi aktarmak adına 5 saatini paylaşabiliyorsa, bu bir ölçüdür. Aynı şey, her türlü bilgi belge ve deneyimi paylaşan Türk Birliği için de geçerli. Böyle bir altyapıda Türk iş dünyasının gerekeni görüp, atak yapması kendi elinde.
. Zerbank Bosna'nın varlığı, Türkiye'nin neler becerip beceremeyeceğinin güzel kanıtı. 1997'den bu yana kesintisiz varlığıyla, Ziraat Bankası Bosna bilgi birikiminin önemini anlatıyor. Bu ülkede yarattığı kredi kartı dolanımı, 6 şube yaygınlığı ve 30 milyon BM'ye ulaşan kredi varlığıyla bu banka hem Türk işadamına `hoşgeldiniz' diyor, hem de devlet bankacılığının bile iş yapabileceğini anlatıyor.
Türkiye derken, iyi örneği aktarmasak eksik olur. Ziraat Bankası Bosnia sorumlusu Öznur Bey bize ısrarla bir özelleştirme deneyini öğrenmemizi salık verdi. Önerdiği, Kastamonu Entegre AŞ'nin Magaj'daki Natron özelleştirmesi oldu. Gecenin ilerleyen vaktinde Hayat-Natron işletmesinin yetkilisi y. müh. Ali Aykaç'la birlikte olduk. Yaşamda misyoner anlatılması gerekiyorsa, Ali Bey ideal örnek. İTÜ Kimya Mühendisliği mezunu olup, Türkiye'de uzun yıllar genel müdürlük yaptıktan sonra bu tesisin 1 Mayıs'taki devir teslimini gerçekleştirmiş. Tesisi `entegre kağıt' olarak özetleyelim. 1000 dönümde 750 çalışan, tesisi bize fazlasıyla anlatıyor. Tesisin özelleştirilmesindeki bize dönük anlamı hammaddeyle ilgili. Zamanındaki bir hükümle, 1956'da kurulan fabrikanın ülkenin toplam ham maddesini 100 yıl için kullanma hakkına sahip. İşte bu hak şimdi bir Türk şirketi olan Hayat Grubu'na ait. Ama kimse bunu bir şirket becerisi olarak görmesin. Nitekim tesis, Avusturyalılar'a tam devredilirken Bosna makamları duralamışlar ve bir Türk şirketine devrine karar vermişler. Bu Bosna'daki Türkiye varlığının hem önemini hem de anlamını bize anlatmakta. Aynı olgu Mostar Köprüsü'nü yeniden yapan Er-Bu adlı şirket için de geçerli olmuş. O anlamlı köprüyü yaptıktan sonra yeni işler almış. Bosna iş dünyası Türkiye'yi bekliyor. Ötesini söylemek bence anlamsız...
HAFTANIN NOTU: Balkan ülke yazıları üzerine arayan bir işadamı bu yarımadadaki bürokrasinin bıktırıcılığına dikkati çekti. Bu bölgedeki büyük potansiyeli anlatırken "Türk'ün ateşle imtihanına "biraz daha dikkati çekmeliyim. Bunu Balkan ülke gözlemleri sonrasına bırakıyorum. Bu arada geçen hafta arkeolog Tahsin Özgüç hocayı sonsuzluğa uğurladık. Kayseri Kültepe kazılarını 50 yılı aşkın süre yöneten Özgüç hocaya, Kayseri'nin "gecikmiş" bir vefa borcu var.
Makedonya'ya bakmak Dünya Gazetesi Ekim 25, 2005, KENAN MORTAN
Makendonya'daki Türk varlığı Balkanlar'daki en has topluluğumuz. 2 milyon nüfusun yüzde 4.5'u Türk. Parlamentoda temsilleri var. Türk Demokrasi Partisi hem koalisyonda yer alıyor hem de Türk topluluğunun (azınlık değil altını çizelim) önemli bir sesi durumunda. Maliye Bakan Yardımcısı, Türk toplumundan atanmış. Türk toplumu hem canlı, hem okur, hem de yazar. Yazar deyince, Türkiye'de bile çıkmayan bir kalitede "Hisar ve Köprü" dergilerinin altını çizeyim. Türk varlığı sadece kültürel değil. Makedonya Türk İş Adamları Derneği 2005'te kuruldu ve şimdiden 50 üyesi var. Bu canlı varlık, şimdi AB yolunda adım atmakta. Beş milyar dolarlık bir milli gelir, kimseyi aldatmasın. Çünkü onlar, Avrupa'nın göbeğinde bugüne dek patinaj yapmışlar. Bu ekonomiyi, 10 yıl sonra asgari 10 kat büyümüş görürsek kimse şaşırmamalı. Ben yanılsam bile herhalde Koç Grubu yanılmadı! Üsküp'teki Ramstore (Türkiye'deki Migros'un karşılığı) yaklaşık 30 milyon dolarlık bir yatırımla örnek bir mağaza açtı.
Türklerin kendini evinde hissettiği bu ülkede, toplam ikili dış ticaret hacmi 200 milyon doları aşamıyor. Neden?
ú Türkiye, Makedonya'yı 1991'de tanıyan ilk ülke. Üstelik 'Makedonya Cumhuriyeti' adıyla. Bunu hiç küçümsemeyelim... Halen, 191 BM ülkesi üyenin ancak 101'i bu ülkeyi Makedonya olarak tanıyor. İngiltere, Fransa, Almanya halen bu ülkeyi 'Eski Yugoslavya Cumhuriyeti' olarak tanımış. Bu farklı tanımada komşu Yunanlı dostlarımızın hışmı çok etkili. Önce ülkenin anayasasını değiştirmişler. Sonra yetmemiş, bu bayrak olmaz deyip bayrağın desenini etkilemişler. Şimdi de anlaşılan sıra ülkenin adına gelmiş olmalı. Zaten Selanik tarafından gelenler 'Makedonya' diye bir işaretlemeye rast gelmiyor. Tek işaret Üsküp. Ama bunlar bu ülkeyi ilk tanıyan Türkiye, ilk 10 yatırımcı arasında yer almıyor. Oysa Yunanistan kritik sektörlerdeki yaklaşık 150 milyon dolarlık yatırımıyla, tanımadığı ülkenin ikinci sırasına oturmuş durumda. Türkiye'nin kendi farklı ve anlamlı duruşunu rakamlara ve büyüklüklere yansıtmadığını söylemekle yetineyim.
