Balkanlar daki Türk Kültürel varlığı şu andaki bilgilerimizin ışığı altında milattan hemen önceki yıllara kadar uzanmaktadır. Bundan önceki dönemlere ait bir takım veriler son zamanlarda ortaya çıkmakla beraber kesin bir değerlendirme yapabilmek için yeterli görülmemektedir. Balkanlar daki Türk kültürel varlığı iki koldan gerçekleşen kitlevi göçler sonucunda oluşmuştur. Kuzeyden Onogur-Bulgar, Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak göçleri, güneyden de Oğuz Türkler inin göçleri ve yerleşmeleriyle Balkanlar Türkleşmeye başlamış, 14 ve 15. y.y. da tamamen Türk kültürünün hakim olduğu bir bölge haline gelmiştir.
Bundan daha sonraki gelişmeler sonucunda Balkanlar dan bir med-cezir hareketi gibi bir çekilme söz konusu olmuş, dünyadaki değişmeler, gelişmeler, kuzeydeki Slav kültürünün gelişmesi ve buradan gelen baskı ve çatışma, hem de politik mücadeleler ve aynı zamanlarda büyükçe bir sömürge imparatorluğu kurmuş olan İngiltere'nin baskıları arasında kalma sonucunda Balkan savaşına kadar Osmanlı adım adım geri çekilerek bugünkü Türkiye sınırlarına kadar ulaşmıştır. 1912-1913 yıllarından sonraki gelişmelerle de son sınırlar çizilmiş, bununla beraber Türk kültürel varlığı bölgedeki hem Oğuz hem Kıpçak Tüklerinin bakiyeleri şeklinde hayatlarını devam ettirmektedir.
Tabii bunların bir kısmı Türkiye üzerinden göçerek Balkanlar da iskan edilen Evlad-ı Fatihan torunları, Oğuz Türkler idir. Diğerleri de yine kuzeyden gelerek yerleşen, Onogur-Bulgar, Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak Türkler idir. Bütün bu Türkler idir. Bütün bu Türk toplulukları günümüzün Türk kültür varlığını teşkil etmekle beraber aralarındaki çok küçük farklılıklar, içinde yaşadıkları kültürlerin yöneticileri tarafından kullanılarak birbirlerine düşman edilmeye de çalışılmıştır.
1950'li yıllardan sonra Türkiye'deki siyasal değişime paralel olarak uygulanan yanlış politikalar sonucunda Balkanlar dan Türkiye'ye göçler büyük ölçüde devam etmiş, göçmenleri oy deposu olarak gören bütün siyasi partiler belki de bilmeden Balkanlar da Türk kültür varlığının budanmasına, azalmasına yol açmışlardar. Bütün bu gelişmelere rağmen, yine de Türkve Müslüman kültürel varlığı Balkanlar da aşağı yukarı 12 milyonluk bir nüfusu oluşturmaktadırlar.
Günümüzde, Balkan ülkelerindeki Türk kültür evleklerinin yukarıda kısaca anlatılmaya çalışılan özellikleri sebebiyle teker teker ele alınarak değerlendirilmeleri de bir zaruret olarak ortaya çıkmaktadır. Son 60-70 yıllık dönem içinde Balkan ülkelerinin büyük bir çoğunluğu komünist rejim baskısı altında kültürel açıdan deforme olmuş, bunun dışında kalan Yunanistan ise, Batı Bloku'na dahil olmasına rağmen, daha acımasız asimilasyon politikalarını uygulayarak Türk varlığının demografik verilere göre: normal nüfus artışıyla 500-600 bin kişiyi bulması icabederken, günümüzde 120 bin civarında bir Türk kültür varlığı Batı Trakya bölgesinde kalmış durumdadır. Bu da; iki farklı ekonomik politikaya sahip olan kültürlerin bir noktada birleştiğini gösteriyor.
Kültürel açıdan her iki rejim de aynı şekilde asimilasyon politikaları uygulanmıştır. Yunanistan'nın uyguladığı asimilasyon politikaları daha ziyadre psikolojik olarak yıldırma, güven duygusunu azaltma, insanlar arasındaki güvensizliği aşılama, yaygınlaştırma ve bu şekilde göçe zorlama şeklinde olmuştur. Buradaki soydaşlarımızın büyük bir kısmı Türkiye'ye diğer bir kısmı da Avrupa'nın değişik yerlerine ve bunun dışında kalan bir kısmı da Avustralya'ya yerleşmek, göç etmek zorunda kalmışlardır. Buradaki kültürel kimlik savaşı halen devam etmektedir. Bölgede kurulmuş olan hükümet dışı organizasyonların isimlerindeki Türk ismi, son yıllarda kaldırılmış, buradaki bütün hükümet dışı kuruluşlar, gönüllü kuruluşlar baskı altında varlıklarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar.
Ayrıca, buradaki bütün soydaşlarımızın devlet memuriyetleri dahi engellenmekte, "Dikatsa" adı verilen kuruluş tarafından diploma denklikleri ve çalışma izin belgeleri soydaşlarımıza verilmemektedir. Buna bağlı olarak Türkiye'ye doğru yönelmiş olan göç, hızlanmaktadır. Eğitim de bu göçü hızlandırıcı bir faktör olarak yer almaktadır. Yunanistan'daki liselerde ve üniversitelerde okuma imkanları elinden alınan soydaşlarımız büyük ölçüde Türkiye'ye göç ederek, gelecekleriyle ilgili eğitim imkanlarını pekiştirme çalışmaları içindedirler. Bu da tehcir ve asimilasyonunun bir başka yönünü teşkil etmektedir.
