BATI TRAKYA TÜRKLERİ
YUNAN VATANDAŞLIK YASASININ İPTAL EDİLEN 19. MADDESİ
BATI TRAKYA'DA YASAK BÖLGE UYGULAMASI
SINIR BÖLGESİ UYGULAMASI
LOZAN'A RAĞMEN AZINLIK HAKLARI İHLALLERİ
Azinliklar ve Etnik Temizleme
Avrupa Dünyasının Çok Uzağında: Yunanistan*daki Türk Azınlığı
Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı'nın nüfusunun 150.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Lozan belgelerine göre, 1923 yılında 129.120 olan Batı Trakya Türk nüfusu bölge nüfusunun % 68'ini teşkil ederken, bugün 150.000 nüfusla bölge nüfusunun ancak % 35'ini oluşturmaktadır. Lozan Antlaşması'nın imzalandığı tarihte ve Lozan Konferansı belgelerine göre toprak mülkiyetinin % 84'üne sahip olan Azınlığın bugün sahip olduğu toprak oranı ise % 20'ler civarındadır.
Yunanistan, göç ettirmek veya asimile etmek suretiyle Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı'nı tamamen eritmek için unsurları aşağıda sunulan stratejiyi uygulamaktadır:
- Azınlığı Türk, Pomak ve Çingenelerden müteşekkil homojen olmayan bir topluluk olarak tanımlayıp azınlığın bölünmesine zemin hazırlamak.
- Azınlığı münhasıran dini kimliği ile tanıyıp etnik kimliğinin, dolayısıyla Türkiye ile bağlarının zayıflatılması ve böylece yukarıda işaret olunan bölünmeyi gerçekleştirmek.
- Azınlığın ekonomik gelişmesini engellemek ve sosyal güvenlik ve dayanışmasını sarsmak suretiyle göçü özendirmek.
Bu politikanın araçları ise şunlardır:
- 11 Haziran 1998 günü bir yasayla iptal edilen Vatandaşlık Kanunu'nun 19. maddesi yürürlüğe girdiği 1955 yılından bu yana sistemli olarak Türk Azınlık nüfusunun "kabul edilebilir" bir düzeyde tutulması için kullanılmıştır. Bu yasayla 60.000 civarında Batı Trakyalı Türk'ün vatandaşlığına son verilmiştir.
- Azınlığın asimile edilmesini kolaylaştıran yasak bölge uygulaması
- Taşınmaz edinmeyi denetleyerek azınlığın güçlenmesini önlemek, kamulaştırmalar yoluyla azınlığı topraksızlaştırmak.
YUNAN VATANDAŞLIK YASASININ İPTAL EDİLEN 19. MADDESİ
Yunan Vatandaşlık Yasasının 19. maddesinin hükmü aynen şöyle idi:
"Yunan olmayan kökenden bir kişi geri dönme niyeti olmaksızın Yunanistan'dan ayrılırsa, bu kişinin Yunan vatandaşlığını yitirdiğine hükmedilebilir. Bu hüküm, yurtdışında doğmuş ve oturmakta olan Yunan-olmayan etnik kökenli kişilere de uygulanır. Ana-babasından ikisi birden veya hayatta olanı vatandaşlığını yitirmiş olan reşit olmayan çocuklardan yurt dışında yaşayanlar da vatandaşlığını yitirmiş olarak ilan edilebilir. Vatandaşlık Konseyinin aynı yönde alacağı karara dayanarak bu konuda İçişleri Bakanı hüküm verir."
Batı Trakya Türk Azınlığı mensuplarını vatandaşlıktan çıkarmak için kullanılan bu madde, Yunan vatandaşları arasında "etnik kökenlerini" kıstas alarak, "Yunan asıllı olanlar ve olmayanlar" şeklinde ayırım yapmaktaydı. Bu maddeyle vatandaşlıktan iskat edilenler kendilerine bir tebligat dahi yapılmadan, keyfi biçimde vatandaşlıktan çıkarılmışlardır. Soydaşlarımız vatandaşlıktan çıkarıldıklarını sınır kapılarında öğrenmiş, haklarında alınan karara itiraz edebilmeleri için Yunanistan'a giriş yapmalarına dahi izin verilmemiştir. Bu şekilde Yunan vatandaşlığı kaybettirilen soydaşlarımızın sayısının 60.000 civarında bulunduğu tahmin edilmektedir.