ú Türkiye'nin Makedonya'ya bakarken bu işe tarihiyle barışık baktığından emin değilim. Çifte vatandaşlık hakkını iki taraf da savsaklıyor. Türkiye gereksiz insan gelir diye korkuyor. Makedon tarafı ise aynı hakkı Sırplar ve Arnavutlar ister diye ikircikli kalıyor. Sonuçta, Türkiye tarihiyle barışmamış oluyor. Ayrıca soydaşlığa, Yeni Osmanlılık olarak bakmayı geliniz bir kompleks olarak kabul etmeyelim. 1300'lerden bu yana Türk dilini edebi anlamda korumuş Makedon Türkü'ne bir prim gerekmez mi? Dünyada 250 milyon insan Türkçe konuşuyor derken, soyut bir sözcükten mi söz ediyoruz? Böylesi bir olaya sıcak bakan ve gerekleri yerine getiren bir Fransa ya da İspanya sizce yanlış mı yapıyor?
ú Türkiye "ikinci kuşak ülkesi" sayılan Makedonya'da uygun bir strateji izlemiyor. Oysa, ikinci kuşak ülkeleri; İsrail, Gürcistan ve Ukrayna'da çok farklı işler yapıldığı kesin. Bilinmesi gereken, 2 ülkeyi yan yana getiren, 1388'de başlayıp 1878'de biten bölge tarihi olmadığı. Benzeşme, ülkelerin ortak çıkarlarının kesişmesinden kaynaklanmakta. Örneğin, kullanılmayan Eximbank kaynaklarında bir kredi uygulama farklılığı, ikili ilişkilere çok anlamlı bir sıçrama getirebilir. En azından TC Ziraat Bankası'nın Üsküp şubesini Saraybosna örneğinde olduğu gibi, bağımsız bir şirket modeli gibi organize etmek umduğumuzun ötesi yararlar sağlar.
ú Türk şirketleri ile ilgili yönlendirme yapamıyoruz! Ya anlamlı olmayan yatırımlara koşturuyoruz ya da anlamlı yatırımlarda gerekli desteği veremiyoruz. Bir Türk taahhüt şirketi, 5 yıldır Üsküp Havalimanı'nın yenileme inşaatını alamıyorsa orada bir yönlendirme ve hatta destek eksiği var demektir. Türk şirketlerine "Vardar Vadisi Projesi" için davetiye çıkarıyorsak, o zaman da ülkeyi bilmiyoruz demektir. Çünkü bu proje, bizim GAP gibi adı büyük, kendi yok,bir proje durumunda. İş konseylerinde ve KEK mutabakat zabıtlarında niye böyle bir projeye niye yer verilir?
ú Ramstore, ülkenin en büyük çok katlı mağazası durumunda. Ortalama ücretin 200 Euro olduğu, işsiz sayısının yüzde 35 olarak kestirildiği Üsküp ortamında, ne satıp ne satamayacaklarını zaman gösterecek. Dilerim, iyisi olur. En azından, kısa vadede yerel şirket Mercator ve Yunan şirketi Vero'nun aynı modelde mağaza inşa kararı, Migros'un yerinde kararını söylüyor. Üsküp Ramstore'daki Türk ürün sayısı yüzde 15'i geçmiyor. Nedeni çok basit: Türkiye'nin bu ülkeyle 2000 yılında imzaladığı Serbest Ticaret Antlaşması adı 'serbest' ama kendisi 'tahdidli' durumunda. Öyle ya bir STA imzalandığı tarihten 8 yıl sonrasına yani 2008'e 7631 ürün için serbesti veriyorsa, orada ciddi bir görev ihmali var demektir. Bu antlaşmanın yenilenmesi için sürdürülen gelişmeler süredursun, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in bu antlaşmayı imzalayanlar hakkında nasıl bir işlem yaptığını da doğrusu merak ediyorum. Üstelik, aradan 8 yıl sonra bu yanlışlığın giderilmesi için müzakerelerin sürdürüldüğünü söyleyen İGEME ülke bülten ya da raporları biraz ayıp olmuyor mu?
Makedonya'nın geleceği çok parlak. Çünkü insanları hem eğitimli, hem de niyetli. Toprağı verimli. Yasalar giderek dünyaya uyumlu hale gelmekte. Böyle bir ortamda kuşkusuz Türk STO'larının MATÜSİTEB adıyla 39 STO'yu birleştirmesi büyük bir başarı. Üsküp Çarşısı, tarihi çarşı nizamı açısından örnek bir yer. Bu çarşıda çocuk tiyatrosu dikkatimizi çekti. Provasına girdik. Türkçe yazılmış Sema Ali'nin 'Çerçevesiz Gökyüzü' oyunu üzerinde çalışıyordu. Duyduğumuz dil, melodisi ve vurgusu eski İstanbul Türkçe'siydi. Boş yere, Yahya Kemal "Türkçe'nin melodisini duymak isteyen, Üsküp'e gitmeli" dememiş. Türkçe'nin melodisini h‰l‰ söyleyebilenlere selam olsun.