Lozan antlaşması (1923), Türk-Yunan Kültür antlaşması (1951), Türk-Yunan Kültür Protokolü (1968) başta olmak üzere en son AGİT tarafından kabul edilen Paris Şartı(1991) ve diğer deklerasyonlar gibi çeşitli milletlerarası hukuk belgesi tarafında güvence altına alınan ekonomik, sosyalve kültürel hak ve satatüleri itibariyle, Batı Trakya Türkler i, milletlerarası hukuk kuralları yönünden bir "etnik", yani milli "azınlık grubu" dur. Söz konusu hak ve statülerinin gasp ve ihlal edilmesi, kısaca "azınlık" haklarının yanında "insan" ve "vatandaş" haklarından mahrum bırakılarak baskı ve ayrımlara tabi tutulması ise, bu grubun sosyolojik manada da etnik "azınlık grubu" statüsünde bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Çünkü, Louis Wirth'in de ifade ettiği gibi, fiziki ya da kültürel karakteristikleri sebebiyle ayrımcı ve eşit olmayan muamelelere hedef olan, tecrit edilen, bu sebeple de kendilerine kollektif ayrımcılığın özneleri olarak gören/diğerleri tarafından böyle görülen insan kategorisi, sosyolojik manada "azınlık" demektir. Herhangi bir ülkede etnik, dini veya ırki bir grup hakkında böyle bir tanımın geçerli olması, o grubun diğer vatandaşlarla aynı haklara sahip olmadığına delalet etmektedir. Yunanistan'da, Batı Trakya Tüklerinden başka Makedon, Arnavut, Ulah gibi "dini" grupların da sosyolojik manadaki "azınlık" statüsüne tabi oldukları gözönüne alındığındı, bu ülkedeki "demokrasi ve insan hakları" probleminin ne boyutta olduğu açıkça ortaya çıkar.
Batı Trakya Türkler i'nin birçoğu kronikleşen ve artık toplum yapısını dezorganizasyona çözülmeye, dağılmaya uğratma yönünde sosyal ve kültürel etkilerde bulunan, bu itibarla da acil olarak çözüme kavuşturulması gereken başlıca problemleri ana hatları ile şöyle özetlenebilir;
Türk azınlığa yönelik Yunan politikasında başvurulan şu dört yol ya da yönteme dikkat çekmek gerekmektedir. Kısaca Yunanistan;
a) İkili ve çok taraflı milletlerarası hukuk belgelerini doğrudan ihlal etmektedir.
b) İkili ve çok taraflı milletlerarası hukuk belgelerinin hükümlerine ve ruhuna uygun olarak daha önce çıkardığı kanun, karaname, yönetmelik, tüzük vb. iç hukuk düzenlemeleri iptal etmekte ve maksada uygun madde değişikliklerine giderek sözkonusu belgelerin hükümlerine ve ruhuna aykırı hale getirmektedir.
c) Boşluk olan yerlerde, ihlal ve gaspları temin eden yeni iç hukuk düzenlemelerine başvurmaktadır.
d) Daha önce ve özellikle de iç savaş (1945-1949) yıllarında kuzeyde gerilla savaşı yürüten gruplara, bağımsız Makedonya mücadelesi veren Makedonlara ve İtalyanlar ile birlikte ülkenin orta kesimlerinde bir Ulah devleti kurma savaşı veren Ulahlar'a ve bunların mal varlıklarına karşı çıkarılmış olan iç hukuk düzenlemelerini Türk azınlığa yöneltmektedir.
Batı Trakya Türkler i'nin başlıca resmi temsil organı statülerine sahip olan 3 müftülük (İskeçe, Gümülcine ve Dimetoka) makamı, bilindiği gibi "kukla müftüler" tarafından işgal altında tutulmaktadır. İşgale ilişkin senaryo, Gümülcine Müftüsü Hüseyin Mustafa'nın 1984'te, İskeçe Müftüsü Mustafa Hilmi'nin de 1990'da vefatı üzerine uygulamaya konmuştur. Ortaya çıkan durum üzerine gerek İskeçe'de ve gerekse Gümülcine'de azınlık organlarının girişimi üzerine, 2345/1920 sayılı kanunun hükümlerine ve ruhuna uygun olarak camilerde seçim yapılmak suretiyle Mehmet Emin Aga, İskeçe, İbrahim Şerif Gümülcine müftüsü olarak resmi makamların onayına sunulması ihtilafına, her iki makam da kukla müftüler olarak bilinen Mehmet Emin Şinikoğlu ve Meço Cemali tarafından doldurulmuştur.
Yukarıda izah ettiğimiz gibi, Yunan devleti, azınlığın en önemli kurumları olarak bilinen müftülükler üzerindeki bu haksız tasarrufu, 2345/1920 sayılı "Müftüler ve Başmüftü Seçimiyle, İslam Cemaatlerine Ait Evkaf Gelirlerinin Yönetilmesine Dair Kanun"'u iptal ederek, yerine 182/1991 sıyılı "Müftülük Müessesesi ve İlahiyat Okulu Kurulmasına Dair Esasları Düzenleyen Kanun Hükmünde Kararname'yi getirmek suretiyle gerçekleştirmiştir.
Azınlık iradesinin hilafına gerçekleşen müftülük problemi, 182/1991 sayılı yeni düzenlemenin, azınlığın hak ve statülerini güvence altına alan milletlerarası nitelikteki hukuk belgelerinin hükümlerine ve ruhuna uygun olmadığına açıkça delil teşkil etmektedir.
Çünkü, Tük azınlığın, diğer problemleri hakkında da geçerli olan bu durum Lozan antlaşmasının "Azınlıkların korunması bölümü"ndeki en can alıcı maddeyi teşkil eden 37. Madde tarafından adeta yasaklanmaktadır. Yunanistan'a uyarlandğında, bu ülkenin şöyle bir yükümlülükle karşı karşıya olduğu açıkça görülmektedir.