11 Haziran 1998 tarihinde Yunanistan Parlamentosu Vatandaşlık Yasası'nın 19'uncu maddesinin iptal edilmesine karar verdiğini açıklamıştır. Bununla birlikte, Yunan Hükümeti, binlerce vatansız soydaşımızın beklentilerinin aksine, yasa iptalinin geriye dönük etkisi olmadığını, yani vatansız soydaşlarımızın gasp edilen vatandaşlıklarının iade edilmeyeceğini bildirmiştir.
BATI TRAKYA'DA YASAK BÖLGE UYGULAMASI
Batı Trakya'yı Bulgaristan sınırına paralel şekilde doğu-batı yönünde geçen bir hattın kuzeyinde kalan, 20- 30 km . genişliğinde ve yaklaşık bölgenin üçte birini kapsayan ve içinde münhasıran soydaşlarımızın yaşadıkları yer soğuk savaş döneminde "askeri yasak bölge" ilan edilmiştir.
Dönemin Milli Savunma Bakanı Arsenis 1995 yılında Batı Trakya'yı ziyareti sırasında askeri yasak bölgenin kaldırılacağını açıklamıştır. Askeri kontrol noktalarının ve bölge dışında yaşayan Yunan vatandaşlarının bölgeye giriş-çıkışları için izin alınması koşulunun kaldırılmış olmasına rağmen Arsenis'in bu beyanını gerekli yasal düzenleme izlememiştir. Halen yasak bölgeyi ziyaret etmek isteyen yabancı uyrukluların yerel güvenlik makamlarından izin almaları gerekmektedir.
Komünist sızmaları önlemek için ihdas edilmiş olan yasak bölgenin bugün azınlığın bir bölümünü diğerinden ve dış dünyadan soyutlamak için uygulandığı kuşkusuzdur. Zira, 1980'li yılların başından beri tehdidin kuzeyden değil batıdan geldiğini savunan PASOK hükümetlerine göre bu bölgenin varlık nedeni bu tespitin yapıldığı tarihten itibaren sona ermiş olması gerekirdi.
SINIR BÖLGESİ UYGULAMASI
Batı Trakya'nın da içinde bulunduğu Yunanistan topraklarının yarısından fazlası 1938 tarih ve 1366 sayılı yasayla sınır bölgesi olarak ilan edilmiş ve bu bölge içinde taşınmaz alıp-satmak isteyen Yunan vatandaşlarının ilgili vilayetlerde bu amaçla kurulmuş bulunan bir komisyondan izin almaları zorunluluğu getirilmiştir.
4-5 yıldır Azınlık bireyleri arasında veya Yunan kökenliden Azınlık bireylerine taşınmaz satışına seçici olarak izin verilmeye başlanmıştır. Ancak, izinlerin verilmesinde ayları bulan uzun bekletmeler gibi caydırıcı önlemler sürdürülmektedir.
LOZAN'A RAĞMEN AZINLIK HAKLARI İHLALLERİ
a) Eğitim
Yunanistan ile Türkiye arasında 1953 yılında varılan bir mutabakat çerçevesinde her yıl karşılıklı olarak Batı Trakya ve İstanbul'a 25 öğretmen gönderilmesi öngörülmüş, daha sonra 1955 yılında öğretmen sayısı 35'e çıkartılmıştır. Ancak, aradan geçen süre zarfında Yunanistan, Batı Trakya Azınlık okullarına Türkiye'den gönderilecek öğretmen sayısını re'sen giderek azaltmış ve sadece 16 öğretmen için vize vermeye başlamıştır.
b) Din
Yunanistan'ın laik bir ülke olmaması nedeniyle dinsel kurumların günlük yaşamda yargısal, sosyal bir işlevi bulunmaktadır. Batı Trakya Türk Azınlığının din ve vicdan özgürlük ve haklarıyla din kurumları Lozan Antlaşması'nda genel ifadelerle düzenlenmiştir.
Batı Trakya Türk Azınlığının din kurumlarını düzenleyen metin 1913 Atina Antlaşmasıdır. Bu antlaşma hükümleri 1920 tarih ve 2345 sayılı yasa ile Yunan hukuk sisteminin bir parçası haline getirilmiştir. Yasaya göre, Batı Trakya Türk azınlığı dinsel kurumlarını kendi özgür iradesiyle oluşturmakta ve müftüleri seçim yoluyla görevlendirmektedir.