Yunanistan'a bakmak Dünya Gazetesi Ekim 18, 2005, KENAN MORTAN
Yunanistan, Türkiye'nin komşuları arasında en önemli ticari partneri. Rakamlar bir yana ihracatımızda ilk 10'a giren bir ülke konumunda. Pazarı tanıyanlar Yunanistan ithalatının yüzde 10'u rahatlıkla Türkiye'nin payı olur diyorlar. Ama olmuyor... Yer yer güvensizlikten. Ama yer yer de kalitenin cılk çıkmasından. Oysa bunları aşmak mümkün. Bu hedefleri yakalayan iki ülke çıkarları karşılıklı optimize etmiş olacak.
. Yunanistan artık pahalı bir ülke. Bir acı Türk ya da Yunan kahvesini bile 2 Euro'ya içiyorsunuz. Asgari özelliği olan bir otel yatağı 50 Euro'nun altında değil. Hürriyet Gazetesi 1 Euro'dan satılıyor. Buna karşılık, benzin Türkiye'nin fiyatında.
. Yunanistan nüfusunda ciddi bir sıkıntı var. Nüfusun yüzde 80'i 2 kentte yaşıyor. Atina'nın nüfusu 6, Selanik'in ise 2 milyon. Geriye kalan 2 milyon ise Türkiye'nin 1/7 büyüklüğünde olan ülkeye dağılmış durumda. İşçi ve işgücü yetersizliği çok belirgin. Asgari ücret 600 Euro. Verimlilik ise çok düşük. Günü şimdilik Arnavut ve Bulgar işçileri kurtarıyor. Ama en geç 5 yıl sonra Midilli Adası'nın kaliteli zeytin ağacında asılı kalacağı kesin. Geçiş halindeki tipik bir servis toplumuyla karşı karşıyayız. Fazlasını söylemeye ne haddimiz, ne de bilgimiz yeterli.
. Yunanistan'ın AB'ye ihracatı toplam içinde yüzde 35'e düştü. Buna karşılık bizim diş ticaret hacmimiz 1.5 milyar dolara yaklaştı. Ancak fiziki ve teknik engellerin çok fazla olduğunu söylemek gerek. Engelde hiçbir tarafın mutlak sorumluluğu yok. Türkiye'nin bir engeli ertesi gün Yunan engeli oluveriyor. Önemli olan bu engellerin aşılmasında mutabık kalmak. Çifte vergilendirmeyi önleyen antlaşma ilişkinin yeni bir milat hali.
. Türkiye-Yunanistan dış ticaretinde olayı tek bütünlükte görmek gibi bir yanlışlık yapılıyor. Oysa Yunanistan ana kıtasıyla adalar arasında ciddi bir farklılık var. Bu farklılık öncelikle yaşamın farklılığından kaynaklanıyor. Ana kıtada KDV yüzde 18 iken adalarda bunun yüzde 13 olması bu kabulün Yunan tarafınca da yapıldığını gösteriyor. Ancak Türkiye'nin adalar ticaretindeki de-regasyon kapsamı zayıf. Zayıf demek bile yanlış yok gibi. Herşey balık ürünüyle sınırlanmış. Bu listenin genişlemesi hem Ege Bölgesi'ne nefes aldıracak hem de Yunanistan'ı ulaştırma harcamalarından kurtaracaktır. Ama bunun için Türkiye'nin hayvancılık ürünlerinde "Uygun Ürün Listesi" (eligible list) vermesi gerek. Bu bir anlamda Türkiye'nin söz konusu üründeki garantisi anlamını taşıyacak.
. Türkiye'nin aynı biçimde bir de 'uygun şirketler' listesi (eligible company) vermesi halinde ilişkiler daha da büyük sıçramalar gösterir. Bu öneriyi demokrasiye aykırı bulabilirsiniz. Öyle ya Ahmet mal satacak Mehmet'in şirketi engellenecek. Ama demokrasi biraz da tercihler rejimi. İşadamının yeşil pasaport istemesine ses çıkarmıyorsak, bunu da kabullenmemiz gerek. Böyle bir düzenlemeye gittiğimizde önemli bir avantajımız olacak. Türkiye, Rodos ve Girit'te kontrol sertifikası veren bir laboratuar kurulmasını istemek yerine, düzenleme yetkisine sahip olacak. Verme/alma düzeninde bu işin kararı TİM DEİK ilgili birimlerin olacak. Bizden önermesi.
. Oturma ve çalışma izni halen çok güç. Yunanistan-Türkiye KEK toplantılarında bu konuda alınan tüm iyileştirici kararlara rağmen uygulama halen aksini söylüyor. Oysa Yunan tarafının özellikle bankacılık sektörünün Türkiye'ye bir hücumu var. Gerekli izinleri Türkiye'nin 1 günde verdiğini söylersek ayıp olacaktır. Zaten 1 günde versek İrlanda oluruz. Şimdi Türkiye'nin bu tercihli rejimini Yunan tarafından beklemek gönlün değil aklın gereği.
. Türkiye'nin transit ticaretteki değişmez rotası, Sofya-Belgrad-Zagreb E-5 yolunu izler. 100 bin Türk Tır'ının bu yollarda revan olduğunu düşünürsek, yeni alternatif yol gereği aşikardır. Düne kadar, Kınalı-İpsala-Gümülcine karayolu yetersizdi. Şimdi standartlar uygun hale geldi. İhracatta şirket standardı getiren bir Türkiye bu yeni güzergahı kullanabilir. Bu güzergah İpsala-Selanik-Üsküp-Belgrad yoluyla batıya açılır. Rahatlık getireceği kesindir. Hem de iki koridor olması Bulgar ve Yunan tarafları için de özendirici olacaktır. Kuşkusuz, güzergah tartışırken Türk Tır'ları için üçüncü ülkeden taşıma hakkı getirmekte Yunan tarafından beklenen yeni bir karardır.