"...Yunanistan, 38. Maddeden 44. Maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı hükümlerin temel kanunlar olarak tanınmasını ve hiçbir kanunun, hiçbir tanınmasını ve hiçbir kanunun, hiçbir yönetmeliğin (tüzüğün) ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını ve hiçbir yönetmelik (tüzük) ve hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir."
Kaldı ki, bu ülkenin At'ye üyeliğinde esas teşkil eden Yunan Anayasası'nın (1975) 28. Maddesi de, sözkonusu yükümlülüğü daha genel manada pekiştirmekte ve teyid etmektedir.
Buna göre Yunanistan;
"...Devletler Hukuku genel ülkelerinin ve onaylanak yürürlüğe giren uluslar arası anlaşmaların, Yunan milli hukukunun bir parçası olduğunu ve kendilerine ters düşen kanun hükümlerine nazaran önceliğe sahip bulunduklarını..." kabul etmektedir.
Cemaat İdare Heyetleri (CİH)ne gelince, müftülükler bünyesinde, azınlık vakıf mal ve mülklerinin idaresinden sorumlu olan bu kurallara yönelik çirkin Yunan emellerine dair ilk müdahale çok erken yıllarda daha 1946 yılında gerçekleştirilmiştir. Bu yıl işbaşına gelen Panagi Ksaldaris hükümeti İskeçe'deki Cemaat İdare Heyeti'ni dağıtmış, yerine 1950 yılına kadar görev yapacak olan "işbirlikçi" bir komisyon atamıştır.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki temkinli olmakla birlikte başlayan yakınlaşma politikası, 1960 ve 1964'teki ertelemeler hariç, CİH seçimlerinin 1967'ye dek düzenli olarak devam etmesini sağlamıştır. Müdahaleler, 1967'de işbaşına gelen Albaylar Cuntası tarafından yoğunlaştırılmıştır. Cunta idaresi, bir yandan "Türk" ibareli okul levhalarını yerinden sökerken, diğer yandan da CİH'ni dağıtmaya, 20 küsur yıl sonra yerlerini alacak olan " kukla müftüler"e hazırlık mahiyetinde "kukla CİH" atamaya başlamıştır. Bu çerçevede, Dedeağaç'taki müftülük makamının münhal bulunmasından istifade ederek "Dedeağaç'ta müftülük bulunmadığı" gerekçesiyle, burada görev yapmakta olan CİH'nin lağvedildiğini duyurmuştur.
CİH konusunda şunu ilave etmek gerekmektedir ki, Tükler'in daha yoğun olarak yaşadıkları Gümilcine'deki kukla CİH'nin kukla Başkanı Hafız Yaşar adı, Türk azınlık arasında "baş hain" sıfıtı ile özdeşleşmiştir. Şu kadarını söylemek gerekirse, onun tayin edildiği dönemde Başkanlığını yaptığı CİH tarafından işletilen öğrenci yurdundaki 79'u fakir 113 öğrenciye azınlığın hali vakti yerinde aileleri tarafından yapılan yardım durdurulmak zorunda kalmıştır.
Ezcümle, müftülükler gibi, Batı Trakya'daki CİH de bugün kukla üyeler ve başkanları tarafından idare edilmektedir. Gümülcine CİH'nin başı ise Hafiz Yaşar'ı aratmayacak keyfiyete ve yetki genişliğine sahip Abdülhalim Dede tarafından doldurulmuş bulunmaktadır.
Batı Trakya Türkler i arasında Lozan antlaşmasının hemen akabinde ortaya çıkan "Türk" adı altındaki birlikler-dernekler; Türk azınlığın daha çok erken yıllarda TC Devleti'ndeki oluşuma paralel olarak "ümmet" değil "millet" şuuru taşıdığına ve bu şuura istinad eden bir sosyo-kültürel değişme sürecine girdiğine delil teşkil etmektedir. "Ümmet" şuuru esasına dayanan birliklere-derneklere azınlık arasında gösterilen cılız itibar giderek tamamen ortadan kalkar ve bu fikir sahiplerinin birçoğu "millet" şuurunu benimserken, 1927'de ortaya çıkan "İskeçe Türk Birliği", onu 1928'de izleyen "Gümülcine Türk Gençler Birliği" ve 1936'da kurulan "Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği"nin, sosyal ve kültürel fonksiyonları vasıtasıyla azınlık arasında toplumsal birlik ve bütünleşmenin gelişmesinin gelişmesine yaptıkları katkılar inkar etmek mümkün değildir. İşte bu önemli fonksiyonları itibarıyla üç kardeş olarak bilinen bu birlikler-dernekler aleyhindeki ilk Yunan işlemi 1984 yılında başlatılmış, 1988 yılında da varlıklarına resmen son verilmiştir.
Seneryo, önce bu derneklerin isimlerinde yeralan "Türk" ibaresinin "Batı Trakya'da Tük vatandaşları bulunduğuna dair izlenim verdiği" gerekçesiyle kaldırılması (Kasım, 1984), ardından "zararlı faaliyet gösterdikleri" gerekçesiyle kapatılması (Mayıs, 1985) istemiyle Gümilcine Valisi N. Papadimas tarafında davalar açılması suretiyle uygulamaya konmuştur. Bilindiği gibi, nihai temyiz mahkemesi niteliğindeki Yunanistan Yüksek Mahkemesi (Areios Pagos) 20 Kasım 1987 tarihinde "Batı Trakya'da Türk olmadığı" (başlangıçtaki gerekçe bu şekle dönüştürülmüştür) gerekçesiyle üç birliğin-derneğin isimlerindeki "Türk" ibaresinin kullanılmasının yasaklanmasına ve 5 Ocak 1988 tarihinde de bu birliklerin-derneklerin "zararlı faaliyet gösterdikleri" gerekçesiyle kapatılmasına dair mahkeme karalarını onaylamıştır.