Yunanistan son dönemde 2345 sayılı yasayı yürürlükten kaldırarak müftülerin atama yoluyla işbaşına getirilmesini öngören yeni bir yasayı yürürlüğe koymuştur. Ancak, yasa değişikliklerinin Yunanistan'ın ahdi yükümlülüklerini ortadan kaldırmadığı açıktır. Bu şekilde Atina Antlaşması'nı ihlal eden Yunanistan, 590/77 sayılı yasayla Yunan Kilisesi'ne tanıdığı metropolitleri, 2456/20 sayılı yasayla Yahudi cemaatlerine tanıdığı yöneticilerini ve hahamlarını seçme hakkını Türk Azınlığından esirgeyerek azınlıklara diğer vatandaşlara tanınan hakların tamamının tanınacağını amir Lozan Antlaşması'nın 40. maddesini de ihlal etmektedir.
İskeçe ve Gümülcine Müftülerinin vefatından sonra azınlığın bütün ısrarlarına rağmen Yunan makamlarının 2345 sayılı yasaya göre gerekli seçimleri düzenlememekte direnmesi üzerine Azınlık İskeçe ve Gümülcine'de müftü seçimi yapmış ve iki müftü seçmiştir. Bu seçimler üzerine de Yunanistan 2345 sayılı yasayı iptal etmiştir. Yunan Hükümeti Azınlıkça seçilmiş İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga ve Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif'i birbirini izleyen mahkeme ve hapis cezalarıyla taciz etmektedir. İskeçe Müftüsü aleyhinde şimdiye kadar toplam 15 dava açılmıştır. Halen devam eden 11 davada İskeçe Müftüsü toplam 96 ay (8 yıl) hapis cezasına çarptırılmıştır.
Halen İskeçe ve Gümülcine'de Azınlığın seçtiği ve tanıdığı ile İdare'nin re'sen atadığı ve Azınlığın tanımadığı ikişer müftü bulunmaktadır.
Cemaat ve Vakıf Yönetim Kurulları
Lozan Antlaşması'nın 40. maddesi uyarınca, Batı Trakya Türk Azınlığının giderlerini kendileri karşılamak üzere, her türlü hayır kurumları, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olmaları öngörülmüştür.
21 Nisan 1967 darbesinden sonra işbaşına gelen Yunan Cuntası, seçimle işbaşına gelmiş olan yönetim kurullarını azlederek yerlerine kendi tayin ettiği kişileri getirmiştir. İskeçe vakıf malları halen 1967 yılında Yunanistan'da cunta iktidarının atadığı bir kişi tarafından yönetilmektedir. Gümülcine'de ise, yine cuntanın atadığı kişinin 1989'da istifasından sonra, cemaat yönetimi denetleyici sıfatıyla atanmış müftüye tevdi edilmiştir.
KAYNAK
Arşiv Belgelerine göre Balkanlarda ve Anadolu'da Yunan Mezalimi, Başbakanlık Devlet Arşivleri Yayını, Ankara 1995.
Azinliklar ve Etnik Temizleme
Filipos Savidis - To Vima Gazetesi
YUNANISTAN, Atina: "2006 Yunanistan'inda, etnik temizleme ve "milli"
kimligin empoze edilmesine iliskin "Miloseviç modelini" benimseyen
görüslerin desteklenmesi ve öne sürülmesi en azindan üzücüdür. Bu, demokrasi
ve sosyal birlik için aslinda zor ve tehlikeli bir görüstür. Yunanistan'in
yapabilecegi halde "etnik temizleme prensibini uygulamayi" reddettigine dair
görüs, karanlik ve zamani geçmis yöntem ve taktikleri siyasi bakimdan kabul
edilir seçenek olarak öneriyor. Ayni zamanda, her türlü hukuk ve demokratik
prensibe hakaret ediyor. Tarihi olarak da kanitlandigi gibi, etnik temizleme
yöntemi, siyasi ve ahlaki bakimdan asagi ve kötülenmesi gereken bir
yöntemdir. Çünkü problemleri çözmüyor aksine güvensizlik ve sosyal çatisma
kosullari yaratarak daha fazla problem yaratiyor. Komsumuz ve özellikle
Sirbistan, Bosna ve Kosova belirleyici örneklerdir.