Bugüne dek Türkiye-Yunanistan ekonomik ilişkileri hep mal alıp satmakla değerlendirildi. Oysa, Türkiye'nin Lozan Antlaşması'yla onaylı Batı Tarkay'da yaşayan bir Türk azınlığı var. Sayısının 125 bin olduğu kestiriliyor. Öncelikle sorun bu azınlığın eğitimlerini icra etmek hakkında düğümlü. Kısacası, Lozan Antlaşması'nın 45. maddesi yaşama geçmeli. Bunun anlamı, 2 dilde müfredat uygulayan sayısını 231 olarak saptadığımız okulların konumuyla ilgili. Öğrenci sayısı da 8 bin. İş sadece eğitimin genel niteliği değil. Gümülcine ve İskeçe'deki ortaokul ve liselerin fiziki altyapıları da çok zayıf. Ne yazık ki, Türk azınlık Yunan makamlarınca 'Müslüman topluluk' olarak kabul ediliyor. Bununla ilgili dava AİHM'de görülmekte. Dileriz, Yunanistan bu konuda olumlu bir tavır takınır. Ama burada bir de Türkiye'ye iş düşüyor. Türkiye'nin 1960'da çıkardığı 168. yasası uygulanmıyor. Bu yasa, Batı Trakya'daki Türk eğitimci personelinin Yunanlı meslektaşıyla eşitlenmesini öngörmekte. Oysa, Batı Trakyalı emekli Türk öğretmen 630 Euro alırken Yunanlı meslektaşı 1300 Euro almakta. Bunun giderilmesi için son aylarda Türkiye'den gelen çeşitli bakanlar, Türk azınlığın yemeğini yiyip, kahvesini içip bu işin çözümü için söz verdi. Oysa tık bile çıkmamış. Yapılacak olan şu: 2006 bütçesine geçici bir uygulama hükmü konulup bu sorun giderilmeli. Herhalde IMF konsültasyonunda bir öneriyi en azından anlatabiliriz. Yoksa bilmediğimiz bir engel mi var? Ama bunlar bir yana Yunanistan'ın Rodop Bölgesi (Türkiye'de Batı Trakya olarak biliyoruz) bu ülkenin de ekonomisi en geri kesimini oluşturmakta. Nitekim Batı Trakya'da yayınlanan Türk azınlığı haftalık Gündem Gazetesi'nin haberine göre Yunanistan bu bölge için özel bir istihdam programı uygulamaya karar verdi. Bu amaçla bu bölgede işsiz kalan insanlara 1500 Euro'luk acil bir ekonomik yardım yapılacak. Bu arada ekim ayında bu bölgede ikili temas yapan İTO türünden meslek odalarının ziyaret sayısı hayli yüksek. Gerçekleşen 'iş' sayısını sorarsanız bu çok zayıf. Yunan tarafının sıcak elini beklerken, biraz da Türkiye tarafının bu yöredeki yatırım ve ekonomik ilişkiyi anlamlı görmesi gerekmiyor mu?
Balkan coğrafyasında dolaşmak Dünya Gazetesi Mayıs 17, 2005, KENAN MORTAN
Osmanlı, Balkanlı, Rumeli diyoruz. Türk Dil Kurumu Osmanlı İmparatorluğu zamanında Avrupa topraklarında yaşayan Türkler'den olan kimselere "Rumelili" diyor. Kuşkusuz Rumeli, Balkanlar'ın sadece bir parçası. Balkanlar dediğimizde Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ, Kosova, Slovenya, Arnavutluk, Makedonya, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve Trakya'yı içine alıyor. Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Vakfı'nın (RUTEV) konuğu olmamız bu coğrafyada dolaşmamıza olanak sağladı. RUTEV, ucu 1953'e dayanan anlamlı bir sivil toplum kuruluşu 2000 üyesi var. Sivil toplumun dayanışmacı karakterinin en iyi örneklerinden biri. Yurtiçi ve yurtdışında 1200 üniversite öğrencisine burs veriyor. Ayrıca Yedikule Vakıf Merkezi'nde bir Düşkünler Evi var. 50'yi aşkın insan burada yatıp kalkıyor. RUTEV'in benden istediği "AB uyumu çerçevesinde Balkan Ekonomisi" konusu idi. Türkiye bu coğrafyada olabildiğince "iyi" ilişkiye karşılık, ekonomik katkıda "zayıf" durumda.
. Balkanlar'da yer alan hiçbir ülke 10 milyon nüfustan fazla değil. Hiçbiri Türkiye'nin yedi de birini aşmıyor.
. Balkan ekonomilerinde hiçbir ülkenin milli geliri 25 milyar doları aşmıyor. Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Makedonya, Hırvatistan'ın toplam milli geliri 147 milyar dolar. Bu, Türkiye'nin yüzde 50'sine ancak karşılık veriyor.
. Balkan coğrafyasının tamamında Türk varlığı mevcut. Oransal bakarsak Bulgaristan'da yüzde 9.5, Makedonya'da 3.9 Türk nüfus var. Prof. Baskın Oran'ın belirlemeleri, savaştan önce 10 milyon Müslüman'ın yaşadığıydı. Bunların 1.5 milyonu Türk'tü. Kısacası, ekonomik ilişkinin iletişim altyapısı tüm Balkan coğrafyasında mevcut.
. Savaşın yarası yavaş yavaş sarılıyor. Balkan ülkelerinin tamamında enflasyon Maastricht kıstaslarına uyum gösteriyor ve yüzde 5'in altında. Hatta Makedonya'da 2004 yılında bir enflasyondan çok deflasyondan söz etmek mümkün. Aynı biçimde bu ülkelerin tamamı artık büyüyor. Arızi durumlar hariç tüm ülkelerde büyüme hızı pozitif.