Bilindiği gibi, Batı Trakya'da Türk varlığını ve bu varlığın 1927'den itibaren uluslar arası hukuk belgelerinin hükümlerine ve ruhuna uygunluk arzeden Yunan kanunlarına göre sosyal ve kültürel faaliyet gösterdiğini inkar anlamına gelen bu iki karar, azınlık tarihinde ilk kez Türklük mitinginin düzenlenmesine ( 29 Ocak 1988) vesile teşkil etmiştir. Yine çok iyi hatırlanacağı üzere, Türklük mitinginin 2. Yıldönümü olan 29 Ocak 1989 tarihi, Yunan gizli teşkilatları tarafından harekete geçirilen çapulcu Yunan fanatikleri tarafında azınlık tarihine "Yunan vandalizmi " olarak geçmiştir. Çapulcu ve fanatik Yunanlılar tarafından düzenlenen taşlı-sopalı saldırılarda 30 Türk yaralanmış, 270 Türk dükkanı tahrip ve yağma edilmiştir.
Dünya hukuk tarihinde skandal ve ulusal hukuk açısından kabul edilemez çelişki olarak söz konusu iki kararın iptal edilmeleri için başlatılan girişimlerin acilen devam ettirilmesi gerekmektedir. Türk azınlığın hak ve statülerini güvence altına alan ikili ve çok taraflı düzenlemeler ile söz konusu kararların kesinlikle bağdaşmadığı açıkça ortadadır. Ulusal hukuk açısından baktığımızda, bu kararlar, iptal edilmiş olmasına rağmen, Yunan hukuk tarihinde yerini alan 3065/1954 sayılı (Mareşal Papagos Kanunu olarak bilinen) "Azınlık Okulları Eğitim Kanunu" ve bu kanunun uygulanmasına dair hassasiyeti ortaya koyan Trakya Genel Valisi F. Fessopoulos'un A. 1043 ve A.202 sayılı genelgeleri yanyana düşünüldüğünde komedi açıkça ortaya çıkmaktadır.
İlgili kanun, azınlık okulların levhalarında nerede varsa "Müslüman/Müslümanca" ifadelerinin, doğrusu olan "Türk/Türkçe" ifadeleriyle değiştirilmesini öngörmekte, genelgeler ise eski haliyle kalmaya devam eden birkaç okul levhasındaki ilgili değişikliğin derhal yapılmasını emretmektedir.
Azınlık hakkı olması yanında, Batı Trakya Türk çocuklarının bir insan ve vatandaş hakkı olarak sahip olmaları gerektiği düşünülen eğitim hakkının ve buna istinaden tecelli eden Türk anne-babaların çocuklarını eğitim veren kurumlara (okullara) gündeme hakkının kullanılması görevinin yerine getirlmesi, Yunan makamları tarafından öteden beri engellenmektedir.
Yunan makamları, eğitim sahasına ilk müdahelesini 1972 yılında gerçekleştirmiş, yukarıda geçen 3065/1954 sayılı "Azınlık Okulları Eğitim Kanunu"un bazı maddelerini değiştirmek suretiyle "Türk/Türkçe" ibarelerin yerine, Yunanca'da "azınlık" ve "müslüman" kelimelerinin kısaltılmışı olan ancak tam olarak hangisini karşıladığı belli olmayan "M/kon" ibaresinin kullanılmasına dair düzenlemedir. Yine, 695/1977 sayılı "Azınlık Okulları ile SÖPA Öğretim ve Denetim Kadrosunun Meselelerinin Çözümüne İlişkin Kanun" çıkartılmak suretiyle, azınlık üzerinde bazı emeller istikametinde kurulmuş bulunan "Selanik Özel Pedagoji Akademisi" mezunlarının azınlık okullarına öncelikli olarak atanmaları sağlanmıştır.
Bu çerçevede, zaten 1960'lı yıllardaki öğretmen kıyımına ek olarak, Türkiye'den görev yapmak üzere gelecek TC vatandaşı öğretmenlerin ve yine Türkiye'deki öğretmen okullarından mezun olan Yunan vatandaşı Türk öğretmenlerin azınlık okulların girişleri kapatılmıştır. Neticede, Elmalı ve Karaçanlar Türk okullarında örnek olay niteliğinde görülen Türk velilerin ilkokul öğrenimi yapmak üzere çocuklarını Türkiye'ye gönderme süreci başlamış ve bu durum günümüze dek genişleyerek gelişmiştir. Hiç şüphesiz, bu velilerin büyük çoğunluğu, çocuklarınınTürkiye'de yerleşmesini istemekte, bu durum ise kendilerini göçe ya da Türkiye'de yasal olmayan bir şekilde ikamet etmelerine yol açmaktadır. Bu çerçevede, azınlığa mensup SÖPA mezunları arasında kendilerine tevdi edilmek istenen bol kazançlı "propaganda amaçlı eğitim hizmeti"ni reddetme yönündeki eğitimin giderek güçlenmekte olduğunu gözardı etmemek gerekmektedir.
Çünkü bilindiği gibi 1991 yılında merhum Dr. Sadık Ahmet tarafından "Yunanlı Türk'e Türkçe Öğretemez" sloganı ile başlatılan Yunan tarihine, bayrağına sevgi aşılamaya ve Türk çocuklarında Yunan milli şuuru oluşturmaya yönelik muhtevaya sahip Yunanlılar tarafından Türkçe okuma kitaplarını boykot hareketine çok sayıda SÖPA mezunu da katılmıştır. Yunanistan'da zorunlu eğitim 6 artı 3 temelinde 9 yıl olarak uygulanırken, Türk azınlık çocukları için bu 6 yıl(ilkokul) ile sınırlıdır. Türçe kitapların muhteva ve sayı itibarıyla yetersizliği, azınlık okullarında ihtiyaç duyulan başlıca eksikliktir.