Bugünkü Yunanistan'in çok kültürlü ülke oldugunu hazmetmemiz gerekir.
Ülkemizde Hiristiyan, Müslüman ve dinsiz olan Yunan vatandaslar yasiyor ve
çok sayida göçmen misafir ediliyor. Bu, tüm vatandaslar için avantajdir.
Ekonomik kalkinma ülkemizi isçi "ihracatçisindan" isçi "ithalatçisina"
dönüstürdü. Ekonomimiz büyük ölçüde, burada yasayip ve çalisan göçmenlere
dayaniyor. Yekpare "milli" kimligin empoze edilmesine dayanan, geleneksel
"ulus-devlet" kavraminin artik çag disi (iyi ki) oldugu bellidir. Modern
demokrasilerde, vatandasin kimligini serbestçe belirledigi ve demokrasi
oyunu kosullarinin biçimlenmesinde bas role talip oldugu "vatandaslar ulusu"
yaratiliyor.
Devlet, Bati Trakya'daki Müslüman vatandaslari için de bu rolü garanti etmek
zorunda. Kostas Simitis hükümeti 1998 yilinda, dogru olarak, Yunan
Vatandasligi Yasasi'nin (3370/1955) kabul edilemez 19. maddesini iptal etti.
1999 yilinda zamanin Disisleri Bakani ve bugünkü PASOK lideri Yorgo
Papandreu siyasi cesaretle, kimlik belirleme hakkinda konusma ve bundan önce
uygulanan politikalarin basarisizligini kabul etme cesaretini gösterdi.
Papandreu bu hareketi nedeniyle hakarete ve iftiraya maruz kaldi. Ancak,
Yunan vatandasi olmanin ne anlama geldigi ve kendi kimligini belirleme için
resmi diyalogun baslamasinda belirleyici rol oynadi. O zaman ifade ettigi
görüsler, bugün de günceldir.
Müslüman azinligin yekpare olmadigina kusku yok. Aralarinda çok Türk asilli
var. Ancak, bu ikincil derecededir. Esas soru sudur: Bati Trakya
Müslümanlarinin kendilerini Yunan vatandaslariyla esit olduklarini
hissetmelerini garanti etmek için devlet ne yapiyor? Yani, onlari
ilgilendiren politikalara esit olarak katildiklarini hissetmeleri için
devlet ne yapiyor?
Devlet onlari güvensizlik ve kuskuyla karsiladi. Bazilari onlara "Türk
genislemeciliginin" "besinci kolu" olarak bakti, oysa bugün dahi "üçüncü
sinif vatandas" ve Türk Konsoloslugunun organlari olarak niteleniyorlar.
Bugünkü "devlet babalari", sebepsiz ancak art niyetle önerdikleri ve
uyguladiklari politikanin Müslüman azinligi her dönemin Türk Konsolosunun ve
becerikli Türk ve Yunan santajcilarin kucagina sürükledigini unutuyorlar.
Diger bir deyisle, önemli bir bölümü olusturan Yunan vatandasinin tecrit ve
suçlanmasi, problemleri çözmek yerine problem yaratiyor ve Ankara'ya, Trakya'daki
tüm Müslümanlari el altindan yönetme firsati veriyor.
Trakya sakinleri arasinda büyücü ve casus avina gerek yok. Tabii ki etnik
temizlemeye de!
Gerekli olan, geçmisin tabularindan kurtulmus, ortak demokrasi çerçevesinde
kimlik belirleme prensibine saygi duyan yeniklikçi bir politikanin
uygulanmasidir. Digerinin Türk veya baska asilli olduguna iliskin vicdan,
saygi, cesaret ve samimiyetle bölgenin gereksinimlerini dinlemek ve tanimak
gerekir.
Bati Trakya vatandaslarinin siyasi, ekonomik ve sosyal gelismelere ayrim
yapilmadan katilmalari gerekir. Bu çerçevede, yerel yönetimin, valilerin ve
milletvekillerinin bölge sakinlerinin taleplerini ve siyasi ihtiyaçlarini
ifade edebilmeleri gerekir, Hiristiyanlar ile Müslümanlar arasinda uçurumu
genisletmek degil. Yunan demokrasisinin kalitesinin belirlendigi bir
bölgede, yanlis seçeneklerin trajik sonuçlari olacak."