. Makro göstergelerin olumlu olmasına karşılık kişi başına gelir birçok ülkede henüz çok düşük. Sırbistan 1800 dolar, Makedonya onunda altında 1690 dolar. Arnavutluk kişi başına 870 dolar geliriyle Mardin'in bile gerisinde. Bu ülkelerin tamamı Dünya Bankası'nın düşük gelirli ülkeler grubunda yer alıyor. Buna karşılık hızlı sıçrama gösterenler de var. Bulgaristan 2000 yılında 1500 dolar olan gelirini geçen yıl 3100 dolara taşıdı. Bir de iyice yol alanlar var. Bunlardan Slovenya 16.000 dolar, Hırvatistan 7600 dolarda geziniyor. Yine de AB ortalamasının 27.000 dolar olduğunu unutmayalım.
. Dış ticaret hacmi bu ülkelerin tamamında çok küçük. Makendonya 5 milyar dolar, Bosna-Hersek 8 milyar dolarlık bir işlem hacmi içerisinde dolanıyor. En irisi olan Bulgaristan bile 22 milyar doları aşamamış. Türkiye bu küçük olan hacimde iyice küçük duruyor. Sırbistan'la 2003 dış ticaret hacmi 214 milyon dolar. Bosna-Hersek de 2004 yılı 111 milyon dolarlık bir hacim yaratmış. Makedonya ile aynı yıl 200 milyon dolarlık ticaret gerçekleştirmişiz. En büyüğü olan Bulgaristan'la dış ticaret hacmimiz 2003'te 1.6 milyar dolar olmuş. Bu ülkelerin tamamında Bulgaristan hariç dış ticaret hacmi pozitif bakiye veriyor.
. Balkan ülkelerinin hemen tamamı AB ekonomisine entegre olmakta. Şimdilik Arnavutluk hariç tüm Balkan ülkeleri AB ile söz kesmiş durumda. Bulgaristan ve Romanya'nın 2007'de Hırvatistan'ın da 2010'da AB tam üyesi olmaları kesin. Ama en az bunun kadar kimi ülkenin AB resmi para birimine entegre oluşu dikkat çekici. Makedonya, Euro'ya kenetlenmiş "Konvertibl Mark Rejimi" uyguluyor. Sırbistan içinde Kosova ve Karadağ Federasyon'dan ayrı resmi para birimi olarak Euro'yu kullanıyor. Bu coğrafyayla Türkiye'nin ilişkisi, bundan böyle Türk geçmişinden çok, AB geleceği olacağa benzer.
. Türk iş dünyasının Balkan coğrafyasına çok bilinçli açıldığını söylemek mümkün değil. Ülke fizibilitesi yapmaktan çok, popüler başlıkların iş dünyasını yönlendirdiği anlaşılıyor. Öncelikle konfeksiyon sanayii Bulgaristan'a giderken, ücret artışları sonrası şimdi gözde ülke Bosna-Hersek. Kalıcı bir ilişki yok. KOBİ'ler de Balkan coğrafyasında pek yok.
. Balkan dünyasında BM Yüksek Komiserliği (OHR) ve özelleştirme ajanslarının özel misyonları ve olanakları göz ardı ediliyor. Bu kurumların elindeki az bürokrasili altyapı ihaleleri, kelepir fiyatına satılan tesisler değerlendirilmiyor. Örneğin, Bulgaristan'ın 12 yılda 5500 özelleştirilen biriminden, Türkiye'nin aldığı pay çok az. Şu an elde önemli gıda ve tekstil kuruluşları var ve bu ülke özelleştirmesini 2006 sonunda resmen tamamlıyor.
. Balkan ülkeleri ile ilişkide Anadolu ekonomisinin özel ilgisi dikkat çekici. Balkan ülkeleri ile Edirne Ticaret ve Sanayi Odası, Kırklareli Ticaret ve Sanayi Odası, Edirne Ticaret ve Sanayi Odası anlamlı ve sürekli ilişkiler tesis etmiş. Makedonya-Türkiye İş Konseyi Eş Başkanı, Bursalı KOBİ ölçekli bir girişimci.
. Bu ülkelerde özellikle Sırbistan'da sigaranın kaçak üretildiği biliniyor. Ayrıca Güney Kıbrıs Cumhuriyeti yoluyla bazı karaparalar buralarda aklanıyor. Ancak AB ile entegrasyonda bunlar süratle noktalanacak. Bu noktalanmadan Türk iş dünyasına büyük olanak doğacağını bilmek gerek. Örneğin Philip Morris Sırbistan-Karadağ'da 518 milyon dolara sigara fabrikalarını satın aldı.
. Balkan ülkeleri Türkiye kadar Yunanistan'ın da arka bahçesi durumunda. Ancak arka bahçenin çapalanması ve ekilmesinden yana etkinlikte Yunanistan'ın öne çıktığını bilelim. Daha önemlisi bundan sonraki dönemde bu olayı bir devlet politikasının zıtlaşması yerine ekonominin tatlı çekişmesine dönmesi gereği.
Türkiye, Yugoslavya iç savaşında aktif bir diplomasi yürüttü. Daha sonrasında bütün ülkelerle Sırbistan-Karadağ dahil diplomatik ilişki kurdu. Bütün ülkelerle DEİK düzleminde İş Konseyi kuruldu. Vize ülkelerin büyük bir kısmında yok. Olanlarında ise sistem Romanya hariç oturmuş durumda. DEİK, KOBİ'ler için özel bir yönlendirme programı uyguluyor. KOBİ'leri hem bilgiden yararlandırıyor hem de sistem içinde yönlendiriyor. Zaman içinde, TOBB öncülüğünde kurulan iş konseylerinin, ne kadar yerinde ve anlamlı bir girişim olduğunu anladık. Bankacılık iyi ve etkin çalışıyor. Ziraat Bankası'nın yanında Demirbank, Garanti, Finansbank ve tabii ki Eximbank var. Yapacağımız belli. Öncelikle bu bölgeyle gönül bağı olanların bu bölge ekonomisi ile ilgilerini daha bir üst perdeye taşımaları gerekiyor. Yanı sıra, Anadolu'daki ticaret ve sanayi odalarının bu bölge ekonomisiyle daha aktif ilişkileri kısa zamanda sonuç verici gözükmekte. Bu bağlamda bu köprüyü kuran RUTEV Vakfı yönetimini de kutlamayı görev bilirim. Onların önemini 3 Ekim sonrası AB uyum görüşmelerinde daha iyi anlayacağız.