Mevcut iki azınlık oraöğretim kurumunda (İskeçe Karma Azınlık Lisesi ve Gümilcine Celal Bayar Lisesi) had safhaya ulaşan bu eksiklik, Türk öğrencilere Türkçe okudukları derslerde Yunan dilinde imtihana girmeleri yönünde getirilen değişiklik ve öğrenci taleplerinin kura ve imtihan ile karşılanması şeklindeki uygulama, söz konusu iki öğretim kurumunu zaman zaman kapanma noktasına getirmiştir. Bugün, bu okullarda okumakta olan öğrenci sayısı iyimserlik yaratmakla birlikte, mevcut meselelerin söz konusu her an kapanma noktasına getirebilceği gözardı edilmemelidir. Şu kadarını ilave etmelidir ki, her yıl Türkiye'deki üniversite giriş sınavlarına katılan 600-800 arasındaki Batı Trakyalı Türk öğrencilerin 40-50'si dışındakilerBatı Trakya'daki değil, Türkiye'deki liselerden mezun olmuşlardır.
Bunların yanısıra Batı Trakya Türkler i'nin karşı karşıya oldukları problemler, toprak ve arazi gasplarından, seyahat hürriyetinin kısıtlanmasına, tedhiş ve saldırı olaylarına kadar uzamaktadır. Bu konular, başlı başına bir araştırma konusu olacak kadar geniş ve karmaşıktır. 21. Yüzyıla girerken, demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden, gerçekde dönem dönem Rus sömürgeciliğinin, bazen de Batılı imparatorluk kalıntılarının oyuncağı olan Yunanistan'ın insan hakları ihlalleri konusunda dünya kamuoyunda yeterince teşhir edilemediği ortadadır. Bu konu ile ilgili olarak hayatına Batı Trakya Türklüğü'nün insan hakları davasına adayan ve acı bir tesadüf sonucu, Lozan antlaşmasının ve Yunanistan'da demokrasiye geçişin yıldönümü olan 24 Temmuz 1995 tarihinde şehit olan büyük Türkçü, dava ve mücadele arkadaşımız Dr. Sadık Ahmet'i bir kere daha rahmetle anıyoruz.
Bulgaristan Türkler i http://www.ozturkler.com/data/0008/0008_05.htm
1375 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nca feth edilen Kosova'ya Osmanlı geleneklerine uygun olarak Türkler yerleştirilmeye başlanmıştır. 1877-78 harbinden sonra Osmanlı'nın bölgedeki etkinliğinin azalması ile birlikte Türkler azınlık durumuna düşmeye başladılar.
Balkas savaşları sonucu elden çıkan bölgedeki Türkler , krallık ve komünist Yugoslavya döneminde üç büyük göç ve katliama uğradı. 1930 yıllarında toprağı kamulaştırma reformu altında Türkler 'in ellerinden arazileri zorla alınarak Sırplar'a verildi ve göçe itildi. İkincisi ise 1956-60 yılları arasında gerçekleştirilerek Türkler 'den silah toplama kampanyası adı altında büyük eziyetlere başladı ve bunun sonucu ikinci göç meydana geldi.
Sırplar tarafından yapılan bu iki baskı ve zulümden sonra, 1968-1990 yıllan arasında Türkler , Arnavutlar tarafından asimile politikasını uygulamalarına maruz kaldılar. Yugoslavya 'nın parçalanması ile bölgede başlayan Arnavut-Sırp çekişmesi sonucu yıllardır özerk bölge statüsüne sahip olan Kosova'nın Sırplar tarafından kendilerine bağlanması sonucunu açtı.
Bütün bunlara rağmen Kosova'da kalan resmi istatistiklere göre 12 bin, gerçekte 20-25 bin Türk, oradaki Türk kültürünü yaşatmayı başardılar. Özellikle Priştine ve Dragasta çoğunluk olan Türkler bugün kültür demekleri ve siyasî partileri ile Türk varlığım Sırp ve Arnavutlar'a karşı yaşatma savaşına devam etmektedirler. |
Makedonyada Yaşayan Türkler http://www.ozturkler.com/data/0008/0008_16.htm
Bugün nüfusu yaklaşık 2.100.000 olan Makedonya Cumhuriyeti içerisinde bir kısmı hâlâ konar - göçer hayatı devam ettiren Yörük olmak üzere, yaklaşık 200.000 civarında Türk yaşamaktadır. Makedonya'nın hertarafında dağınık olarak yaşayan Türklerin en yoğun olarak bulundukları yerler, Gostivar ve Üsküp gibi şehirleriyle Batı Makedonya Bölgesi'dir. Bu şehirlerden başka, Kalkandelen, Ohri, Struga ve Debre, Jupa; Doğu Makedonya'da ise, Manastır, Pirlepe, İştip, Ustrumca ve Kanatlar önemli Türk yerleşim birimleridir.