(To Vima gazetesi, 28 Mart 2006)
Avrupa Dünyasının Çok Uzağında: Yunanistan*daki Türk Azınlığı
Gümülcine*deki Müslümanların dini liderliğini yapan Müftü İbrahim Şerif, *Batı Trakya*daki Türkler özel haklar değil eşit muamele istiyorlar. Sonuçta bu insanlar Trakya*da misafir değiller* diyen müftü *Daha Osmanlı dönemi öncesinde burada camiler vardı ve Türkler 1360*tan beri buradalar* diyor. Şerif, Yunan Devletinin Batı Trakya*da azınlıklara, 1981*de Avrupa Topluluğu*na girdikten sonra da uzun bir süre ayrımcılık ve baskı uyguladığını söyleyerek, Türklere inşaat izni, ehliyet, telefon bağlantısı veya dükkan açma izni vermemekte direnildiğini, Lozan Antlaşması*nda garanti edilen kendi okullarına sahip olma hakkının bile sınırlandırıldığını dile getiriyor.
Michael Martens
Frankfurter Allgemeine Zeitung
YUNANİSTAN, Gümülcine: Mayıs ayının başı. Türkiye*nin hizmetinde bir diplomat olan Bay S.*nin Selanik*teki Türk Başkonsolosluğundaki bürosunun duvarında Mustafa Kemal Paşa*nın iki portresi asılı. Biri arkasında diğeriyse giriş kapısının yanında. Bay S., ne tarafa dönerse dönsün, biri renkli diğeri siyah-beyaz olarak resmedilmiş modern Türkiye*nin atası, onun her hareketini izliyor. Bay S., kariyerinin başında bir diplomat. Bu, masasının dağınıklığından da belli. Üst üste yığılmış dosyalar, açık ve kapalı zarflar, kalemler ve kahve fincanları... Düşük maaşlı memurlara has günümüzün cansız büro yaşantısının tablosu. Telefon çalıyor. Anlaşılan amiri arıyor. Sakin memur birden telaşlanıp bir yazıyı arıyor, sonra da bulup yazıyla dışarı fırlıyor. Birkaç dakika sonra elinde salladığı kağıtlarla tekrar odaya geliyor ve *Gelecekte Yunanistan*da gözaltı süresi herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin 28 gün sürebilecek. Her halükarda bir yasa tasarısı bunu öngörüyor* diyor ve ekliyor: *Eğer biz bunu yapacak olsaydık, hemen Türkiye AB*ye ehil değil derlerdi.*
Bay S., elindeki evrakı yerine yerleştiriyor ve Türkiye*nin sürekli maruz kaldığı haksızlıkları anlatıyor.Diplomat birkaç dakika sonra kendiliğinden 1915 yılına geliyor. *Ermenilerin tehcirinin soykırım olarak nitelenmesi ne kadar saçma* diyerek buna direniyormuş gibi bir tavır alıyor. Ama sonra bu sabahki randevunun başka bir nedenle verildiğini hatırlamış gözüküyor. Zira konumuz ne Ermeniler ne de Türkiye*nin AB üyeliği çabaları. Söz konusu olan tek şey, Selanik*te Türk Başkonsolosluğu bahçesinde bulunan küçük ev. Diplomat, her yıl yaklaşık 15 bin kişinin evi görmeye geldiğini söylüyor. Çoğunun seyahat gruplarıyla sırf bu evi görmek için kalkıp da Türkiye*den geldiğini, aynı zamanda Almanya ve Hollanda*dan arabayla yolculuk yapanların da aynı nedenle Selanik*te mola verdiklerini söylüyor.
Muhtemelen 15 bin ziyaretçi yılın başka mevsimlerinde geliyorlar. Her halükarda bu bahar sabahı bahçedeki küçük ev boş. Bir Türk güvenlik görevlisi kapıyı açıyor. İçerisi bir kilisede olduğu gibi sessiz ve etkileyici, tabii ki güvenlik görevlisinin cep telefonu çalmadığı sürece. İster istemez ziyaretçiler de burada sessizliğe bürünüyor. Burası modern Türkiye*nin doğduğu yer. Dönemin Osmanlı İmparatorluğuna ait olan büyük liman kenti Selanik*te, 1881 yılında kereste ticaretinde başarısız olan eski gümrük memuru Ali Rıza Efendi ile bir çiftçinin kızı olan Zübeyde Hanım*ın çocuğu olarak doğdu. Oğullarına Mustafa adını verdiler. Soyadı daha sonra Atatürk oldu, Türklerin atası.