Mum dibini aydınlatmamış... Dünya Gazetesi Temmuz 7, 2006, OSMAN S. AROLAT
İstanbul'da bizim gazete binasından çıktıktan 1 saat 15 dakika sonra Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi'ne varılıyor. Oysa biz, Türkiye'nin en bayak organize sanayi bölgelerinden biri olan 11 milyon 500 bin metrekarelik alandaki 171 fabrikanın bulunduğu bu bölgeye yeterince ilgi göstermemişiz. Yeterince işbirliği içersine girmemişiz. Ama yöneticileriyle konuştuğumuzda öğreniyoruz ki, önceki yönetimler de kendilerini pek gündemde tutmak, tanıtmak istememişler. Yani mumum dibini aydınlatmaması iki yönlü bir durum...
Mum dibini aydınlatmamış. Bu hem DÜNYA Gazetesi olarak bizim Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi'ne yeterli ilgili göstermememizi anlatıyor. Aynı zamanda Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi'nin bize yeterli haber bilgisi sunmamasını anlatıyor. Mum iki yönlü dibini aydınlatmamış...
Bunu TNT ile birlikte Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi'nde düzenlediğimiz toplantı sırasında yaptığımız konuşmalarda bu ilişki eksikliğini hem OSB Başkanı Ömer Sarıoğlu ile tespit ediyoruz. Hem de OSB Başkan Yardımcısı Mustafa Gürdal Adal'la sohbetimizde saptıyoruz. Ama ikisi de kendilerinden önceki yönetimlerin 1976 yılında kurulan 4 milyon metrekarelik Birinci OSB'de pek boş yer bulunmaması ve iyi imkanlar sunulması nedeniyle dışarıya bilgi verme tutumu içersinde olmadıklarını söylüyorlar. Bu bizim kendi eksikliğimizi biraz affettirici bir tutum olarak algılamamız sonucunu getiriyor.
Ama toplantı sonrası Çerkezköy Ticaret Sanayi Odası Meclis Başkanı Zafer Avcılar bizim rahmetli Nezih Demirkent ile birlikte yıllar önce katıldığımız bir toplantıda konuşmacımız olan Berra Kılıç'ın söylediklerini hatırlatıyor. Söylediklerinin daha sonra tek tek çıktığını, o yüzden bizlerle birlikte böyle toplantılar yapmanın büyük yaranına inandığını belirtiyor. Biz de daha sık bir araya gelmemiz gerektiğini Ömer Sarıoğlu ile birlikte karara bağladığımızı, ortak akıl ve sektörel sohbet toplantılarıyla yeni dönemde bölgeye daha çok geleceğimizi açıklıyoruz.
Çerkezköy Organize Sanayi, Türkiye'nin en büyük ve imkanlı sanayi bölgelerinden birisi. Birinci bölge 4 milyon metrekare, 2002 yılında OSB yönetimine terk edilen 2. Organize Sanayi Bölge ise 7.5 milyon metrekare. İki bölgede şu anda 171 fabrika kurulu ve bunların 165'i faal durumda. Bu fabrikalarda 50 binin üzerinde işçi çalışıyor. İki OSB'de ISO 1000 listesinde Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi'nde faaliyet gösteren 29 firma bulunuyor.
Birinci bölgenin, elektriği, suyu, doğalgazı ve arıtması OSB yönetiminde. Kojenerasyonu ve buhar dağıtımı da var. İmar izni de OSB yönetimi tarafından veriliyor. Bölgede elektrik fiyatı yakın bir geçmişe kadar kamu fiyatlarının yüzde 15 eksiği iken şimdi yüzde 10 eksiğine fabrikalara veriliyor. 2001 yılı krizinde bu bölgede 25 dolara kadar düşmüş olan metrekare fiyatı bugün 40 dolar civarında. Doğrudan çiftçilerin satış yaptığı 2. OSB'de de yüzde 50 boşluk var. Ve orada da metrekare fiyatları 30-40 dolar arasında değişiyor.
İkinci bölgede doğalgaz OSB yönetimi tarafından veriliyor. Elektrik satışı da 3 ay sonra OSB yönetimine devredilecek. İkinci bölgede 4 kilometrelik altyapısı içine yerleştirilmiş yol ekim ayında tamamlanacak. 8 milyar Euro'ya mal olacak ihalesi yapılmış olan OSB yönetiminin yaptırdığı ikinci bölgenin arıtma sistemi de 18 ay sonra bitecek. Birinci bölgede arıtma merkezi sisteme bağlı olduğu için hiçbir fabrikanın kendi arıtmasını kapatıp çalıştırmaması mümkün değil. Bu İkinci OSB arıtmasında da böyle olacak. Dışarıda yer alan bazı fabrikaların tek tek kurdukları arıtmaları belli zamanlarda çalıştırmadıklarına tanık olduklarını belirten yöneticiler, bunun kendi bölgeleri için hiçbir şekilde söz konusu olmadığının altını çiziyorlar.
Bizim Çerkezköy OSB ile yeniden tanışmamız anlamına gelen toplantı sonrasında elde ettiğim bazı bilgileri size aktardım. Sanırım önümüzdeki dönemde bu bölgeyi daha yakından tanıyacağımız yeni çalışmaları da size aktarmaya devam edeceğiz.