Sofya Üniversitesi Profesörlerinden J. İvanof 1920'de Paris'te yayınlanan eserinde, Makedonya'ya Türklerin yerleşimleri ile ilgili olarak şu bilgileri vermektedir: "Türkler, XIV. Asırdan itibaren ve Çirmen zaferini müteakip Makedonya'ya yerleşmeye başladırlar. Şehirler Üsküp, Pirlepe, Köstendil, Drama bir ara tamamıyla Türklerin yaşadığı şehirler olur. Türk ordusunun fethettiği stratejik noktalar etrafında süratlı Türk kasabaları meydana getirilir. Bunlar Anadolu'dan göç eden Türklerdir. Göç eden Türklerden kurulu yepyeni şehirler meydana gelir: Yenice, Vardar. Zamanla şehirlerde Türk nüfusu karışık bir manzara arz eder. Fethi müteakip, Hristiyan yerliler İslam dinini kabul ederler. Hemen fetihten sonra göç etmiş temiz Türk topluluğu etrafında toplanırlar. Şehirlerin dışında köyler etrafında da Türk toplulukları da vücuda gelir. Bunlar Anadolu'dan göç etmiş büyük gruplardır. Onlara Yörük ve Konyar adını vermelerinin sebebi bu göçmenlerin Anadolu'dan Konya'dan gelmiş olmalarıdır. Umumiyetle Yörükler ve Konyarlar Türkler gibi giyinen, konuşan yerlilere ( İslamiyet'i kabul eden Hristiyanlara ) karışmazlar. Bu Türk göçmen toplulukları üç büyük grup halindedir :
1. Ege Denizi Kıyı Bölgesi: Rodoplardan denize kadar iner. Selanik bölgesi dahil buraları tamamıyla Türk'tür.
2. Sarıgöl Bölgesi: Burada Sarıgöl (Kayalar) Cuma gibizengin Türk kasabaları vardır. Bu bölgelerdeki köylerin sayısı 130'dur.
3. Vardar Bölgesi: 240 Türk kasaba ve köyü vardır. Vardar nehrinin umumiyetle doğu kıyılarındadır.
Bu üç büyük göç grubundan başka, daha ufak göç gurpları da dağınık yerleşmişlerdir. - Vardar nehri aşağı kısımlarında, Maya Dağı civarındakiler, - Manastır Ovası'nda Kenalı (Kınalı? Kanatlı?)da oturanlar, - Debre güneyinde, Kara Drin nehri geçitlerini tutanlar."
Romanya'da Yaşayan Türkler |
Nüfus: 120.000
Bulundukları başlıca şehirler: Köstence, Mecidiye, Tulça, Kılıraş, Oltena, İbrail, Galats, Bükreş
Bölgedeki Türk toplulukları: Rumeli Türkler i, Tatar Türkler i
Romanya coğrafyasında Türkler çok eskilere dayanmaktadır. Eski Türk kavimleri olan Oğurlar (Uzlar), Peçenekler, Kıpçaklar ve sonra daha birçok Türk boyları Karadeniz Kuzeyinden gelip Romanya'ya yerleşmişlerdir.
XIIl-XIV'üncü yüzyıllarında Altın Ordu ve sonraki yıllarda Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine giren bölgeye birçok Türk gelip yerleşmiştir. Yediyüz yıla yakın süren Osmanlı hakimiyet dönemi 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonucu yapılan Berlin anlaşması ile bitmiş, bağımsız hale gelen Romanya Osmanlı İmparatorluğu'ndan kopunca Romanya'da yaşayan Türkler de anavatandan kopmuşlardır.
Bugün nüfusları 95 bin civarında olan Türkler , özellikle Tuna Nehri ile Karadeniz arasında kalan Dobruca bölgesinde çoğunlukla yaşamaktadırlar. Anadolu'dan göç eden Türkler , Kırım Türkler i (Tatarlar), Nogay Türkler i ile Gagauz Türkler i olan bu topluluklar Romenler'le iyi ilişkiler içerisinde iç içe ve barış içerisinde yaşamaktadırlar. Bugün Romanya'da Türk ve Tatar diye ikiye ayrılmış olan Türk toplumunu tek bir federasyon halinde birleştirme çabaları sonuç vermeye başlamış ve sağlam bir temele oturmak üzeredir.
Çavuşesku Sonrası Romanya'daki Azınlıklar
23 milyonluk nüfusu ve 237.000 km2lik yözölçümüyle Balkanlar ın önemli bir ülkesi olan Romanya, 1989 Aralık ayındaki halk ayaklanmasından sonra, gerek siyasi gerekse ekonomik alanda girdiği darboğazlardan çıkmanın çabası içindedir. Eski Sosyalistlerden umduğunu bulamayan ama demokrasiye olan inançlarını yitirmeyen Romenler, geçtiğimiz yılın sonunda iktidara liberalleri getirdiler. Bunların, halkın beklentisine ne derece cevap vereceğini ise zaman gösterecektir. Yarım asırlık bir komünizm döneminden sonra dış dünyaya açılmaya çalışan Romanya, bir yandan da Rus tehditi karşısında Nato'ya girmeye çalışmaktadır.
Ülkenin kuzeyinde yer alan ve çekilmesi Ruslar tarafından durdurulan 14. Ordu, iki ülke arasında önemli bir problem olarak gündemdeki yerini korumaktadır.Romanya'nın nüfusunun %10'unu azınlıklar teşkil etmektedir. Bunların en büyüğünü 1.620.198 kişiyle Macarlar oluşturur. Diğerleri ise sırasıyla Romanlar (Çingeneler 409.723), Almanlar (119.000), Ruslar, Ukraynalılar, Türkler ve Leh, Çek, Yunan gibi küçük azınlıklardır. Romenler'in ileri derecede bir özerklik isteyen Macarlar dışında, azınlıklarla ilgili bir problemi yoktur. Bu sorun da iki ülke arasında imzalanan (16.09.1996) bir antlaşmayla şimdilik dondurulmuştur.