Mustafa*nın doğduğu evin duvarlarında, soyadı Atatürk olduktan sonraki dönemden fotoğraflar asılı. Altında Fransızca açıklamaları yazıyor; *Atatürk Ürdün Kralı Abdullah ile* yahut *Atatürk İngiltere Kralı VIII. Edward ile* veyahut *Atatürk Sovyet Mareşal Kliment Voroşilov ile* gibi. Üst katta devletin kurucusu ve halkı köklü bir değişime uğratan Atatürk*ün günlük yaşantısından eşyaların bulunduğu bir oda var. Doğduğu oda ise boş, ama duvarda 24 Mart 1923 tarihli Time gazetesinin kapağında Atatürk*ten bir portre ve makale asılı. Evi dolaştıktan sonra, halen başka ziyaretçiler olmadığı için bekçi kapıyı yeniden kilitliyor.
Tam da bu barışçıl evde, Eylül 1955*te Türk-Yunan ilişkisinin en kanlı sayfalarından birinin başlamış olması şaşırtıcı. Asıl felaket tabii ki Selanik*te değil, devlet radyosu ve günlük gazete Hürriyet*in *17 yıl önce vefat eden Atatürk*ün doğduğu eve bir saldırı yapıldığını* duyurduğu İstanbul*da yaşandı. Bu arada suiskastın, İstanbul*daki Rum azınlığa karşı itinayla hazırlanmış olan isyana bahane olarak öne sürülmesi amacıyla bir Türk istihbaratçısı tarafından tertiplendiği ortaya çıktı. Selanik*ten gelen haberin yayılmasından birkaç saat sonra yağmacı, tecavüzcü ve katil bir güruh, Türk metropolündeki Rum mahallelerine saldırdı. O dönemde aralarında çok sayıda varlıklı iş adamının da bulunduğu 100 binden fazla İstanbullu Rum, canlı ve verimli bir diasporayı oluşturuyordu. Bugün Altın Boynuz*da (Haliç) iki bin civarında Rum yaşıyor. Diplomat S., *1955*te yaşanan olaylar tartışılabilir. Bu bir rezaletti* diyor. Ancak, yarım yüzyıl önce İstanbul Rumlarına yapılanların cezasını bugün neden Yunanistan*daki Türk azınlığı çekiyor? Zira, bir şey kesin. Bay S., *Yunanistan*daki Türklerin durumları Avrupa normlarına uygun değil. Bunu oraya kulak veren herkes doğrular.* diyor.
*Orası* ile kastedilen Gümülcine. Batı Trakya*da Türkiye sınırından yaklaşık 80 km uzakta, Selanik ile İstanbul*un tam ortasında yer alan küçük bir şehir. Gümülcine, Yunanistan*daki Türklerin gayriresmi başkenti. Trakya*nın Yunan tarafında ve Gümülcine*de hala Türklerin oluşu, 80 yıldan uzun bir süre önce Cenevre Gölü kıyısındaki Lozan kentinde yapılan bir konferansa dayanıyor. Türk-Yunan Savaşı*nın bitiminin ardından iki devletin ara bulucuları orada, 1923 yılında kıyasıya pazarlıklar sonucunda devletler hukuku temelinde bir antlaşma doğmasını sağladılar: Azınlıklarının mübadelesi, yani devletçe kararlaştırılmış bir etnik temizlik. Yaklaşık 1.3 milyon Rum Anadolu*yu; dört yüz bin Müslüman da Kuzey Yunanistan*ı terk etmek zorunda kaldı. Sadece İstanbul*daki Rum azınlık ve Trakya*nın Yunan kesimindeki Müslümanlar bu kitle tehcirinden muaf tutuldular. Bu yüzden Meriç, Rodop ve İskeçe*de bugün, öncelikle Türkler ve Pomaklardan oluşan yaklaşık 120 bin Müslüman yaşıyor.