Lüleburgaz Kent Konseyi Dünya Gazetesi Temmuz 19, 2005, KENAN MORTAN
Lüleburgaz Belediye Reisi Emin Halebak, bence Trakya için bir simge isimdir. Yerel yöneticilerin "kent emini" olduğunu hatırlattığı için. Partisi Türkiye genelinde yüzde 1'ler düzeyinde oy alırken, o ikinci kez ve yüzde 50'lerle seçildi. Demek ki hem birleştiriciydi hem de halkın istemleriyle bütünleşiyordu. Son olarak onu seçim döneminde ziyaret etmiştim. Sonraları DÜNYA Trakya Toplantıları'nda bir birimizi görme sözü versek de arayı yine açtık. Geçen hafta telefonda "Burgaz Kent Konseyi'ni kuruyoruz. O gün bizi yalnız bırakma" dedi.
XXX
Yaz sıcağı diye geçiştirdiğimiz ayların Türkiye'nin kayıp zamanı olduğunu unutuyoruz! Oysa bunaltıcı bir sıcak olsa da Burgaz Kent Konseyi'nin 150 yi aşkın üyesi salondaydı. Milli Eğitim eski bakanlarından Necdet Tekin'in adını taşıyan salonda, bir aradaydık. Ama buna hayret etmedim. Bir 100 binlik kent yılda 60'ı aşkın kez oyun/sosyal etkinlik için bir araya geliyorsa o kentin omurgası zaten sağlam demektir. Kent boş yere "Soyadı kültür olan Lüleburgaz" adını kullanmıyor. Bu toplantı hazırlıklıydı. Paradigma adlı bir danışmanlık kuruluşu belediye yönetimiyle günlerce tartıştıktan sonra ortaya "misyon /vizyon ve değerleri" ortaya çıkarmış. Dikkat ettim fazladan tek bir söz yoktu. Bakınız çizdikleri misyondan bir tümce: Sürdürülebilir planlamalar yaparak ve uygulayarak, sürekli değişen, gelişen, güvenli ve huzurlu bir kent yaratmak için varız. Burada fazladan tek bir söz yok. Olmadığı gibi yakalanır hedeflerde kalınmış. Bu misyona Kent Konseyi ne katar? Bunun bence tek bir cevabı var: Hayalleri... Burgaz Reisi bu yüzden "Hayal büromuz açıldı" ifadesini kullanıyor. Hayaller konusunu yabana atmayalım. Son 20-30 yıldır havzasında/beldesinde/yerleşiminde hayallerini yitiren ve artık düşlemeyen bir ulus olmadık mı?
Kent Konseyi toplantısında Burgaz Belediyesi'nin üstünlükleri anlatılırken dikkatimi çekti. İleriye dönük proje üretmek ve kent felsefesi yaratma isteği üstünlükler arasındıydı. Bu ileriyi görme olayının şimdi bir "ortak akıl" paydasına oturması gerekiyor. Burgaz bizim bildiğimizin ötesine geçmiş. Belediye yönetimi bunu "Kentin ortak aklını yaratacak sistemi kurmak" olarak tanımlıyor. Çünkü sistem kurgunun ta kendisi. Bu kurgu için şimdi bir konsey oluşacak. Bunu yaparken demokratik yapı gözetilecek. STK'ları bir yana itmeyecek. Bütün bunları da hiç de az olmayan bir sürede, bir yılda yapacak. Stratejik amaçlarda sizi biraz daha şaşırtayım. "Sevginin ve hoşgörünün önündeki engelleri kaldıran projeler üretmek" konusunun önemli bir payı var. Sevgi anlamında, Trakya'nın huzurlu yapısından Türkiye olarak öğreneceklerimiz çok fazla. Bir stratejik amaç da Burgaz'ın Trakya'nın cazibe merkezi haline gelmesi. Bu işi de çok büyütmeden, Burgaz'ı çağrıştırıcak bir simge yaratmak olarak algılıyorlar.
Kent Konseyi bunların ne kadarını gerçekleştirebilir? Bu sorunun cevabında Reis Halebak, "Ben toplantıyı bitirdim. Şimdi siz konsey olarak kenti yönetin" diyerek, ilk adımı attı. Eyvah dedim kendi kendime. Ya şimdi toplantı bitiriverir ise... Hiç de öyle olmadı. Gençlik Konseyi üyeleri konuştu. Emeğin partisi ve ÖDP temsilcileri, Emekli Subaylar Derneği Başkanı ve adlarını not alamadığım bir dizi güzel önder çıkıp görüş verdi ya da sorumluluğunu tanımladı. Kenti nasıl daha iyi yapabiliriz konusu, çok canlı bir ortamda ele alındı.
5272 sayılı yeni Belediye Yasası'nın 76'ncı maddesi çok açık: "Kent Konseyi, kent yaşamında; kent vizyonunun ve hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin hak ve hukukun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, katılım ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmeye çalışır." Ama yasa gereği kent konseyleri kurulması, yönetim hayatımızın en büyük tehditlerinden biri. Yasa gereği, işin emir-komuta içinde işlemesi olasılığını artırır. Bu yüzden kente yıldızları çarpıştıracak bir vizyon hazırlığını kent önderlerinin önceden yapması çok önemli. Bu önem olayın yalın olması açısından çok önemli. "Basit gündem" bu konunun adı. Basit olacak ki olayın sürekliliği yaşansın. Konsey üyeleri neden toplandıklarını unutmasın. Şaşıracaksınız ama Mardin Kent Konseyi bu anlamda Türkiye'de iyi işleyen bir konsey. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınması konusunu nerdeyse tek gündem yapınca katılım hiç kopmadı. Kopmayacağa da benziyor. Siyasetin yerelde yeniden tanımı olarak anladığım olan kent konseyleri konusunun tüm yerleşim yerlerine yeni açılımlar getirmesini diliyorum.