Romanya, azınlıklara tanınan haklar bakımından son derece ileri durumdadır. Bunda, 1989 Aralık ayındaki ayaklanmada Macarlar'ın oynadıkları rolün etkisi gözardı edilmemelidir. Romen anayasasının 6. Maddesiyle milli azınlıklara dil, din, kültür ve etnik özelliklerini ifade etme ve koruma hakkı tanınmış; kanunlar çerçevsinde kendi dillerini ve dinlerini öğrenebilmeleri, ana dilleriyle eğitim yapabilmeleri serbest bırakılmıştır. Buna karşılık Türk azınlığın, kendilerine tanınan hakları kullanma konusunda durumu hiç de iç açıcı değildir. Bunlara geçmeden önce, Dobruca Türkler i'nin tarihine kısaca bir göz atmak yerinde olacaktır.
Dobruca Türkleri'nin Tarihini Kısa Bir Bakış
İsmini, Kuman asıllı Dobrotiç'ten aldığı tahmin edilen Dobruca; Tuna ile Kardeniz arasında bulunan, 14.492 km2si Romanya, 7.780km2si de Bulgaristan sınırları içinda kalan bir bölgenin adıdır. 1992'deki nüfus sayımına göre Romanya 54.182 "Türk ve Tatar" vardır. Bunların 29.533'ü Rumeli, 24.649'u ise Tatar Türkü'dür. Gayri resmi kaynaklara göre ise bu sayının 80 bin ile 120 bin arasında olduğu belirtilmektedir. Gerçekten de, nüfus sayımına katılan görevliler Romenler'le evlenen alilelere gidemediklerini ifade etmektedirler. Türkler arasında, annesi babası Romen olan binlerce aile vardır.
Ayrıca Kılıraş (Calaraşi), Oltena (Oltenita), İbrail (Braila), Galats, Bükreş gibi illerde de Türk azınlığa rastlanmaktadır. Bunlar ise ancak %3 gibi küçük bir oran teşkil eder. Türkler 'in %85'i Köstence'de, %12'si ise Tulça'da yaşamaktadır. Romanya'daki Tük azınlığın çoğunluğunu Rumeli Türkü ve Tatarlar teşkil etmekle birlikte; Ortadoks Türkler 'den olan Gagavuzlar'a da rastlanmaktadır.
Bugünkü Dobruca Türklüğü'nün, çok eskilere uzanan tarihi bir geçmişi vardır. Düz, verimle, sulak bir yer olması sebebiyle, tarih boyunca birçok Türk kavminin yerleşim merkezi olan Dobruca bölgesi, dört buçuk asra yakın bir süre devam eden Osmanlı idaresiyle de, adeta bir Türk yurdu hâline gelmiştir. Bugün gerek Osmanlı gerekse Osmanlı öncesine ait arkeolojik tarihi birçok eserle, çeşitli yer adları (II. Dünya Savaşı'na kadar yüzlercesi değiştirilmekle birlikte) hala varlığını korumaktadır.
13. yüzyıla kadar, hep kuzeyden ve Orta Asya'dan gelen Türkler 'in akınlarına sahne olan Karpat-Tuna Bölgesi'nde, ilk olarak M.Ö. 1000 yıllarında, proto- Türkler 'den kabul edilen İskitler (Sciti) görülür. Bunlar, Romenler'in ataları kabul edilen Traklar'la temas kurarak Mangalya (ki bu ada İskitler'den kalmıştır) civarında bazı Romen aşiretlerini idaresi altına alırlar.
İskitleri, sırasıyla M.Ö. 375 yıllarında Batı Hun Türkler i (80 yıl); M. VI. yüzyılda Orta Asya'dan (Deşt-i Kıpçak) gelerek İstanbul'u bile kuşatacak kadar ilerleyen Avar Türkler i (VII. yüzyıla kadar); M.III. yüzyılda da Bulgar Türkler i (681-702) takip eder. 9. ve 10. Asırlarda Karpat-Tuna bölgesinde oluştuğu kabul edilen romen ulusu, 9. yüzyılın sonlarına doğru ise Peçenek Türkler i'nin istilasına uğrar. Bizans'ı da kendilerine dahil eden Peçenek Türkler i Avarlar'dan sonra İstanbul'u ikinci defa kuşatırlarsa da fethedemezler. On üç boydan oluşan bu Türkler 'in biri de, bugünkü Gagavuz Türkler i'nin aslını oluşturan Oğuz/Uz'lardır. Brail ve Tulça'da Peçenek ve Oğuz/Uz Türkler i'nden kalan bazı yer adlarına rastlanmaktadır.
Peçenekler, XI. yüzyılın ortalarında (1057) Kuman Türkler i'ne mağlup olurlar. Kumanlar, bu yörede iki asra yakın hüküm sürdükten sonra Katolikliği kabul ederler. 1071 yılındaki Malazgirt Meydan Muharebesi'nda, Bizans Ordusu'nun önemli bir kısmını oluşturan Peçenek ve Oğuz/Uz Türkler i'nin; kendi dillerini konuşan soydaşlarını görünce, onların saflarına geçerek, savaşın kaderini değiştirdikleri, bilinen tarihi bir gerçektir.
1241'de kısa bir süre devam eden Moğoll akınları, buradaki Türkler 'in, daha güneye inmelerine sebep olur. 13. asırda, bu bölgede güneyden gelen Türkler görülmeye başlar. M.1263-64'te, Konya Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus ve amcası Sarı Saltuk önderliğindeki Selçuklu Türkler i, Babadağ civarındaki Kavurna ülkesi adı verilen bir bölgeye yerleştiler. Bunlar, Sarı Saltuk'un ölümünden sonra Bizans'ın zorlamasıyla Hristiyanlığa geçerler. Dobruca adının da bu devletin başına geçen Kuman asıllı Dobrotiç'ten geldiği tahmin edilmektedir. Türk tarihçileri, bu asırdan itibaren bu bölgeden Dobruca yurdu olarak bahsetmişlerdir.