Gümülcine*de çayla karşılanıyoruz. Bölgedeki Türk eşrafı orada. Yan sokakta bir dükkan işleten Türk Öğretmenler Birliği Başkanı Sadık Salih, İstanbul ve Londra*da gazetecilik okuyan ve Gümülcine*de Türkçe bir gazete çıkaran Cemil Kapza, Türkiye*de yüksek öğrenimini gördükten sonra *Batı Trakya*daki Yunan Azınlığa İlişkin Politika* üzerine doktora yapan genç tarihçi Ali Hüseyin ve Yunan Devleti tarafından tanınmayan, devletin desteği olmaksızın da Gümülcine*deki Müslümanların dini liderliğini yapan Müftü İbrahim Şerif. İlk sözü o alıyor. *Batı Trakya*daki Türkler özel haklar değil eşit muamele istiyorlar. Sonuçta bu insanlar Trakya*da misafir değiller* diyen müftü *Daha Osmanlı dönemi öncesinde burada camiler vardı ve Türkler 1360*tan beri buradalar* diyor. Birinci Dünya Savaşı*ndan beri Türklerin işgalci muamelesine tabi tutuldukları görüşünde olan müftü, insan hakları gruplarının çok sayıda kanıt topladığını, Yunan Devletinin Batı Trakya*da azınlıklara, 1981*de Avrupa Topluluğu*na girdikten sonra da uzun bir süre ayrımcılık ve baskı uyguladığını söyleyerek, Türklere inşaat izni, ehliyet, telefon bağlantısı veya dükkan açma izni vermemekte direnildiğini, Lozan Antlaşması*nda garanti edilen kendi okullarına sahip olma hakkının bile sınırlandırıldığını dile getiriyor. Bu politikanın, İstanbul*da geriye kalan Rum cemaatine yönelik muameleye uygun oluşu da, durumu iyileştirmiyor.
Gümülcine*deki Türk gençlik kulübü, daha doğrusu Müslüman gençlik kulübünün (*Türk* kelimesinin Yunanistan*daki Türk derneklerinde kullanılması yasak) bahçesinde yaptığımız sohbette, *Yunanlılar bizi Truva atı olarak görüyor. Oysa Batı Trakya tarihinde Türk partizanlığı yoktur, Batı Trakya*nın özerkliğinden yana bir hareket de yoktur* diyen tarihçi Ali Hüseyin, Yunanistan*da resmen Türk değil, sadece bir Müslüman azınlığın var olduğunu söylüyor. Sohbete katılanlardan biri, kendi devletinin vatandaşlarının etnik kimliğini kabul etmemekte ısrarın, Türkiye sınırındaki Türk kökenli Yunanların güvenilmez kantoncular olduğu şeklindeki tamamen dayanaksız korkudan ileri geldiğini söylüyor. Hüseyin de şunları ekliyor: *Batı Trakya*daki Türkler, İkinci Dünya Savaşı*nda Yunanistan için savaştılar, Yunan ordusunun askerleri olarak şehit düştüler. Buna rağmen Ankara*nın gönüllü işbirlikçisi olmakla itham ediliyoruz. Heyecanlandığında biraz kekeleyen genç adam, *Ben bir Yunan vatandaşıyım, bu benim ülkem, bu yüzden Yunan ordusuna hizmet veriyorum* diye konuşuyor.
Cemil Kapza ise daha temkinli. *Bizler Yunanistan ile Türkiye arasında hep iyi ilişkilerden yana olacağız. Zira ilişkiler kötüleştiği an, bunu ilk hissedenler biz oluyoruz.* diyor Kapza. Batı Trakya Üniversitelileri Derneği Başkanı olan Kapza*nın derneğine azınlıklardan oluşan seçkinler üye. Başlangıçta onlar için önemli olan, üniversite diplomalarının yurt dışında, öncelikle de Türkiye*de tanınmasıydı. Ancak dernek bu arada azınlıkların diğer sorunlarıyla da ilgileniyor. Zira, Batı Trakya*daki Müslümanların çok azı üniversite mezunu.