Haftanın notu: Görünüm, Burgaz'da yayınlanan bir yerel gazete. Önce ilçede çıkıyordu, sonra merkezde yayınlanmaya başladı. Bununla kalmadı. Burgaz içinde bir kukla bir de uluslararası tiyatro festivali düzenledi. Buradan yetişen ekip Bulgaristan'da ödül aldı. Bu ay Balkan Masalları'nı yayınlıyor. Yerel basının yerelin gündemini zenginleştirmedeki yerini görmek açısından Görünüm bir "örnek olay"dır. Kutluyorum!
Edirne yolculuğumuz sürecek... Dünya Gazetesi Haziran 8, 2006, OSMAN S. AROLAT
2001 yılındaki ilk İş Geliştirme Toplantımız'ı Edirne'de gerçekleştirmiştik. O günden bu yana Edirne'ye birçok kez gittik. Ama ilk kez önceki gün yaptığımız Ortak Akıl Toplantısı'nda çok somut bir projeyi Balkan Ticaret Merkezi Projesi'ni 4 saat süreyle somut bir şekilde tartıştık. Toplantı sonunda kentin üç ayrı projesinin birlikte ele alınması, projelerin geliştirilmesi, yol haritasının çizilmesi konusunda belli bir kararlılığa vardık.
Edirne'ye iki ay kadar önce Mithat Melen ve Gazi Erçel ile birlikte gitmiştik. O toplantı sırasında, kentin bazı sorunlarını daha etraflı konuşmamız gerektiği üzerinde durulmuştu. Geçenlerde temsilcimiz Ümit Özer, Balkan Ticaret Merkezi konusunun ele alınacağı bir toplantı için bizi çağırdıklarını söyledi.
Önceki gün Prof. Dr. Kenan Mortan ve Gazi Erçel ile birlikte bu çağrıya uyarak Edirne'ye gittik. Vali Nusret Miroğlu, Belediye Başkan Vekili Namık Kemal Döleneken, Trakya Üniversitesi Rektörü Enver Duran, ETSO Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Mıhlayanlar, Edirne Ticaret Borsası Başkanı Mustafa Yardımcı ve Esnaf Odası Başkanı Emin İnağ ile Edirneli sanayicilerin, sivil toplum örgütü yöneticilerinin katıldığı toplantıda 4 saati aşan bir sürede eldeki projeleri tartıştık.
Eldeki projelerden birisi Trakya Üniversitesi'ne ait iki yıl içersinde tamamlanması beklenen Balkan Kongre Vadisi. Bu projenin içersinde 2 bin 650 kişilik bir kongre salonu, bunu tamamlayan çeşitli büyüklüklerde 4 salon, 2 bin 200 metrekarelik bir sergi salonu, 385 kişilik bir restoran ve 200 yataklı bir misfirhane yer alıyor.
Eldeki bir diğer proje AB fonundan 4.5 milyon Euro'luk bir katkı ile restorasyonu sağlanan kültürel bir mekan olarak kullanılması düşünülen, 15 ay sonra yapımı tamamlanacak olan Ekmekçioğlu Kervansarayı. Kervansaray'ın kapalı alanı 2 bin 200 metrekare ve 3 bin 500 metrekarelik bir açık alanı ile cadde yönünde dükkanları var. Kentte bu kervansarayın Balkan Ticaret Merkezi olarak kullanılabileceği de restorasyonun başladığı 2001 yılından bu yana tartışılıyor.
Üçüncü proje ise Edirne Ticaret Sanayi Odası tarafından geliştirilen, askeri alan iken, Milli Emlak'a terk edilen eski hapishanenin yanındaki 310 dönümlük alana kurulması düşünülen ve avam projesi hazırlanmış olan içersinde fuar alanları satış merkezleri bulunan yeni Balkan Ticaret Merkezi alanı. Oda, bu projeyi Trakya'daki odalarla işbirliği, Bulgaristan ve Yunanistan'daki muhataplarının önerileri ve TOBB'un desteği ile gerçekleştirmek düşüncesinde.
Toplantının başlangıcında bu üç proje birbirinden bağımsız projeler olarak ele alınıyordu. Tartışmalar sonunda bu üç projenin birlikte değerlendirilmesi, gerçekleştirilebilirse hapishane binasının otele çevrilmek üzere Adalet Bakanlığı'ndan istenmesi, gibi konular gündeme geldi. Projenin daha somut hale getirilmesi için konunun Trakya'daki bütün aktörleriyle ve Bulgar ve Yunanlı muhataplarla tartışılması gerektiği ortaya konuldu. Edirne Ticaret Sanayi Odası ile borsa yönetiminin bir ön çalışma yapması, bir tarihlenmiş yol haritası hazırlanması, bunun 10 gün içersinde bizler dahil toplantıya katılan herkese gönderilmesi karar altına alındı.
Bu da gösteriyor ki, rahmetli Nezih Demirkent zamanında ilk iş geliştirme toplantısını 2001 yılında yaptığımız ve o günden bu yana birçok kez ziyaret ettiğimiz Edirne yolculuğumuz önümüzdeki dönemde de devam edecek. Ve sanırım bu yeni geziler sırasında Balkan Ticaret Merkezi konusunda da, Edirne'nin kent kimliğinin ne olması gerektiği tartışmalarında da önemli mesafeyi kısa zamanda elde edeceğiz.
Bunun şunun için söylüyorum. Kentin Valisi Nusret Miroğlu da, belediye başkanlığı da, üniversitesi de, sivil toplum kuruluşları da kendi katkılarını ortaya koyup bu projeyi hayata geçirmek istiyorlar. Böylesi bir birliktelik hayal edilen prjoenin zaten başlamış olan eyleme dönüşme çabasını hızlandıracaktır. Kent önderlerinin dinamiği bunu sağlayacak güçtedir... |