13. yüzyılın ortalarından 14. Yüzyılın sonlarına kadar ise, Altınordu Devleti'nin sınırlarının Tuna'ya kadar genişlemesi üzerine; Kıpçık Bozkırları'ndaki Tatar Türkler i'nden bir kısmı, Dobruca Bölgesi'ne gelip yerleştiler.
14. yüzyılda, Aydınoğulları Beyliği'nin Dobruca bölgesine yaptığı birkaç saldırıdan sonra, Balkanlar 'da asırlar sürecek yeni bir dönem başlar. 1391'de, Osmanlılar'a vergi vermeyi kabul eden Eflak (Valahya), Yıldırım Bayezid'in 1397'deki Niğbolu Zaferi'nden sonra ise, kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçer. Boğdan ise II. Beyazıt'ın, 1484'te Kili(Kila) ve Akkirman'ı fethinden sonra Osmanlılar'a bağlanır.
Osmanlılar, Rumeli'ye ayak bastıklarında, buradaki Kuman, Peçenek, Oğuz Türkler i'yle karşılaşırlar. Bunlar, Osmanlılar'ın Rumeli'deki ilerleyişlerinde ve bölgede uzun süre kalabilmelerinde önemli bir rol oynamıştır.
Eflak ve Boğdan, Osmanlılar'a bağlandıkdan sonra önemli hak ve ayrıcalıklara sahip özerk bir prenslik olarak yönetilmiştir. Bunlarda, Osmanlı Kanunları tatbik edilmemiş Beylerbeyi ve kadı da gönderilmemiştir. Fakat bölgede hutud kalaleriyle, askeri teşkilat bulundurulmuştur.
II. Beyazıt, Dobruca'yı fethettikten sonra Karadeniz'in kuzeyinden çağırdığı Tatarlar'la, Anadolu'dan getirdiği çoğu konar-göçer (yörük) olan Türkler 'i Dobruca'ya yerleştirir. 1783'te Kırım'ın Ruslar'a bağlanmasından sonra da bir kısım Kırım Türkü Dobruca'ya göç eder.
1877-78 Osmanlı-Rus savaşından sonra Romanya bağımsızlığını kazanır. Bu tarihten sonra ise Dobruca Türkler i akın akın "Ak Topraklar" dedikleri Anadolu'ya göçe başlarlar. Göçler 1910'a kadar yoğun bir şekilde devam eder. Bundan sonra 1935-37 yıllarında yapılan göçlerle de Dobruca, Türkler tarafından adeta boşaltılır. 23.08.1944'te başlayan komünizm döneminde de, bilhassa varlıklı ve aydın kişilere karşı yapılan baskılar sonucu bir kısım Türk Anadolu'ya göç eder. Bütün bu göçlere karşılık 1920'lerde 250 bin civarında olan Türk nüfus, azala azala bugünkü sayıya düşmüştür.
Görüldüğü gibi Dobruca, birçok Türk boyunun uğrak yeri olmuş; bunların bir kısmı Hristiyanlığı kabul ederek Romenler'e karışıp gitmişler; bir kısmı da kende aralarında karışarak varlıklarını devam ettirmişlerdir. Romen ulusunun oluşumunda, eski Türk kavimlerinin önemli rol oynadığı kaynaklarda belirtilmektedir. Romenler arasında bugün bile varlığını koruyan birçok Türkçe isim bunun canlı bir göstergesidir. Macarlar'ın yoğun olarak yaşadığı Sibiu Şehri'nde, "Çangıy" ve "Sakuy"lar denilen ve kendi aralarında eski bir Türçe konuşulan topluluğun da, Katolikliği kabul eden ve zamanla Macarlaşan Kuman Türkler i olduğu tahmin edilmektedir.
Tatar Türkler i kendilerinin Tat, Keriç-Çongar ve Nogay olmak üzere üçe ayırmaktadır. Bahçesaray civarından gelen Anadolu Türkçesi'ne yakın olanlara Tat; Dobruca'ya ilk yerleşen, şiveleri Kuzey Tükçesi'ne benzeyenlere Nogay; 1860'lardan sonra gelen ve Dobruca'daki Kırım Türkler i'nin çoğunluğunu teşkil edenlere ise Keriç-Çongar denilmektedir. Evlâd-ı fâtihan dediğimiz Türkler ise, tipik bir Rumeli Türkçesi konuşmaktadırlar. Bunların yanında, Türkçe'yi canlı bir şekilde yaşatan ve millet adı verilen Çingeneler de vardır. Bunlar, Osmanlılar döneminde İslamiyeti kabul ederek Türkçe'yi öğrenen bir topluluktur. Kendilerini Türk kabul eden bu topluluk, Türk milletvekilleri için oy kullanmaktadır.
Türk ve Tatar Birliği
Romanya'nın birliğine ve bütünlüğüne sadık, problemsiz bir azınlık olarak varlıklarını sürdüren Türkler , kurduğu birliklere kendilerine tanınan anayasal haklardan yararlanmaya çalışmaktadır. Komünizm öncesinde de birçok cemiyete sahip olan Türkler , sosyalist rejimin devrilmesinden sonra 29.12.1989'da "Romanya Demokrat Türk Müslüman Birliği"ni kurarlar. Bu birliktelik ne yazık ki kısa bir süre sonra; birliğin Romanya Türkler i'nin Demokratik Birliği (Uniunea Democrata Turca Din Romanıa) ve (Uniunea Democrate a Tatarilor Turk-Müsluman din Romania) Romanya Tatar-Türk Müslümanlarının Demokrat Birliği olarak ikiye ayrılmasıyla bozulur/bozdurtulur. Bu iki topluluk, girişimler sonucu 30.07.1994'te Türk-Tatar Birlikleri Federasyonu altında birleşmişlerdir. |
|