Bir numara daha büyük ve siyasi açıdan eşit olmayan daha etkin bir Müslüman azınlığın yaşadığı, Batı Trakya*yı Bulgaristan*daki ovalık Yukarı Trakya*dan ayıran Rodoplar*ın köylerindeki Türklerin çoğunun ekonomik dayanağını, ektikleri tütün oluşturuyor. Ancak zaten kıt olan gelir, giderek daha az çiftçinin karnını doyuruyor. Zira tütün fiyatları düşüyor. Bu yıl, AB*nin sübvansiyonları hariç bir kilo tütüne 48 cent ödenecek. 2005*te 70 cent almışlardı. Çiftçilerin çoğu, AB 2013*te yardımı kestiğinde nasıl geçineceklerini bilmiyorlar. Avrupa*nın hızla hareket eden dünyasından çok uzaktaki Makas-Yanıköy gibi köylerde, AB tarafından terk edildikleri hissine kapılıyor insanlar. Makas-Yanıköy, Gümülcine*nin kuzeyindeki Yunanistan*a ait son yerleşim yeri. Birkaç yüz metre sonra, yine Türklerin yaşadığı Balkanlar*ın Slav bölgesi başlıyor. Makas-Yanıköy*de 19 aile var. Evlerin çoğu terk edilmiş durumda. Bazı erkekler Yunanca konuşuyor, ama yaşlı kadınların çoğu bu dili bilmiyor. Cuma günleri Gümülcine*den köye bir imam geliyor. Diğer günlerde ezan caminin minaresinden kasetten veriliyor. Köy okulu iki yıl önce kapatılmış. Az sayıdaki çocuk otobüsle bir sonraki büyük kente götürülüyor. Burada pek gelecek varmış gibi gözükmüyor.
Cemil Kapza da köylerin durumunun genelde umutsuz olduğunu teyit ediyor. *Doğum oranlarımızı uzun süre Yunanlardan yüksekti. Baskılar sonucu çoğumuz göçmek zorunda kalmasaydık şimdi sayımız 600 bini bulurdu* diyen Kapza, *Ha bir de 19*uncu madde var* diye ekliyor. 1955*ten kalma Yunan Vatandaşlık Yasası, Yunan ırkından olmayanların, Yunanistan*ı geri dönmemek amacıyla terk edenlerin vatandaşlıktan çıkarılabileceğini öngörüyordu. Bu esnek bir maddeydi. Bu arada, akrabalarını görmek veya tatil yapmak amacıyla ülkelerinden ayrılarak, Türkiye*ye giden, geri dönüşte sınırda artık Yunan vatandaşı olmadığını, vatansız kaldığını ve Yunanistan*a giremeyeceğini öğrenen çok sayıda Batı Trakyalının olayı belgelenmiş bulunuyor. Diğerleri ise ülkeden hiç ayrılmadıkları halde vatandaşlıkları ellerinden alındı. Bu konu Yunanistan*da uzun süre tabuydu. Zira, Türklerin olmadığı yerde, ellerinden hakları alınmış Türkler de olamazdı. Yunan İçişleri Bakanlığını, bu maddenin kaldırıldığı 1998*e kadar geçen süreçte 46 bin 638 Yunanistan vatandaşının vatandaşlığının elinden alındığını ancak geçen yıl resmen itiraf etti.
Verdiği önergeyle İçişleri Bakanlığını 19*uncu maddenin kurbanlarının sayısını açıklamaya zorlayan adam, ziyaretçilerini Gümülcine*nin Türk semtindeki bürosunda kabul ediyor. Hükümet partisi Yeni Demokrasinin parlamento milletvekili olarak Atina*da Trakya Türklerinin haklarını koruyan Ahmed İlhan*a gidip gelenlerin sayısı belirsiz. 1955*ten kalma ırkçı Vatandaşlık Yasası*nın 1998*de AB*nin baskısıyla kaldırıldığını, ancak azınlıkların yasal olmayan yollardan vatandaşlıktan çıkarılması işleminin geri döndürülmediğini söyleyen ilhan *Bu konuda sağdan sola tüm partiler hemfikirdi* diyor. *Bu yüzden bir sonraki adım, yasa dışı yollardan vatandaşlıktan çıkarılanlara, nerede yaşarlarsa yaşasınlar, vatandaşlıklarının yeniden verilmesidir* diyen İlhan, *Türk Devletinin de İstanbul*da kalan Rumlara kötü davrandığı* şeklindeki gerekçeyi kabul etmek istemiyor. *İstanbul*daki Rumların durumunun mükemmel olmadığı doğru. İki devlet de azınlıkları siyasete alet ediyorlar* diyen İlhan, iyileştirmek için ilk adımı atma görevinin Yunanistan*da olduğunu söyleyerek ekliyor: *Sonuçta azınlık haklarının korunduğu bir dönemde yaşıyoruz ve Yunanistan AB*nin bir üyesi.* (Almanya - Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesi- 6 Mayıs 2006)